|
|||||
|
|||||
3 Kasım 2002 seçim sonucu alındığında pek çok kimsenin ortak yargısı şu olmuştu; “AKP anayasal bir partidir, bu seçim sonuçları yasaldır ama AKP’nin iktidarının meşruiyeti tartışmalıdır!”. Bu ifadeler daha seçimin sonucu alındığında, çok iyi anımsıyorum, Reha MUHTAR’ın idare ettiği Star televizyonu programında söylenmişti, ardından da söylendi durdu. Seçimin yapılmış olması, halkın oyunu kullanmış olması ve halkın temsilcileri meclise göndermiş olması, kimilerine göre “demokrasinin” varlığının kanıtı olarak gösterilmektedir. Oysa, bu eylem demokrasiden daha önce ve aslında “adına cumhuriyet “dediğimiz siyasi rejimin uygulandığını gösterir. Halk İran’da da, ABD’de de, Irak’ta da sandığa gidiyor. Bu, demokrasinin kanıtı mıdır? Demek ki, Türkiye’deki meseleye de böyle bakmak gerekiyor.
Tesettür ve imam hatip okulu sorunuAKP’yi iktidara taşımıştır. Ancak, anayasayı bile değiştirecek çoğunluğa sahip olmalarına karşın bu sorunları çözecek adımları atamamışlardır. Yani iktidar olmuş ama ‘muktedir’ olamamışlardır. Öte yandan 2001 ekonomik krizi sonrası kurtarıcı mesih olarak getirilen Kemal DERVİŞ’in reçeteleri, AKP iktidarını üç yıl boyunca korumuş ancak bunu AKP’nin kurmayları görememiştir. Olaylar gösteriyor ki, hükümet, başarının kendilerine ait olduğunu her fırsatta dile getirirken, DERVİŞ planlarının belli bir tarihte sona ereceğini hiç düşünmemişler bile. Üstelik, Türkiye’deki bahar havasının uluslararası arenada özellikle ABD Merkez Bankası tarafından yürütülen ekonomik programlardan kaynaklandığını bile farketmemişler. Bunun yanısıra Türkiye ekonomisinin ne denli kırılgan olduğunu, ‘kelebek etkisinin’ gelişmiş ekonomilere göre bizde fırtınalar şiddetinde sonuçlar yarattığını hiç düşünmemişler, tartışmamışlar bile... Hiç kuşkusuz uzmanlara kulak vermeliyiz ve onların söyledikleri, “Türkiye’deki krizin ana etkeni dış dünyada olanlardır” tezi haklıdır. Ama, ülkeyi yönetmeye soyunanlar strateji ve taktik ustası olmak zorundadır ve strateji ustalığı Türkiye’yi doğru analiz etmekle kanıtlanır. İşte bu noktada AKP hükümeti ve kurmayları sınıfta kalmıştır. Neden? Cumhuriyet tarihimiz boyunca 59 hükümet kurulmuş, kaç hükümete bu kadar geniş tolerans tanınmıştır bilemiyorum ama beşi geçmez diye tahmin ediyorum. ERDOĞAN hükümeti kendilerine duyulan zorlama güveni hızla yıkınca, ekonomideki bu ağır darbe kaçınılmaz olmuştur. Uzun zamandır ‘türban’ konusundaki tutarsızlık, 23 Nisan törenlerinde Bülent ARINÇ’ın hormonlu çocuğu meclis kürsüsünden konuşturması, bazı bakanların sağlık sorunu ve çocuklarının nişanını bahane edip bu törenlerde ortalıktan kaybolmaları, Danıştay cinayetinin gerçek nedeni olan ‘türban’ kararını gözlerden kaçırmaya çalışmaları, katil zanlısı avukatın cebinden çıkan gazetenin bir bakan tarafından ‘en güvendiği gazete’ olduğu açıklaması, Van 100. Yıl Üniversitesi rektörüne yapılanlar ile Şemdinli olayları ve ardından Van cumhuriyet savcısının hazırladığı fezlekenin içeriği, asıl önemlisi de cumhurbaşkanlığı seçimi konusunun AKP’nin inat alanı olarak ilan edilmiş olması, ekonomideki ağır faturayı yazan asli nedenlerdir. Hükümet asıl kredisini merkez bankası başkanı