|
|||
|
|||
Yarım asra yaklaşan meslek yaşamım boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir mensubu olarak ve çeşitli rütbelerde, Soğuk Savaş dönemini, Varşova Paktı’nın ve Sovyetlerin dağılmasını, tek kutuplu ve yeni dünya düzenini arayan dünyayı, globalleşme-bölgeselleşme tartışmalarını, Körfez savaşlarını, Irak’ta meydana gelen gelişmeleri, 11 Eylül saldırılarını, nükleer silahlanma çabalarının yeniden canlanmasını ve bugün Orta Doğu’da yaşanan olayları gördük ve görmeye devam ediyoruz. Tüm bu değişimleri, meslek yaşantımızda bulunduğumuz rütbelerin bakış açısından değerlendirmeye çalıştık ve çalışmaktayız. | |||
Tabiidir ki, bütün bu değerlendirmelerimizi, Türkiye dışındaki gelişmelere ilave olarak Türkiye’deki değişimler de etkilemektedir.
Bu döneme, güvenlik ve anayasanın 1, 2 ve 3’üncü maddelerinde ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri açısından, bölücü terör ve irticai faaliyetler damgasını vurmuş durumdadır. Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyetin geleceğine bakarken, tüm bu etkileri sağlıklı bir şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Çünkü, Türkiye’de geçmiş kadar, hatta daha çok gelecek önem kazanmaktadır ve biz güvenlik bağlamında geçmişten ders alarak geleceğe de bakmak zorundayız.
Açıkça ifade edelim, var olan gerçeklerden kaçamayız. Çünkü onlar vardır. Var olanları görmezsek, başını kuma gömen yaratıklara döneriz. Yaşadığımız dünyada ve özellikle güvenlik mülahazaları göz önünde tutulduğunda, tüm güvenlik kavramlarının büyük çaplı değişikliklere uğramakta olduğu görülmektedir ve bu husus bir gerçektir. Soğuk Savaş döneminde genç bir subay olarak NATO’da görev yaptığım yıllarda, NATO – Varşova Paktı bağlamında bu kavramlar basit ve tek yönlü idi. Güvenlik politikalarının tespiti ve planlanması da çok sade idi. Bir NATO vardı ve bir de ona karşı Varşova Paktı. Tüm güvenlik mülahazalarımızı bu ikili güç ortamına göre kurmuştuk. Ancak yaşadığımız dünyada her şey değişti. Bu konuda bir kıyaslama yapmak istiyorum. Türkiye’nin güvenliği ve geleceği boyutunda o tarihlerde, ki 70’li yıllardır, • Dengelenmiş iki kutuplu bir dünya vardı, • ABD’ye kendi kıtasında tarih boyunca hiçbir saldırı yapılmamıştı, • Tarihte, kısa sayılacak bir süre içinde iki kez Irak’ta savaş yaşanmamıştı, • Irak’ta ortaya çıkan ve Türkiye’nin geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan olaylar gerçekleşmemişti, • Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya, İran bağlamında böylesine belirsizlikler ortaya çıkmamıştı, • Türkiye açısından hayati önem taşıyan Kıbrıs, 1974 yılı hariç, hiç bu kadar tartışma konusu olmamıştı, • Ayrıca cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü ve cumhuriyetin temel ilkeleri hiçbir zaman bu boyutlarda tartışma konusu olmamıştı. Bu söylediklerimi, üzüntü ile ifade ediyor ve bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne kadar hiçbir zaman, bu kadar tehditle aynı anda karşı karşıya gelmemiştir. Türkiye’nin çevresinde oluşan bu belirsizlikler ve risklere ilave olarak, silahlı bölücü terörün dışında, silahsız terör diyebileceğim iç ve dış oluşum ve girişimlerle Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına hiç bu kadar saldırılmamıştır. Herkesin bildiği bir hususu, tekrarlamak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu dört nitelik, cumhuriyetin temelidir ve değiştirile-meyecek, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek anayasa hükümleridir. Bu değerler aynı zamanda, çağdaş ve aydın vatandaşlarımız ile devlet kurumlarının ortak paydasını oluşturur. Bu değerlerle bezenmiş bir ortak paydada bütünleşen toplumsal yapımızda istikrarsızlık ve güven bunalımının ortadan kalkacağı izahtan varestedir. