|
|||||
|
|||||
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra
yeni bir düzenden söz edildi ve adına “yeni dünya düzeni” dendi. Bu deyim sanki inanlık tarihinde
ilk kez kullanılan bir keşif gibi yayıldı.
Oysa uzağa gitmeden Albert CAMUS’nün 1944 yılında yazdığı (Actuelles- Denemeler) (dip not) (Albert CAMUS, Denemeler, (çev: Sabahattin EYUBOĞLU-Vedat GÜNYOL), s.87-90 arası, Say yayınları, Istanbul 1982) yazılarına göz atılması, bunun yeni bir arayış olmadığını, her daim yeni düzen arayışlarının var olduğunu anlamayı kolaylaştıracaktı. Bugünlerde herkes düzenden söz ediyor. Düzen iyi bir şeydir ve ondan bir hayli yoksun kaldık da ondan. Doğrusu, bizim kuşağın insanları düzen nedir bilmelidir. Onu öyle özlüyorlar ki, düzenin doğruluk ile kaynaşması gerektiğine inanmasalardı, bu özlem yüzünden başlarını bir derde sokabilirlerdi. Işte, onun için, kendilerine sunulan düzen örnekleri karşısında kuşkulu ve çekingendirler. Çok düz, bir yandan da karanlık bir kavramdır bu. Türlü türlü düzenler var. Bir düzen var, hâlâ Varşova’da ağır basıyor, bir düzen var içinde düzensizlik gizlidir, bir düzen de var şu Goethe’nin sevdiği düzen, doğruluğun tam tersidir.Sevdiğimiz bir yüksek düzen daha var, yüreklerde ve vicdanlarda egemendir, bir başka düzen de var kanlı: orada insan kendini yadsır ve gücünü kinden alır. Bütün bu düzenler içinde iyisi hangisi acaba, bilmek istiyoruz. İşin su götürmeyen yanı şu: Bugün üstünde konuşulan düzen, toplum düzenidir. Ama, toplum düzeni, yalnız sokakların rahatlığımı demektir? Orası pek belli değil. Çünkü, o acıklı Ağustos günlerinde, düzenin ilk başkaldırma kurşunlarıyla başladığını sanmıştık. Düzensiz görünüşleri altında devrimler, bir düzen ilkesi taşırlar kendilerinde. Bu ilke devrimin tam olmasını gerektirir. Devrim sarpa sarar ya da yarı yolda kalırsa, o zaman toplum yıllarca büyük bir düzensizlik içinde kalır. Düzen hükümette birlik mi demektir? Gerçi birlikten vazgeçilemez ama, bu birliği bulmuş olan Alman Reich’ı, Almanya’nın gerçek düzenini de bulmuştu diyebilir miyiz? Eğer Fransız düzeni kuru ve duygusuz bir önlem düzeni olacaksa, buna düzensizliklerin en kötüsü diyebiliriz. Çünkü, böyle bir düzen kayıtsızlığı ile bütün haksızlıklara yol açabilir. Özcesi, kimse kendi dilediğini zorla benimsetmek için, düzen gerektiğini ileri süremez. Çünkü bu, sorunu tersinden ele almaktır. Düzeni yalnız iyi yönetmek için istememeli, bir anlamı olan tek düzeni gerçekleştirmek için iyi yönetmesini bilmeli. Doğruluğu besleyen düzen değildir, düzeni ortaya koyan, gün ışığına çıkaran doğruluktur. Bir düzen var ki, biz onu istemiyoruz. Çünkü, bu düzen, bizim aradan çıkmamızı ve insanoğlunun umudunu kesmesini gerektiriyor. Onun için, sonunda, doğruya kavuşacak bir düzenin kurulmasına yardım etmeyi ne kadar istersek isteyelim, şunu söylemekten kendimizi alamayız: Biz dünyada düzensizlik olacağına haksızlık olsun demiyoruz. Sahte bir büyük adamın bu ünlü sözünü hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz. * * * İster milenyum coşkusu ya da tutkusu deyin, ister 3.dalga ya da “Tarihin sonu”; 21. yüzyılın dünyası, paradigma sıçraması dediğimiz bir “kırılma eşiğine” ulaşmıştır. Bu olgu, Soğuk Savaş’ın bitimi ile açıklanamayacak kadar da köklü ve kökten bir dönüşümü içermektedir. Evet, Soğuk Savaş’ın sonu her ne kadar son dönemlerinde eski katılığını yitirmiş olsa da, iki bloklu dünyayı tarihe mal etmiştir. Karşımıza, çok kutuplu, hatta bir ölçüde kaotik, belki anarşik, ama kuşkusuz belirli kakafonik etmenleri de barındıran bir düzensizlik nizamı çıkmıştır. Söz konusu plüralite (çoğulluk), devlet dışı, ulusötesi, sınırlar aşırı aktörlerin de katılımıyla artık bir “karşılıklı bağımlılıkla” dokunan örümcek ağı modelini andırmaktadır. (Mim Kemal ÖKE, Küresel Toplum ve Türkiye, s.8, Konrad ADENAUER Vakfı, Ankara 2001) Örümcek ağı modeline ebelik yapan bir anlamda ‘İletişim Devrimi’ değil midir? İletişim devrimi, küreselleşmenin