|
|||||
|
|||||
Her demokratik devlet düzeninde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de ulusal menfaatlerine ulaşabilmesi için, üzerinde kurulduğu ilkeler temel alınmak koşuluyla öncelikle devletin bekası ve güvenliği ve milletin refahı tesis edilmelidir. Devletin bekası ve güvenliği ve milletin refahı her durumda birinci önceliklidir ve devlet organizmasının varlık sebebidir. Yaşayan organizmalarda uzuvların, organların ve hücrelerin yerini, devletlerde kurumlar, sivil ve asker bürokrasi, medya, özel sektör ve sivil toplum gibi örgütlü yapılar üstlenir.
Her organizma varlığını sürdürmek amacıyla doğası gereği, çeşitli sebeplerle uzuvlarında başlayan hastalıklarla, yaralanmalarla ve rahatsızlıklarla mücadele eder. Bu mücadele doğal olarak ana organizmayı korumaya programlı bütün hücreler ve yapılar tarafından gerçekleştirilir. Devletlerde de aynı şekilde oluşturulmuş savunma mekanizmaları vardır ve gerektiği yerde devreye girerek, birinci öncelik olan devletin bekası ve güvenliği ve milletin refahının tesis edilmesi amacıyla, kanunlarla kendilerine verilen yetki ve sorumluluklar çerçevesinde, devletin bekası ve güvenliğini ve milletin refahını tehdit eden unsurlarla mücadele eder. Demokratik devlet düzenlerinde yasama, yürütme ve yargı erklerine ilave olarak, 4. güç olarak anılan medya ve 5. güç diyebileceğimiz sivil toplum örgütleri de pozisyonları ve demokrasi ortamında kendilerine tanınan yaşam alanlarında, varoldukları devlet düzeninin bekasına ve güvenliğine ve milletin refahına hizmet etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülük Anayasa’mızda ve kanunlarımızda da açıkça belirtilmiştir.
Bu girişten sonra, Türkiye Cumhuriyeti devletini de yaşayan bir organizma olarak değerlendirirsek, kurucu irade olan Atatürk’ün bugünkü varoluşumuzun sebebi olan görevini tamamlayarak aramızdan ayrılmasından sonraki süreçte, devletimiz uzunca bir süredir, yine Atatürk’ün bizlere armağan ettiği demokrasi ortamında varolma imkanı bulan kendi organları tarafından, büyük bir aymazlık hatta ihanet süreci içerisinde yavaş yavaş kemirilmiş ve giderek iyileştirmesi daha zor bir hastalık sürecine sokulmuştur. Aymazlıktır, çünkü bu süreç en hafif ifade ile kendi bindiği dalı kesmektir, ihanettir çünkü kendi varlığını armağan eden kurucu iradeye karşı hareket etmektir, ve yine her ikisi de kanunlarla yasaklanmıştır. Bugün içinde bulunduğumuz sürecin nasıl bu noktaya kadar geldiğini anlayabilmemiz için, öncelikle baktığımız yeri ve ölçeği değiştirmemiz gerekmektedir. Devletlerin hayatı, insan ömrüne kıyasla çok daha uzundur, dolayısıyla etki – tepki süreçleri de bu oranda farklıdır. Bazen 10 yıl, 50 yıl hatta yüzlerce yılda yaşanan olaylar, tarih kitaplarında sadece bir kaç satır içinde ifade edilerek geçilir. Bugün için, geleceği öngöremeden kendi insansal ölçeğimiz ve vizyonumuzla bakarak, son derece masumane olarak algılama ve değerlendirme yanılsamasına düşebileceğimiz, magazin ve televole kültürü – kültürsüzlüğü bu söylediğim açılım içinde değerlendirirsek, ne yazık ki bizim düşündüğümüzden çok daha büyük bir tehdittir. Türkiye’de son 10 yılda yazılı, görsel ve işitsel medyanın uygulama konusunda geldiği nokta ve kaçınılmaz olarak birinci derecede etkileme gücüne sahip olduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarında yavaş yavaş ama planlı ve kısa dönemde bilinçli, ancak yukarıda değindiğim gibi uzun dönem için aymazlık içerisinde yarattığı değişim, kurucu iradenin kimliğine, ahlakına ve vizyonuna aykırı bir toplumun şekillendirildiği bir tezgah haline dönüşmüştür. Kişisel kanaatim olarak, uygulayıcılarına çok hızlı bir sosyo-kültürel ve ekonomik büyüme fırsatı veren bu tezgahta, kısa dönem menfaatleri uğruna buna içeriden alet olanların ihanet değil ama aymazlık içerisinde olduğunu düşünüyorum. Bütün bu gelişmelerin, kendi kafamda yapmaya çalıştığım uzun döneme dönük projeksiyonlarda, büyük bedeller ödenerek ve