|
|||||
|
|||||
2003-2004 döneminde AKP hükümeti daha önceki koalisyon hükümetinin reformcu çalışmalarını devam ettirdiği gibi bunların boyut ve kapsamını hatırı sayılır ölçüde büyüttü. 2004 yılı sonunda Türkiye özgüven dolu, geleceğe umutla bakan, AB üyeliğinde son evreye davet edilmiş olan bir ülkeydi. Bu olumlu ortam ülkeyi yıllarca taşıdı. Yabancı sermaye girişleri düzenli arttı, siyasî ortam yumuşama emareleri gösterdi, Türkiye dışarıda `parlayan yıldız` olarak anılır oldu. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında yapılan reformlar ayarında ve onlardan farklı olarak toplumsal katılımı arkasına alan, iç dinamikten ziyadesiyle beslenen ve meselelerin özüne inen bu reformlar Türkiye`nin bugünkü istikrarının temelini oluşturmaktadır. 2005`ten itibaren bu pembe tablo giderek solmaya, kararmaya başladı. Hükümetpek çok iç ve dış nedenden reform sürecini durdurdu. Bu nedenler üzerinde bu sütunda defalarca durduk (Leyla Şahin kararı, PKK`nin şiddete başvurması, Kıbrıs`ta hayalkırıklığı, askeriyenin baskısı, AB başarısını oya tahvil etme refleksi, kimi AB politikacılarından gelen menfî beyanlar ve vizyonsuzluk). Reformlar zamanla aşındı ve bazı durumlarda (Terörle Mücadele Yasası, Polis Vazife ve Salahiyet Yasası) geriye gidildiği görüldü. Genel itibariyle Cemil Çiçek çizgisi olarak anılan bu zihniyet sonucunda Türkiye zaman kaybetmeye başladı. 2002-2004 döneminin demokratik kazanımları hızla erimeye yüz tuttu, AB işleri son derece yavaşladı, ülke AKP karşıtı girişimler ve Ergenekon çetesinin marifetleriyle çalkalanmaya başladı. 2008 sonu itibariyle, Mart 2009`da yerel seçimlerdeki görece yenilgi öncesinde hükümet, cılız da olsa reformcu çizgiye geri dönüş sinyalleri vermeye başladı. Simgesel değeri çok yüksek, Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kanalının yayına başlaması yeni dönemin habercisi konumundaydı. ArdındanAB işleriyle ilgili bir dizi çalışma geldi: 2003`ten bu yana bekleyen Ulusal Program`ın güncellenmesi, tam zamanlı bir AB bakanının göreve gelmesi ve ABGS`nin malî ve beşerî kaynaklarını artıran yasa. Mart seçimleri sonrasında yapılan kabine değişikliği ve Ermenistan, ardından Kürt açılımlarıyla yeni bir reformist döneme girildiği hissi giderek pekişiyor. Bu ivmenin daha çok başındayız. Önceki reformcu döneme oranla önemli farklılıklar içeren bir dönem bu. Bir defa AB dinamiğinden yoksun olarak gelişen bir ivme sözkonusu. Hükümet AB perspektifinin giderek gözden kaybolduğu bir dönemde adım atıyor. Avrupa`dan iki-üç kısık sesin dışında gelen bir destek yok. ABD`nin desteği ve telkinleri elbette önemli ama AB üyeliğinin yapısal önemi var. Bu yüzden Obama AB üyeliğimizi destekliyor. İkincisi önceki döneme oranla yapılması gereken işler çok daha zor, zira hem artık sorunların özüne inmek gerekiyor hem AB`ninitici dinamiği Türkiye`nin değişim sürecinden kendini soyutluyor. Üçüncüsü belki bu sefer kimsenin bu ivmeyi heba etme lüksü yok. İvmenin, AB`nin telkinleri olmaksızın tebarüz etmesi umut verici. Her ne kadar bu taze irade ve ivmenin ardında 2002-2004 dönemi başarıları, dolayısıyla AB dinamiği ve ABD`nin teşvikleri olsa da Türkiye`nin 1983`ten bu yana içinde bulunduğu dönüşüm süreci kendi dinamiklerini yaratmaya başladı. Ancak burada aşırı özgüvene yer yok. Devlet ve siyasetin adetleri, ülkenin demokratik gelenek ve müktesebatı yeni dönemin şantiyelerini gerektiği gibi idame ve idare etmekte yeterli değiller. Bu bağlamda AB adaylığının herşeye rağmen, tarihsel işlevi var. Bariz bir örnek, her fırsatta adını ettiğimiz AB`nin Bölgesel Politikası. Bu kamu politikası Kürt açılımının içini doldurmak için son derece uygun ve işlevsel. AB perspektifi sağlam bir Türkiye bu ve benzeri politikaları hayata geçirerek hızla yol alabilir. Şantiyelerin, kangren olmuş kadim sorunlarımızın artık kalıcı çözümünü gerektiriyor olmaları işin yükünü ve zorluğunu katlıyor. Tüm demokrasi, insan ve azınlık hakları konularındaki eksikliklerimizin anayasal ve yasal altyapılarını yeni bir toplumsal mutabakat ile yeniden yaratmamız gerekecek. Burada AB standartları önemli. Önümüzdeki dönemde hükümetin iradesi kadar muhalefetin ciddiyetine, AB dayanışmasına ve esas toplumun seferberliğine ihtiyaç var. Kolay değil ama çok iddialı ve umut verici. Elbette bu bağlamda ister istemez basın özgürlüğünü tehdid eden vergi cezasının stratejik ve taktik olarak ne anlama geldiğini anlamak hiç kolay değil. |
|||||