Yıllardır görme fırsatı bulduğum 185 ülkede yediğimi içtiğimi kendime ayırıp gördüklerimi seyahat meraklılarıyla paylaştım; kitaplar, gazete ve dergi makaleleri kaleme alarak, fotoğraf sergileri açarak, söyleşilere katılarak. Üstelik seyahatin insanı esiri eden bu tutkulu yüzüyle tanışmış olsun olmasın herkese, dünya uygarlıklarına, dünya iklimlerine, dünya zenginliklerine ve hepsinden önemlisi dünya insanlarına dair söyleyeceklerim var ve bu insanlardan bir dünya vatandaşı olarak getireceğim sıcacık bir “selam” var. Bir ülkenin insanlarından ve kültüründen kazanılmış bilgi ve görgü insanı zenginleştireceğine, çoğaltacağına inanıyorum. Seyahat, kişinin hoşgörüsünü, yaratıcı yanını, duyarlılığını artıran bir okuldur ve bu okulun yaşı yoktur. Gönül gözüyle bakan kişi, kendi kültüründen olmayan insanların geleneklerini anlamaya çalışır. Bunu başardığı an, sevgiye giden son kapı da açılmış olur. Her yeni gezi, insanı önyargılarından biraz daha arındırarak bilinçlendirir, yeni ufukları önünde açar; herkese, din, dil, cinsiyet, ırk ve milliyet kalıplarının dışında "insan" olarak bakmayı öğretir. Dünyanın, ancak insanla, temiz bir çevreyle ve sağlıkla değerli olduğunu ve bu çeşitliliğin büyük bir hazine olduğunu gösterir.
Gezdiğim beş farklı kıt’adaki yüzlerce ülkenin insanlarıyla birçok şey paylaştım. Aynı trene, aynı otobüse bindim, lokantalarında ve kahvelerinde aynı masalara oturdum, birlikte televizyon seyrettim, yaşayışlarına kısa süreli de olsa ortak oldum ve birçok dost edindim. Bu süreçte gördüğüm değişik uygarlıkların ve kültürlerin bende bıraktığı izleri diğer insanlarla paylaşmaya çalıştım.
Dünyanın herhangi bir yerini insanını tanımadansadece coğrafyası ile anlamaya ya da anlatmaya çalışmanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, Nepal`de incik-boncuk satmaya çalışan kadının yüzündeki kaygıların aynısını Honduras`taki taksicinin yüzünde de görebilirsiniz: Kaygı, mutluluk, üzüntü, saflık, gizli bir hüzün ve hepsinin bileşiminden doğan ve daima var olan bir umut... Bugüne kadar gezdiğim ülkelerde değişik yapılar, bitki örtüsü ve iklimler gördüm; fakat değişmeyen tek şey, insanların yüzlerindeki ifadelerdi.
Bazen yolun bir noktasındagözlerinize dikilmiş bir çift minik göz, tüm sevimliliğine rağmen sizi bulunduğunuz noktada sendeletiyor ve yoğun bir suçluluk duygusuna kapılmanızı sağlıyor. Örneğin, Hindistan’daki milyonlarca evsiz ailenin, bu dünyadaki ilk günlerine sokakta başlayan yaşamın faturasını en ağır biçimde ödeyen çocukların gözlerinde de rastlayabilirsiniz bu tanıdık ifadeye. Vietnam’da bir ekmek parası koparabilmek için birden elimi tutan ve gömleğime yapışıp beni takip eden küçük bir kızın “donduran” çekik gözlerinde karşılaştığım ifade bana hiç yabancı gelmemişti. Çünkü, Zaire nehrinin kıyısında gelen geçene kâğıt mendil satmaya çalışan kız çocuğunun gözlerinde de vardı aynısı. İşte bu ifadeye bir isim koymak istedim: “Masumiyet”. Bunu özellikle çocuklarla özdeşleştiriyorum; çünkü günümüzde bu kelimeyi en iyi anlamlandıran sadece minik yüzler ve minik gözler…
Dünyanın çeşitli köşelerinde fotoğraf çekme gibi bir merakınız varsa, bazı farklıtepkileri de göğüslemeniz gerekiyor. Örneğin Mayalar ve bazı Müslümanlar, fotoğraflarının çekilmesine karşı çıkarlar. Ama, çok ısrar ederseniz, sizden para almak şartıyla kabul edebilirler! Örneğin, Kongo’da fotoğrafını çektiğiniz bir yerli, ruhunu çaldığınızı düşünerek arkanızdan koca bir kaya fırlatabilir. Hatta fotoğraf makinenizi elinizden alıp ruhunu kurtarmayı bile deneyebilir. Guetamalâ’da fotoğrafını çektiğimi fark eden Pagan dinine mensup bir Maya kadını, hemen koşup objektifimin önüne geçerek arkadaşlarının fotoğraflarını çekmemi engellemişti. “Benim ruhum gitti, hiç olmazsa arkadaşlarımınki kurtulsun.” diye düşünüyordu belki de…
Tüm seyahatlerimde, sürekli kafamdaki “iyi gezgin” kimliğini doğrulayacak unsurlarda aradım gezmenin tadını. Bana göre iyi bir gezgin biraz serüvencidir, yeni ve program dışı olaylara olumlu bakar, hatta bunlara sevinir; çünkü günlerini dolu dolu yaşamak ister; yorgunluktan bazen bir otobüsün koltuğunda, bazen bir motorun kuytusunda uyuklasa bile… İyi bir gezgin sadece küçük, orijinal hatıra eşyaları satın alır ve evinde bir anılar müzesi oluşturur. İyi bir gezgin, iyi bir yürüyüşçüdür aynı zamanda. Çünkü, bir kenti anlamanın ve yaşamanın en iyi yolunun yürümekten geçtiğinin bilincindedir. Ayakları sızlayana kadar dolaşır. Yeni insanlar tanır, önüne tesadüfen çıkan bir kahveye girer, büyük bir zevkle o yörenin insanları ile konuşarak veya konuşmaya çalışarak yorgunluğunu giderir, bir müzik dükkânına girer, yörenin özgün müziklerini büyük bir dikkatle seçip alır, dönünce anılarını pekiştirir. İyi bir gezgin, karşısına çıkan bir şarküteriye girip, bölgenin kendine has peynir, şeker veçöreklerinin tadına bakar. Bir sokağın alışılmadık eğimi, bir evin penceresinden sarkan renk renk çamaşırlar, bir portakal ağacı, toprağın rengi, yaprağın yeşili, bir çocuğun gülüşü, çeşmeden su dolduran genç bir kızın ciddiyeti gibi ayrıntılar gezgin için önemlidir. Her kentin, her insanın, her kasabanın, her köyün, her tarlanın, her hayvanın türdeşinden oldukça “farklı” özellikleri vardır. İnsan bu özellikleri, bir başka deyişle kendi dar dünyası dışında kalan her şeyi ne derece ayrımsayıp duyumsarsa, o derece kendisine yakınlaşıyor, kendini anlaması ve tanıması kolaylaşıyor demektir.
Seyahatin dayanılmaz çekiciliğine kapılmış bedenimin küçücük adımlarıyla, kocaman dünyada yaptığım gezintiden bende kalanları sizlerle paylaşmak dileğiyle…
”Çok gezin” emi...
|