|
|||||
|
|||||
Tema Vakfı’nın her yıl yayınlamakta olduğu, Worldwatch Institute “2007 Dünyanın Durumu” raporu bu yıl “Kentsel Geleceğimiz” konusuna yer vermiştir. Bu yazımızda sizlerle bu çalışmanın ana görüşlerini paylaşmak istedim. Yirminci yüzyıl şüphesiz kentleşme yüzyılıydı. Tüm dünyada kırsal nüfusun kent nüfusuna olan üstünlüğü tersine dönmüş, kentler hızlanan ve çoğunlukla da arzu edilenden fazla bir büyüme yaşamışlardı. Akla hayale sığmayan dönüşümler geçirmişlerdi ve bu dönüşümler arkalarında olağanüstü bir dizi güçlüğü ve fırsatı miras olarak bırakmıştı. Yirmi birinci yüzyıl ise kentlerin yüzyılı olacaktır. Hayat kalitesini kesinleştiren savaşlar kentlerde yaşanacak ve sonuçlarının gezegenin çevresinde ve insan ilişkilerinde belirleyici etkisi olacaktır. 2008 yılında, 3,2 milyar insanın-kentlerde yaşamaya başlamıştır. Büyüyen bir nüfusun ve kırsal bölgeden gelen daha önce benzeri görülmemiş bir göç dalgasının ortak etkisi, sayısı Fransa’nın nüfusuna eşit, 50 milyondan fazla insanın her yıl dünyanın kentlerine ve banliyölerine eklendiği anlamına gelmektedir. İnsanlığın, ekonomimizin ve bizi destekleyen gezegenin geleceği, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar, dünyanın kentlerinde belirlenecektir. Kentsel merkezler aynı anda hem nefes kesen sanatsal yeniliklerin hem de dünyanın en acınacak ve rezil yoksulluğunun bir araya geldiği yerdir. Dünya ekonomisinin lokomotifleri olduğu kadar yabancılaşmanın, dini aşırılığın, yerel ve küresel güvensizliğe neden olan diğer kaynakların üreme yeridirler. Kentler artık hem çığır açan çevre politikalarının öncüleri hem de dünyadaki kirliliğin ve kaynak tüketiminin doğrudan veya dolaylı kaynağıdırlar. 1950’de sadece New York’un ve Tokyo’nun nüfusları 10 milyondan fazlaydı. Günümüzde bu sözde megakentlerden 20 tane var ve bunların çoğu Asya ve Latin Amerika’da. Ancak önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek büyümenin çoğu daha küçük kentlerde görülecek. Nüfusbilimciler 2015’e gelindiğinde Afrika’da nüfusu 1 ila 5 milyon arası değişen 59, Latin Amerika ve Karayipler’de 65 ve Asya’da 253 kent olacağını tahmin etmekte. Sadece 2030’a gelindiğinde ise, dünyadaki her 5 kentliden 4’ü şu an “gelişmekte olan” dünya dediğimiz yerlerde yaşıyor olacak. Bu dönüşümün demografik ve politik etkileri bizi sınayacak. Örneğin Çin’de her yıl milyonlarca insan kentlere taşınmaktadır. Çin yeni kentlilerin gereksinimlerini karşılama konusunda diğer pek çok ulustan daha başarılı olmuşsa da, ülkede toplumsal gerilimler kendisini göstermektedir. Günümüzün en az kente sahip kıtası olan Afrika ise, en hızlı kentleşen bölgedir ve şüphesiz ki bu eğilim, dünyanın halihazırda gerilimli olan bu kısmı üzerinde daha fazla toplumsal, ekonomik ve politik baskı oluşturacaktır. Afrika’nın ve Asya’nın yeni kentsel merkezlerindeki nüfus artışının büyük çoğunluğu “gecekondu” olarak bilinen plansız ve yeterince hizmet alamayan yerleşim alanlarındadır. Gelişmekte olan dünyadaki kentlilerin çeyreğinden fazlasının, yani yarım milyardan fazla insanın, temiz suyu ve sanitasyonu yoktur ve bunun sonucunda her yıl 1,6 milyonu ölmektedir. 21. yüzyıl kentlerinin yüzü genellikle küçük, kötü beslenmiş, yeni inşa edilen bir opera binasından, parıldayan işyerlerinden ve artık yoksul ülkelerde bile görmeye alıştığımız, arabalarla tıkanmış otobanlardan pek de uzak olmayan, Abidjan, Kolkata ya da Mexico City gibi bir kentteki geniş gecekondu mahallesinde yaşayan bir çocuğun yüzüdür. Bu çocuk sıklıkla elektriksiz, temiz su ve hatta yakınlarda bir tuvalet olmadan yaşamaktadır. Son yıllarda çoğu Avrupa ve Amerika kentinde hava kalitesi önemli derecede iyileşmiş olsa da; yanlızca Çin’de bile dünyanın en kirli kentlerinden 16’sı bulunmaktadır. Gecekonduda yaşayan bir çocuk için eğitim ve sağlık uzak birer hayalken kirliliğe karşı bağlı hastalık ve şiddet günlük, sıradan tehditlerdir. Kentlerde yaşayan yoksulların gereksinimlerini karşılayabilme becerimiz bu yüzyılın en büyük insani zorluklarındandır. Aynı zamanda da lüks dairelerin yanıbaşında yaşayanların güvenliğinden kutuplardaki buzulların istikrarına kadar temel küresel gelişmelerimizi belirleyecektir. Dünyanın kalan sağlıklı ekosistemlerini kurtarma savaşının tehdit altında olan tropik ormanlarda ya da mercan kayalıklarında değil de gezegenin en yapay manzaralarından birinin sokaklarında yapılacak olması çok ironiktir. Kent ortak bir rüyadır. Bu rüyayı inşa etmek büyük bir öneme sahiptir. Bu olmadan kentte yaşayanların o çok gereksinim duyulan katılımı olmayacaktır. Bu nedenle kentin kaderi üzerinde söz sahibi olanlar senaryolarını açıkça yazmalıdırlar, bunlar çoğunluğun arzu ettiği, tüm bir neslin çabalarını harekete geçirebilecek senaryolar olmalıdır. Kent bir planlama modeli, ekonomik politika aracı ve toplumsal kutuplaşmanın merkezi olmaktan çok bir değişim yapısıdır. Bir kentin ruhu –onun nefes almasını, var olmasını ve ilerlemesini sağlayan güç- içinde yaşayan her bir kişide mevcuttur. Kentler dayanışmanın sığınağıdır. Küreselleşme sürecinin insanlık dışı sonuçlarından korunmayı sağlayabilirler. Bizi yalıtılmış bölgelerden ve kimliksizliğe karşı koruyabilirler. Diğer yandan en vahşi savaşlar kentlerde, dışlanmış çevrelerinde,zengin alanlar ile mahrumiyet içindeki gettolar arasında yapılmaktadır. Kendimizi şimdiki ve gelecekteki nesillerin yerine koymadığımız için en ağır çevresel yükler burada da üretilmektedir. İşte tam da bu nedenle daha huzurlu ve dengeli bir gezegene doğru ilerlemeyi kentlerimizde başarabiliriz, böylece kentsel bir dünyaya korku yerine iyimserlikle bakabiliriz. |
|||||