yokolmanın eşiğindeyken belki de son bir şans olarak, Mustafa Kemal gibi tarihte eşi görülmemiş bir liderin bize nasip edilmesi sayesinde kazandığımız Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasına, güvenliğine ve milletimizin refahına çok önemli bir tehdit olduğunu düşünüyorum. Devletleri var eden unsur, onun kucağında birlikte yaşama isteğinde bulunan ve bunu koruma azmi ve kararlılığında olan milletidir. Devletin görevlerinden biri de, kendi bekasını ve güvenliğini sağlayan milletini oluşturan her bir yurttaşı doğduğu günden itibaren, en iyi şekilde yetiştirilmesi, eğitilmesi, yetenekleri ve seçimleri doğrultusunda en uygun fırsatların yaratılması ve elbette yaşamı boyunca daha pek çok sosyal imkanın sunulmasıdır. Sözün özü, herşeyin başı insandır. Devlet, insanına yatırım yaptığı ölçüde güçlenir ve yeni kuşaklara o oranda daha büyük hizmet eder. Bu hizmet anlayışı karşılıklıdır ve birlikte ilerlemeyi ve büyümeyi getirir. Karşılıklı güven ilişkisinin sağlandığı ortamlarda devlet kazanır, vatandaş kazanır, herkes kazanır. Bu sinerjiyi yaratabilmek için devletin resmi güçlerinin yanısıra, en az onlar kadar etkin olabilecek 4. ve 5. güçlere de büyük görev ve sorumluluk düşer. Bu açıdan bakıldığında, medyanın, geleceğin beyinlerine, üretken akıl ve ellerine, yani bugünün tertemiz ve saf çocuklarının zihin haritalarına televole ve magazin kültürsüzlüğünü ekmesi, uzun dönemde bizim için büyük bir tehdittir. Çünkü bugünün çocukları geleceğin üreticileri, işadamları, sanayicileri, sanatçıları, edebiyatçıları, sporcuları ve askerleri olacaktır. Gelecekteki insan kaynağımızın bu tezgahın elinden geçmesi, geleceğimiz için büyük bir tehdittir. Bu konuda; “beğenmeyen seyretmesin”, “bilmem kaç tane televizyon kanalı var, isteyen istediğini seyreder”, veya “en çok ‘rating’i alan programlar bunlar, dolayısıyla insanlar bunu istiyor, biz de onlara istediklerini veriyoruz”, “bütün dünyada benzeri programlar var” gibi bir savunma yapmak ve bu savunma karşısında eli kolu bağlı durmak, en azından aymazlıktır. Bugün en çok sunulan ve dolayısıyla takip edilen haberler, cinayet, şantaj, kavga, seks, magazin, özel hayat, futbol konularındadır. Bugün cinayet haberleri ve özel hayata ait konular bile insanlara ucuz bir fotoroman şeklinde canlandırmalarla veya gerçek karakterlerin katılımıyla sunulmaktadır, bir satırla ifade edilecek haber dakikalarca sanki ödüllük bir film prodüksiyonu yapılıyormuş edasıyla hazırlanmakta ve bu hazırlığın bedeli de bu ülkenin özkaynaklarından ödenmektedir. Şu anda Türkiye’de bazı kanallarda hakim olan TV yayıncılığı anlayışını çoğumuz üzülerek hatta utanarak izliyoruz. Neredeyse 24 saat magazin, şiddet, özel hayatın en çirkin şekliyle afişe edilmesi, ekranları dolduran sosyopat kişilikli insanlara yaptırılan saçma sapan yorumlar, toplumumuzun değerlerine aykırı sayısız unsur bulunan yayınlar, yozlaşmış ve yozlaştıran bir anlayışla, hatta haber programı adı altında bile gün boyu bazı TV kanalları dolduruluyor. Yayın ilkeleri, 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlar Hakkında Kanun’un 4. maddesinde açıkça belirtilmiş olan RTÜK’ün görevi, yetki ve sorumlulukları hakkında aşağıda bir kaç madde üzerinden sizlerle bir başka konuyu da paylaşmak istiyorum. e) Yayınların toplumun millî ve manevî değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması. f) (Değişik:03/08/2002-4771/8) Özel hayatın gizliliğine saygılı olunması v) (Değişik : 03/08/2002-4771/8) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması. z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve RTÜK’ün kendisine kanunen verilen yetkilerini ve sorumluluğunu, yukarıya sadece 4 tanesini aldığım toplam 23 maddelik uyulması gereken yayın ilkeleri konusunda ne kadar yerine getirdiğini düşünün. Yeri burası olmamakla birlikte hoşgörünüze sığınarak, yönetim kurulu başkanlığını sürdürmekten büyük onur duyduğum AKUT derneğinin 45 saniy |
|||||