anahtarı olmakta. Tarihin olmasa bile “coğrafyanın sonunu” getirmekte. İnsanlar arası her türlü sosyal ilişkiyi karmaşıklaştırmakta, yoğunlaştırmakta. Kısacası, dünyayı “global bir köy” haline getirmekte. İletişim Devrimi’ne ayak uydurmak için “global düşünüp, lokal hareket etmek” gereklidir, deniyor. (ÖKE, Küresel Toplum... s.8) Ağ modeli insanlık tarihinde ilk kez iletişim devrimiyle mi karşımıza çıktı? Tabii ki hayır. Armand MATTELART, ‘bilgi toplumunun tarihini’ araştırdığı çalışmasında, 14.Lui döneminin surlar mühendisi Sébastien Le Prestre de VAUBAN (1633-1707)’ın katkılarını anlatırken şu saptamayı yapıyor: “Matematiksel akıl, kuşkusuz en çok Fransız krallığında ‘ülkenin bedeni’ni güvenlik bölgelerine ayırmaya katkıda bulunur. VAUBAN’ın ülke ve onun düzenlenmesi düşüncesini sur düzeni kavramı çok iyi anlatır. Müstahkem mevkiler kendi toprağında iletişim yollarını denetleyebilecek ve düşman topraklarına ulaşımı kolaylaştıracak biçimde kurulmalıdır... Müstahkem mevkilerin alınması ve savunulması üzerine kitabında VAUBAN ‘dallar düzenine’gönderme yapar. Sözcük olmadan nesne vardır. Ağ sözcüğünü bulmuş olmasa da ülke toprağının stratejik kullanımına ağa ilişkin bakış açısını sokan, bu askeri mühendistir. Onun zamanında ağ eğretilemesi, tıbbî deneyleme dili (derinin ağımsı bütününe gibi..) sınırları içinde kalır. Açıkçası ağ terimi ordu diline ancak mevzî ya da kuşatma savaşının baskınlığının bitimiyle girer. Sistemin ilmiklerini birbirine eklemek için, VAUBAN öncelikle ve olabildiğince, karayollarına değil, su yollarına dayanır. Niceliksel yöntemden hiçbir şey kaçmaz”. (Armand MATTELART, Bilgi Toplumunun Tarihi, s.17-20 arası, (çev:Halime Yücel ALTINEL), İletişim Yayınları, İstanbul 2004) VAUBAN’ın ülkeyi düzenlemek alanındaki etkisi ‘jeostrateji dönüşüm’ olarak tanımlanmaktadır. Demiryollarının ilerlemesi ağ teriminin yerleşmesinin de önünü açmıştır (Onuncu yıl marşındaki ‘demir ağlarla ördük yurdun her yanını’ vurgulamasında bu açıkça görülür). ‘İletişim Devrimi’nin çağa damgasını vurması yalnızca zaman/mekân kısıtlamalarını ortadan kaldırmakla izah edilemez. Bunun yanısıra, iletişim devrimi, bilişim (multi medya kanalları) sektöründeki sürekli ve hızlı devinimlerin sonucunda insanoğlu için adeta sanal, elektronik bir psikosfer veya ülke yaratmakta. Kişinin internete cep telefonu ile bağlandığı laptop bilgisayarı ile neler yapabildiğini hepimiz artık olağanlıklar içinde değerlendiriyoruz. ‘iletişim devrimi’nden girilen bu koridora, ‘yeni dünya düzeni’ adı verilmekte... Demek, internet cafe’lerden 3.boyuta ulaşılmakta, bir tür topoğrafya üstü haritalarda dolaşılmakta... Insanoğlu, teknoloji sayesinde artık çifte hatta katmanlı dünyalarda yaşamakta. (ÖKE, Küresel Toplum... s.9) Google rumuzlu arama motoruna girdiğimizde kürede toplu iğne ucu kadar bile yer işgal etmeyen evimizi bulmaktayız. Artık, askeri tesislerin duvarlarında yazan “burada fotoğraf ve film çekmek yasaktır” ifadesi anlamsız kalmıştır. * * * Kök hücre, biyoteknoloji, internet, yapay zekâ, byte, süper bilgisayarlar, sibersavaş, yapay kristaller, karbon nanoyapılar, nanoteknoloji... Yirmibirinci yüzyılın sözü edilen kavramları ve teknolojileri. Daha başkaları da var. Peki bunlar, stratejileri belirlemede etken olmayacak mı? Olurlarsa işletmelerden, organizasyonlar ve devlet yönetimine, uluslararası ilişkilere kadar, bugüne değin öğrendiklerimiz ne olacak? Ezberimiz bozulmadı mı? “Atomlarla bitler (sözlük anlamı: çok küçük parça. En küçük enformasyon parçasının varlık biçimi) arasında köklü fark vardır. Atomlardan bitlere geçiş geri döndürülemez ve durdurulamaz bir süreçtir. Niçin tam şimdi? Çünkü değişim katlanarak ilerlemektedir; dünün küçük farkları yarın birden bir çarpıcı sonuçlar olarak karşımıza çıkabilir”. (Nicholas NEGROPONTE, Dijital Dünya, s.10, (çev: Zülfü DİCLELİ), Henkel Yayını, İstanbul 1996) Transistörün bulunmasının yarattığı dü |
|||||