YVAN DE COCK

Türkiye’nin AB’ye Katacağı Çok Şey Var
 
Bugün Türkiye’de öyle hızlı büyüyen bir pazar var ki, karlar kar payı olarak hissedarlara dağıtılmaktan ziyade yeniden yatırıma yönlendiriliyor. Nitekim Fortis Türkiye’de 2005 yılında elde ettiği karın tümünü bankanın büyümesini finanse etmek için yeniden yatırıma yönlendirmiş bulunuyor. Son olarak da, sermayemizi Fortis Grubu’nun yapacağı 175 milyon Euroluk bir katkı ile artırma kararı aldık.
 
Fortis’in ileriye yönelik olarak Türkiye’deki stratejileri nelerdir?
Fortis 2009 sonu itibarı ile pazar payını ikiye katlamayı amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda, yine 2009 sonu itibarı ile şube sayımızı 300’e çıkartmayı, modern bankacılık hizmetlerini toplumun ve iş dünyasının daha geniş kesimlerine ulaştırmayı hedefliyoruz.

Bazı pazarlar daha fazla gelişme imkanı sunabiliyor. Örneğin perakende bankacılık Türkiye’de büyük gelişme potansiyeli taşıyor. Aynı şekilde, özellikle kredilerde hızlı bir büyüme sergileyecek olan KOBİ pazarı da benzer bir potansiyele sahip. Basel II kriterlerinin uygulamaya konulacak olması hem KOBİ’ler, hem de bankalar açısından ciddi fırsatlar oluşturuyor. Şirketlerin şeffaflaşmasıyla birlikte, bankalar da bu şirketlere kredi verirken karşı karşıya oldukları riskleri daha net görebilecek ve fiyatlandırmayı buna paralel belirleyebilecekler. KOBİ’lerle çalışmak Fortis Grubu’nun bugüne kadar en güçlü olduğu alanlardan birini oluşturmuştur. Bu nedenle bu pazarı çok iyi biliyoruz. Türkiye’de tüketici finansmanı müşterilerimize ek olarak, KOBİ’lere de yeni hizmetler sunmak istiyoruz.

2007 yılında Türk Ekonomisini makro olarak nasıl görüyorsunuz?
Türk ekonomisinin son 4 yılda ortaya koyduğu güçlü performansı ve dünya ekonomisindeki koşulları göz önüne aldığımda büyümenin 2007’de de süreceğini tahmin ediyorum. Ancak 2006’nın son çeyreğiyle ilgili değerlendirmeler büyümenin yavaşladığını gösteriyor. Dolayısıyla büyüme hızı gelecek sene biraz daha düşük olabilir.

2007 yılında yapılacak olan seçimlerin etkilerine bağlı olarak faizlerdeki trendi yukarı mı, yoksa aşağı doğru mu bekliyorsunuz?
Merkez Bankası enflasyonla mücadeleye öncelik veriyor. Faiz politikalarının da bu öncelik çerçevesinde değerlendirileceğini düşünüyorum. Siyasi cephede,uluslararası veya ulusal gerilimlerden kaynaklanan ciddi kaygıların ortaya çıktığı dönemler dışında, faiz oranlarında yukarı doğru bir hareketyaşanmasını beklemiyorum. Ancak hızlı bir düşüş olacağını da sanmıyorum. Faiz oranlarında uzun vadeli trend aşağı doğru olacaktır, ama bu daha ziyade kademeli bir şekilde gerçekleşecektir.

Seçim dönemlerinde genel olarak ekonomik politikaların olumsuz etkilendiği doğrudur. Ancak Hükümet’in son yıllarda büyük çabalarla sağlanan bütçe disiplinini ciddi şekilde bozacak bir yaklaşım içinde olacağını sanmıyorum.

Uluslararası bankaların Türkiye’ye gelmeleri, Türk Bankalar ile ortaklık kurmaları sizce daha ne kadar sürecek?
2005 – 2006 yıllarında Türk bankacılık sektörüne 12 milyar dolar civarında doğrudan uluslararası yatırım geldi. Bu, Türkiye’ye ve Türk bankacılık sektörüne duyulan güvenin ve gelecekle ilgili olumlu beklentilerin güçlü bir göstergesidir. Finans sektöründeki uluslararası yatırım süreci, büyüme için ek sermayeye olan ihtiyaçla birlikte, 2007 yılında da devam edecektir.