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nde askerin rolü konusu çok tartışılır olmuştur. Bu tartışmalar iyi niyetle ve objektif kıstaslarla yapılırsa, anlayışla karşılamak hatta bu değerlendirmelerden istifade etmek bile mümkündür. Ancak, ön yargılı, bazıları yabancı devletlerce finanse edilen ve sipariş üzerine yapılan, doğru bilgileri içermeyen ve kamuoyunu yanlış yönlendirmekten başka bir amacı ve işlevi olmayan ve bilimsellikten uzak bu değerlendirmeler, üzüntü ve ibretle karşılanmaktadır. Şüphesiz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç siyasetle ilgisi yoktur ve olmamalıdır. Ben, silah arkadaşlarıma, bu konuda hep 1830-1918 dönemi Osmanlı tarihini iyi incelemelerini öneriyorum. Anlayışımıza ve yasalara göre askerin dört temel görevi vardır: • Birincisi, kendisine teslim edilen birlikleri en iyi şekilde eğitmek ve harbe hazır hale getirmektir, • İkincisi, dış tehditlere karşı ülkeyi ve ülkenin çıkarlarını korumaktır, • Üçüncüsü, ülkenin üniter yapısını ortadan kaldırmak isteyen terör dahil tüm mihraklarla mücadele etmektir, • Dördüncüsü ise daha önce ifade ettiğim anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkmaktır. Belirttiğim dört hususun hiçbiri, bizim anlayışımıza göre iç siyasetle ilgili değildir ve bu görevler bize yasalarla verilmiştir. Askerin, yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur. Bir hususu çok iyi biliyorum. Birçok kişinin ve değerli basın mensuplarının merak ettiği, şahsıma yönelik iki yıldır süren akıl, ahlak ve yasa dışı saldırılar konusunda ne düşündüğüm ve ne söyleyeceğim konusudur. Genelkurmay Başkanlığı Devir ve Teslim Töreni gibi çok anlamlı bir törende, bu tür konuları gündeme getirmenin, icra edilen törenle ve törenin seviyesi ile uyuşmayacağını düşünmekteyim. Bu, Türk Silahlı Kuvvetleri ve laik Türkiye Cumhuriyeti düşmanı şer odaklarını yalnız ben değil Türk milleti de bilmektedir ve inanıyorum ki, yakın gelecekte maskeleri düşecek olan bu şer odakları yüce Türk adaleti önünde gereken hesapları vereceklerdir. Bu nedenle, konu ile ilgili başka bir şey söylemek de istemiyorum. Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır. Bu güçlü muhafızların bir unsuru da şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türk Silahlı Kuvvetleri; yaşadığı çağın gereklerine uyum sağlamak ve kendisini geleceğe hazırlamak konusunda çok büyük bir çaba sarfetmektedir. Geleceğe ait planlarımız ve programlarımız büyük bir titizlikle takip edilmektedir. Günümüzde, sayısal çokluktan ziyade teknolojik nitelikler önem kazanmıştır. Bu nedenle modernizasyon projeleri ön plana çıkmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı’nca başlatılan modernizasyon projelerinin yakından takibi, öncelikli görevim olacaktır. Ulusumuzun Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsis ettiği kaynakları en rasyonel şekilde kullanarak, daha güçlü bir Silahlı Kuvvetler haline gelmek en büyük hedefimiz olacaktır. Kara, deniz ve hava kuvvetleri ile güçlü ve caydırıcı bir güç olmak, bugün olduğu gibi, gelecekte de en büyük hedefimizdir. Silahlı Kuvvetler, bilindiği gibi, sadece savaşmak için yoktur. Silahlı Kuvvetler aynı zamanda barışın da teminatıdır. Caydırıcı bir güce sahip olan Silahlı Kuvvetler, aynı zamanda ülkemiz üzerinde olumsuz düşünenlerin yanlış hesaplarını önler. Bu düşüncelerle, Genelkurmay Başkanlığı olarak tüm enerjimizi karası ile denizi ile ve havası ile tüm kuvvetlerimizin daha çağdaş ve güçlü olması yönünde kullanacağız. Bu yönde tüm gayretlerimizi yoğunlaştırırken, bu çalışmalarımızın güç kaynağını; • Atatürkçü Düşünce Sisteminin çağdaş aydınlığı, • Geleneksel disiplin anlayışımız, • Silah arkadaşlığı kavramımız, • Ve Yüce Türk milletinin bize karşı beslediği engin güven duygusu oluşturacaktır. Bu bağlamda, saydığım bu dört temele gözümüz gibi bakacak ve koruyacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bugün ülkemizde gözlemlediğim güvenlik bağlamında bazı yaygın endişelere ve beklentilere ilişkin görüşlerimi de ifade etmek isterim. 1. Bugün Türkiye’de etnik milliyetçiliğe dayalı bir bölücü terör tehdidi söz konusudur.Kara Kuvvetleri Komutanlığı Devir Teslim Töreni’nde söylediklerimi açıkça bir kere daha ifade etmek istiyorum: İnsan hakları, barış, özgürlük ve demokrasi gibi çağımızın yüksek değerlerini kendisine kalkan edinen malum örgütün ve bu örgüte destek verenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır. Devleti ile, milleti ile ve güvenlik güçleri ile Türkiye Cumhuriyeti, bu tehdidin üstesinden gelecektir. Hiçbir mihrak, yurt içi olsun, yurt dışı olsun, hangi metodu denerse denesin, hangi gayriinsani ve gayriahlaki yollara başvurursa vursun, bizim mücadele azmimizi ve ka |
|||