|
|||||
|
|||||
Yıllar birbirini izliyor, küresel düzeyde sorunlar ağırlaştıkça kırılganlık artıyor ve kalıcı çözümler adına aklın yolu bulunamıyor. Bu genel tablo hem görüş mesafesini kısaltıyor, hem de hareket yeteneğini daraltıyor. Gelişmiş ekonomilerin içine girdikleri durgunluktan çıkamaması ve çıkma umudunun azalması, gelişmekte olanlarında sorunlu hale gelerek büyüme potansiyelini tehlikeye sokması, rekabet koşulları daha da olumsuzlaşırken gelir dağılımının bozulmaya devam etmesi, sürdürülebilir olmayan eğilimlerde ısrar edilmesinin çözüme yönelik uzlaşı şansını sabote etmesi gibi faktörler bu süreçte etkili oluyor. Durum böyle olunca her gelen yıl gideni aratıyor, gelişmeler topal olarak yüksek düzeyli dışa bağlılık nedeniyle Türkiye ekonomisini de etkiliyor. 2011 yılı genelinde yaşanan eğilimlere baktığımızda, nereye koştuğumuzu algılamak zor olmuyor. Geride bıraktığımız yıl genelinde ekonomide yaşanan daralmaya ve Türk Lirasındaki yüksek oranlı değer kaybına rağmen ülkemizin net tasarruf açığı durumundaki cari açığın yeni rekorlar peşinde koştuğunu gördük. Söz konusu rakamın gayri safi milli hasıla oranının %10 düzeyini zorlaması risk algılamasını ve dış finansman kalitesini olumsuzlaştırdı. Enflasyon ve öngörülen %5’lik hedefin iki katına yaklaştı. Bu tablo daha önce yaşamadığımız bir görünüm sergiledi: iç talep daraldığında veya döviz kuru yükseldiğinde cari açığın büyümeye devam ettiğini ilk kez görüyoruz; kısa vadeli faizlerin yükselmesi şimdilik durumun değişmesine yardım etmedi. 2012 yılına ilişkin Orta Vadeli Plan Hedefleri daha mürekkebi kurumadan anlamsızlaşmaya başladı. Küresel düzeyde hem ekonomik daralma tehdidinin artması hem de enflasyon baskılarının güçlenmesi bu sonuca kısmen katkı yapmış olabilir. 2011 yılı ilk yarısında oldukça güçlü olan iç talep sayesinde öngörülenin üzerinde bir büyüme eğilimi vardı; bütçe gelirlerinde herhangi bir sıkıntı olmadı fakat cari açıktaki tehlikeli artışı kontrol altına almaya çalışan önlemler de bir işe yaramadı. İkinci yarıda ise durum kısmen değişti: iç talep bir miktar daraldı, vergi gelirleri bir miktar azaldı, Türk Lirası değer kaybetmeye devam etti. Küresel düzeyde artan emtea fiyatları ve içeride döviz kurunun yükselmesi enflasyon baskısını arttırdı, ancak cari açık yine de hız kesmedi. 2011 yılı ilk yarısında zorunlu karşılık oranları kademeli olarak arttırılarak para politikası sıkılaştırılmış faizlerin düşük düzeyde kalmasına izin verilmişti; ikinci yarıda ise dış koşullardaki olumsuzluk gerekçesiyle zorunlu karşılıklar düşürülerek para politikası gevşetildi, Türk Lirasının değer kaybı hızlanınca faizler yükseltildi. Bu tablo 2012 yılına ilişkin senaryoların farklılaştığına ve belirsizliğin arttığına işaret ediyor. Bu aşamada sormak gerekiyor; durgun, büyüyemeyen bir ekonominin gayri safi milli hasılasının %8-9’u oranında cari açık vermesi normal midir? Sözkonusu açık finanse edilebilir mi? Ve bu süreçte neler yaşanır? Kesinlikle normal değildir, sözkonusu açığın finanse edilebilmesi için daha makul seviyelere çekilmesi zorunludur ve bu da ekonomik daralma demektir. Bu süreçte hem döviz kuru ve enflasyonun, hem de faizlerin yükselmesi, menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerinin kısmen erimesi, bilançoların yıpranması ve güvensizliğin büyümesi olasıdır. Sözkonusu gelişmeler birbirini olumsuz yönde etkileyerek ekonomide yaşanacak daralmayı dayanılmaz boyutlara tırmandırabilir. Bu açıdan baktığımızda Merkez Bankası’nın benimsediği söylemi ve sergilediği sabrı anlamak kolaylaşabilir... Ekonomi yönetimi yumuşak iniş için iyi niyetle çaba harcıyor olabilir, fakat dibin nerede ve hangi seviyede olacağını tahmin etmek pek mümkün görünmüyor. Giderek olumsuzlaşan küresel koşullar ise iyimser beklentilerin gerçekleşme şansını azaltıyor. Önümüzü göremiyorsak ve havada tehlike kokusu artıyorsa daha seçici ve dikkatli olunması hayati önem taşıyor olabilir... |
|||||