|
|||||
|
|||||
Gerek küresel gerekse ulusal düzeyde genel ekonomik görünüm pek iç açıcı değil. Çok uzun bir süredir geliyorum diyen büyük bir istikrarsızlık dalgasının ayak seslerine kayıtsız kalıp pembe tablo çizerek günü kurtarmaya çalışanlar bugün için ne yapacaklarını bilemez durumda. Piyasalardaki dalgalanmalar büyürken belirsizlik ve kırılganlık hızla tırmanırken, riskten kaçınma eğilimi güçleniyor. 2008 yılı Ocak-Temmuz itibariyle cari açığımız 31,5 milyar dolara yükselmiş; yine bu yılın ikinci çeyrek dönemine ilişkin ekonomik büyüme ise %1,9 oranına gerilemiş; enflasyon ise çift haneli rakamlarda gezinmeye devam ediyor. Bir yandan dışa bağımlılık artarken rekabet gücünü kaybeden sınai ve tarımsal üretim ayakta duramıyor; asıl önemlisi gelir dağılımındaki bozulma olumsuzlukların dalga dalga genişleyerek artmaya devam edeceğini söylüyor. Borç-alacak zinciri kırılmaya doğru koşuyor; krediler yüksek hızda artar ve yatırımda kullanılmazken yaşanan ekonomik daralmanın hayra alamet olmadığını görmek için ekonomi bilmek gerekmiyor. Yaşanacak büyük sıkıntılarda en büyük sorumlunun şuursuz politikalar ve yarattığı eğilimler ile bu şuursuzluğu destekleyenler olacağı ise biliniyor. Küresel düzeyde ise tüm piyasaların oldukça sert dalgalanmalar altında bunaldığı dikkat çekiyor. Doların değeri ve hammadde fiyatları konusundaki yön ne olursa olsun sermaye piyasaları giderek yoğunlaşan satış baskısı altında bunalıyor. Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri eridikçe kredi krizi derinleşiyor, bilançolar yıpranıyor. Uzun süredir dengesizlikleri ve sorunları ağırlaştırmak pahasına ötelenen durgunluk bir şekilde kendisini hissettiriyor, günü kurtarma yaklaşımının sorunları çözmediği, ağırlaşmasını önlemediği sadece algılamaları körelttiği gerçeği açığa çıkıyor. Böyle olmasaydı, yalnız ABD’de sene başından bu yana batan banka sayısı 12’ye ulaşır, daha yüzlercesinin aynı kadere ortak olacağı beklentisi güçlenebilir miydi? ABD hazinesi iki ipotek devini kamulaştırarak kendi borç toplamının %60 büyüklüğünde bir rakama kefil olmak durumunda kalır mıydı? Ya da özetle söylemek gerekirse piyasaları rahatlatmak ve günü kurtarmak adına süper güç olmak isteyen bir ülkenin kendi insanlarının geleceğine ipotek koyması nasıl bir yaklaşımdır? Bu arada ABD ile Rusya arasında tırmanan gerginliği de unutmamak gerekiyor. Başta Kafkasya, Doğu Avrupa ve Ortadoğu ile Karadeniz bölgesindeki ekonomiler bu durumdan etkilenecek: sermaye ihtiyacı açısından bir tarafa enerji açısından ise diğer tarafa bağımlı olanlar muhtemelen hem bu iki tarafı hem de kendi insanlarını memnun edemeyecekler. Bir taraf ABD’nin tek süper güç olmasını engellemek konusunda kararlı, diğeri ise tek süper güç olamazsa tükeneceğini bildiği için çaresiz olursa ortaya çıkacak sıkıntı da hem büyük hem de yıkıcı olabilir. Gerek ekonomik, gerekse siyasi ve sosyal koşulları dikkate aldığımızda oldukça kritik bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Sistemik risk ‹kinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş düzeylerde seyrediyor ve yükselmeye devam ediyor. Etki alanını genişleten güvensizlik ise riskten kaçınma eğilimini yaygınlaştırıyor. Önümüzdeki dönemde durgunluk daha büyük sebep olabilir ve korumacı önlemlerin devreye girip yaygınlaşması kısır bir döngü yaratabilir. Bu süreçte sermaye hareketleri ve uluslararası ticarette oldukça büyük hacimli daralmalar yaşanabilir ve küreselleşmeyi savunanlar en çok kaybedenler grubunda açık açık başı çekebilir. Bu koşullar ülkemizde uygulanan programın da rafa kalkacağı günlerin pek uzakta olmadığı anlamına gelebilir! Yıllardır pembe tablolar yoluyla başkalarının sıkıntıya düşmesi pahasına kolay kazananlar bizi felaket tellallığı ile suçlamıştı. Ve onlar için öğrenme vakti geldi; başkaları için, çoğunluk için uygun gördükleri kader, kendi kaderleridir. Tersini iddia edenler bir süre için ancak kendilerini aldatmış olma gerçeğinden kaçamazlar… |
|||||