|
|||||
|
|||||
Bazı ülkeler süratle gelişirken diğerlerinin neden geri kaldığı tüm insanlığın ilgisini çekmiştir. Hele Osmanlı İmparatorluğu gibi bir dönem dünyaya hükmetmişken sonra birden çöken ülkelerin yok oluş nedenleri sosyal bilimciler için sürekli araştırma konusudur. | |||||
Araştırmalar gösteriyor ki milletler, kurdukları kurum ve kuruluşların becerisi ya da beceriksizliğine bağlı olarak yükseliyor ya da yerlerinde sayıyorlar. Değişime açık olmayan kurumlara sahip ülkelerse zaman içerisinde çöküyorlar. Bu teoriden hareketle söyleyebiliriz ki yüzyıllarca kıtalara hükmetmiş olan Osmanlı, bu durumunu kurmuş olduğu devlet mekanizmasına borçluydu. Yine aynı teoriden hareketle Osmanlı’nın çökmesini değişime ayak uyduramayan, kendini yenileyemeyen kurum ve kuruluşlarına fatura edebiliriz. Atatürk, hayatını Osmanlı’nın bu yanlışını düzeltmeye adamıştı. Cumhuriyetimiz, kurulan yeni kurumlar sayesinde karanlık günleri geride bırakıp onun hedef gösterdiği muasır medeniyet yolunda hızla ilerlemiştir. Ancak zaman içerisinde yeniden duraklamaya başlamamızın faturası bu gün değişime hayır diyenlere çıkmalıdır. Bu konuda en büyük yanlışı da dün değişim isteyerek ülkenin “makus talihini” değiştirmiş olan Atatürk’ün adını bugün değişime hayır demek için kullanmaya çalışanlar yapmaktadır. Ülkemizin ilerlemesi önündeki engellerden biri mesleksiz Türk’lerin milyonları aşmasıdır. Statükocular “eğitim bizim işimiz, kimse karışmasın” yaklaşımlarıyla bu konuda atılmaya çalışılan iyi niyetli adımların önüne set çekmektedirler. Bu ve benzeri engellemeler sonucunda meslek okullarımızda ve üniversitelerimizde, ama özellikle devlet üniversitelerimizde yaratıcı gençler yetişememektedir. Mezunlar, muasır medeniyetin yeniliklerini ancak çalıştıkları firmalarda görmektedirler. Bu nedenle üniversite mezunları dahi “ne iş olursa yaparız” kategorisine girmekte, “sanayici elemansız, elemansa işsiz” kalmaktadır. Yani eğitim konusunda devletin kurduğu sistem bu güne kadar maalesef ilerlememizin yeterli güçteki lokomotifi olamamıştır. Tecrübeler gösteriyor ki sadece bina yapmakla eğitim olmuyor. Para koyup bina yapmak eğitim sorununu halledebilseydi dolarlarını koyacak yerleri olmayan zengin Arap ülkeleri, dünyanın en gelişmiş yerleri olurdu. Bina yapmak işi çözseydi, bugüne kadar –gerek devlet imkanlarıyla, gerekse hayırseverlerin bağışlarıyla- yapılmış çeşitli okulları bitiren gençler kolayca iş bulur, sanayici de vasıflı işgücü diye inlemezdi. Kalıcı bir eğitim kurumunun organizasyonu, Eğitim Kompleksinin tefrişi, içindeki araç gerecin seçimi ve temini, laboratuarların donanımı, eğitmenlerin günümüz modern teknolojisine vakıf olacak şekilde eğitimi, yurt dışından eğitmen getirilmesi, yetiştirilecek öğrencilerin seçimi, müfredatın hazırlanması, idari sorunlar, bürokratik engeller, günlük sıkıntıların aşılması, tüm bunların finansmanı ve daha neler neler… Yıllardır yürütülen “okul yap, Milli Eğitim Bakanlığına devret” felsefesinin sonuçları, bu sıralananlarının kotarılması ve finansmanının en az arsa temini ve bina yapımıyla finansmanı kadar zor olduğunu göstermektedir. Evet, milletler, kurdukları kurum ve kuruluşların becerisi ya da beceriksizliğine bağlı olarak yükseliyor ya da yerlerinde sayıyorlar veya çöküyorlar. Milletlerin yükselmesi için en önemli kurumsa gençleri yaratıcı ve bilgi teknolojilerini kullanabilecek şekilde yetiştirebilecek eğitim kurumları. Ancak bu konuda kurduğumuz kurum ve kuruluşlar maalesef muasır medeniyetin gerektirdiği yaratıcı beyinleri yetiştiremiyor, ilerlememize yeterli katkıyı sağlamıyor. “Atatürk döneminin eğitiminin mutlak doğru” olduğunu varsayıp bu mutlak doğruyu korumak adına değişimi engelleyenler, yaptıkları kötülüğün ne za-man farkına varacaklar acaba? AB’nin eğitim normlarının bu konudaki katı tutumu yumuşatmasını ummaktan başka çaremiz yok galiba. |
|||||