atamasında tüketmiştir. Faizsiz bankacılık konusunda uzman olduğu belirtilen bir kişinin ısrarla bu mevkiye atanmak istemesi, veto yiyince de her noktaya olduğu gibi buraya da “başı bağlı bir kadının kocası atanmalıdır” kararlılığı, iç ve dış ekonomi dünyasını kuşkuya sürüklemiştir. Siz bu saydıklarıma Yaşar BÜYÜKANIT’ın Genelkurmay Başkanlığı’nın engellenme girişimleriyle, Irak Harekâtı sırasında yapılanlar ya da yapılmayanlar ile, ABD’nin Irak başarısızlığını ve büyük ekonomi yükünü de ekleyiniz. O halde, bu inatlar yüzünden bazı uzmanların hesaplarına göre Merkez Bankası’nın 2,5 milyar (bazılarına göre 3,5 milyar) Amerikan doları yakılmıştır. Sonuç ne olmuştur? Hiç. Yine uzmanların ifadesine göre bugünkü Merkez Bankası Başkanı teknik bir eleman olarak kusursuzmuş. Ancak unutulmasın ki, hiç bir savaşta, savaş stratejisi ‘generalin şanslı doğmuş olması ve onun mükemmel bir kurmay subay oluşu’ üstüne kurulmaz. Peki ne üzerine kurulur? Bunun yanıtını arayanlar günümüzden 2500 yıl önce yaşamış olan Sun Tzu’dan itibaren yazılmış onlarca kitaba bakabilirler. Asıl ustalık; ‘belirsizliği ya ortadan kaldırmak ya da en aza indirmektir’. Ama bunun için once ‘matematik akıl’ gerekiyor. Bu ise laik düşünce sistemini özümsemek ve onun mekteplerinde okuyup, gereğini yerine getirmekle olur. Gerisi lâf ü güzâftır... Öte yandan iyi yetişmiş teknik adam, piyasa müdahalesini önce 9 Mayıs’ta ardından 6 Haziran’da yapardı. 15 Haziran’da da yapılması gereken müdahale yine yapılmamıştır ya da yapılamamıştır. Yapılmayan müdahaleler için bu bir taktiktir deniyorsa söyleyecek sözüm yok! Ama şu da unutulmasın ki; “yanlış strateji taktik düzenlemelerle zafer getirmez”. Hâlâ yapılabilecekler var ve strateji sanatçılığı ile taktik ustalığı istiyor. Bazen oyun alanından çekilmeyi bilmek de stratejidir ve ciddi ustalar bunu yaparlar. Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya’nın doğusuna çekilen Mustafa Kemal gibi... geri çekilmek mağlup olmak ya da savaşı kaybetmek demek değildir, belki muharebeyi yitirirsiniz ancak aslolan “savaşı” zaferle taçlandırmaktır. İlk atılacak adım, cumhurbaşkanlığına hiçbir AKP’linin aday olmayacağının açıklanmasıdır. Ne Tayyip bey ne de bir başkası buraya aday olmayacaktır. Gazi’nin evine toplumun üzerinde anlaştığı ve meşruiyeti hiç tartışma konusu olmayacak birsinin çıkması gereklidir. Belki bir gün, Çankaya Köşkü’ne başı bağlı bir hanımefendinin kocasının çıkışına toplum vize verebilir. Ama o gün, bugün değil! Cumhurbaşkanlığına en doğru adaylardan birisinin Danıştay Başkanı Sumru ÇÖRTOĞLU olduğunu düşünüyorum. Hem cumhuriyet tarihini ilk kadın cumhurbaşkanı olur ve bizeçok yakışır hem de bu dönemi kazasız belasız atlatmamıza yardımcı olur. Hukukçu oluşu nedeniyle de tıpkı Ahmet Necdet SEZER gibi AKP’nin tüm yasa uygulama eksiklerini önler. Yoksa tüm anayasal kurumlarıyla kavga ederek, basın aleyhine sürekli dava açarak, aritmetik çokluğa güvenip istediğim her şeyi yaparım diyerek, toplumun güven duygusunu yitirerek hiç bir mucize ekonomi reçeteleri uygulanamaz. Stratejinin yüzün üstünde yapılan tanımına karşın, en yalın tanımı şudur: “Olanaklarla koşulları örtüştürme sanatı”. |
|||||