Yabancı bankaların Türkiye’deki yatırımlarına karşı olanlar var. Bu düşünceyi nasıl karşılıyorsunuz?
Şu ana kadar, uluslararası bankaların Türkiye’deki yatırımlarıyla ilgili çok fazla nesnel değerlendirme duymadım. Ben, belirli kesimlerin zihnindeki direnişin, reel ekonominin koşullarına veya finansaliddialara dayanmaktan ziyade, büyük ölçüde duygusal olduğunu düşünüyorum.

Uluslararası bankaların yerel bankalardan farklı davranacağına inanmak için ortada herhangi bir sebep yok.

Bankacılar da işadamıdır. Tıpkı diğer işadamları gibi, onlar da bir şirketi büyütmenin ve sadece hissedarlar değil, çalışanlar ve diğer paydaşlar için de refah yaratmanın tek yolu olan yatırımlarından makul bir kar elde etmek isterler. Elbette, uluslararası bankalar veya hissedarlar kar ettiklerinde, bir aşamada Türkiye dışındaki ana şirkete kar payı ödenecektir. Ancak, böyle bir durum, karlı bir faaliyet geliştirildiği anlamına gelir ki, bu da ilgili tüm tarafların yararınadır. Dahası, bugün Türkiye’de öyle hızlı büyüyen bir pazar var ki, karlar kar payı olarak hissedarlara dağıtılmaktan ziyade yeniden yatırıma yönlendiriliyor. Nitekim Fortis Türkiye’de 2005 yılında elde ettiği karın tümünü bankanın büyümesini finanse etmek için yeniden yatırıma yönlendirmiş bulunuyor. Son olarak da, sermayemizi Fortis Grubu’nun yapacağı 175 milyon Euroluk bir katkı ile artırma kararı aldık.

Türkiye’de kimi çevrelerde, uluslararası bankaların KOBİ’lere kredi vermeye daha isteksiz olacakları yönünde bir korku olduğunu görüyorum. Oysa KOBİ pazarı Türkiye’deki bankalar açısından oldukça karlı bir pazar oluşturuyor. Dolayısıyla, böyle bir bakış iş dünyası açısından mantıklı değil. KOBİ’ler Fortis için, gelecek yıllarda daha fazla büyümeyi sağlayacak çok önemli ve büyük bir segment oluşturuyor.

Fortis gibi güçlü uluslararası hissedarların desteği, Türk bankacılık sektörüne bir ek istikrar unsuru olmasının yanı sıra pazara da daha fazla likidite getiriyor. Uluslararası yatırımcılar, pazardaki rekabeti de artırıyorlar. Bu da müşteri açısından faydalı bir durumdur.

Son olarak, uluslararası yatırımcıların varlığı güçlü yerel bankaların var olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin, dünyada en fazlayabancı bankaya ev sahipliği yapan İngiltere’de, İngiliz bankalarının bazıları Avrupa’nın en büyük ve en güçlü finans gruplarının içinde yer almaktadır.

Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını destekliyorum. Dinamik ekonomisi, genç nüfusu, 70 milyonluk pazarı ve girişimci ruhuyla Türkiye’nin AB’ye katacağı çok şey var. Türkiye’nin katılımı AB’yiekonomik açıdan güçlendirecek ve bölgeye daha fazla siyasi istikrar kazandıracaktır. AB üyeliği de Türkiye’ye daha fazla refah getirecek, yatırımcı güvenini pekiştirecek ve ekonomik ve finansal reform süreci için sağlam bir çapa oluşturacaktır. Bu bakımdan Türkiye’nin AB üyeliği her iki tarafın da yararınadır.

Her iki taraftaki politikacı ve kanaat önderleri bu ortak çıkar mesajını kamuoylarına vermek gibi zorlu bir görevle karşı karşıyalar. Bu elbette zaman alacak ve birçok engelin aşılmasını gerektirecek bir süreçtir. Bunu herkes bilmeli.