|
|||||
|
|||||
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN geçtiğimiz haftalardaki bir demecinde, hükümetin Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem verdiğini, bu amaçla bu yıl temasların sıklaştırılacağını söylemişti. Bu konu ile ilgili bizim de görüşlerimiz 1997 yılında yazdığımız aşağıdaki yazı gibiydi: Gelişmiş ülkeler gibi Türkiye de, dünya pazarlarında nasıl yer alacağını çok iyi saptamak zorundadır. Ancak, bunun sonunda dünya ekonomisi ile bütünleşmede iyi sonuçlar elde edilecektir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi kainatta yaratılmış en yüce varlık “insan” olduğuna göre, her sistem insanın refahı ve mutluluğu için vardır. İnsan ancak ferdi refah ve mutluluğunu sağlayabildiği takdirde, özlediği refah ve mutluluk düzeyine ulaşabildiği ölçüde başarılı sayılabilir. Bireysel refah ve mutluluğun en güçlü ve en güvenilir kaynağı ise, bireyin bizzat “kendisi”dir. Kişinin en iyi yaşam standardına ulaşma arzusu ve içgüdüsü bu yaşam standardına ulaşabilmek için seferber etmekten asla kaçınmayacağı, girişimcilik, yaratıcılık ve üretkenlik becerileri ile gerçekleşebilir. İşte Türkiye’nin de 21. yüzyıla girerken benimsediği mutlak amaç, Türk insanının bireysel refah ve mutluluğunu dünyanın en müreffeh ülkeleri düzeyine en kısa zamanda çıkarmaktır. Dünyanın ekonomik ve jeopolitik koşullarında, özellikle son yıllarda meydana gelen süratli yapısal değişiklikler karşısında, Türkiye yeniden yapılanmaya giderek kaynaklarını ve imkanlarını daha rekabetçi ve uluslararası bir şekilde kullanmak zorundadır. Türkiye’nin geleceğini biçimlendirme çabalarında, dış ticaret politikasını, dünya çapındaki yönelimlere ve bu yönelimlerin etkileşim alanlarına göre tespit etmesi kaçınılmazdır. Pazarların bütünleştiği bugünkü dünyamızda, bütün ülkelerin yaptığı gibi Türkiye de dünya pazarlarında nasıl yer alacağını çok iyi bir şekilde saptamak zorundadır. Bunun sonunda dünya ekonomisi ile bütünleşme ve sosyo-ekonomik kalkınmada önemli sonuçlar elde edilecektir. Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisindeki ağırlığını en üst düzeye çıkarabilmesi için, kısa ve uzun dönemli ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak yenilikçi ve yaratıcı bir biçimde kendisini sanayi ürünlerini ve hizmetlerini dünyanın değişik bölgelerinde tanıtmayı hedeflemesi kaçınılmazdır. Dünya pazarlarına girişi hızlandırabilmek için kaynaklarımızı ve teşvik sistemimizi rekabet gücü sağlayacak yeni stratejilere ve politikalara yöneltmek zorundayız. Asya’dan sonra dünyanın en büyük kıtası olan Afrika, barış ve hoşgörü içinde globalleşen dünyadaki yerini almayı beklemektedir. 600 milyonluk dinamik nüfusu ile üretim, eğitim, bilgi, sevgi ve dostluk açlığındaki Afrika –doğal kaynaklarının zenginliği, önemli bir tarım ve maden üreticisi konumuyla- 21. yüzyıla damgasını vuracak ekonomik ve siyasal bir merkezdir. Bağımsızlık mücadeleleri ile Avrupalı sömürgeci ülkelerin terk etmek zorunda kaldıkları eski Afrika’da bu yüzden irili ufaklı 51 yeni devlet oluşmuştur. Avrupalı sömürgeci devletlerin çekilmesi ile meydana gelen boşluk, kısa bir süreç sonunda süper güç devletler tarafından doldurulmuştur. Bunun yarattığı sıkıntılar da süregelmektedir. Gelecek yüzyıldaki fonksiyonları itibarıyla Türkiye eski konumu olan “Asya – Avrupa köprüsü” rolünü, “Asya – Afrika köprüsü” olarak da geliştirecek, doğu-batı ile kuzey-güney yarıküreleri köprüsü olacaktır. Yani bu durumda 21. yüzyılda Türkiye, siyasi ve ekonomik bakımdan hassas ve kavşakta yönlendirici konumda olacaktır. Bundan dolayı, dünyadaki siyasi ve diğer değişiklikler paralelinde dinamik ve girişimci ihracat politikalarımızı saptayıp, şimdiye kadar ihmal edilmiş olan Afrika Kıtası ile ilgili ihracat ekolümüzü oluşturmalıyız. Bu kıta için özellikle önemli fonksiyonlar icra edebilecek güç ve potansiyele sahip küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz vardır. Bu firmalarımız yatırım, üretim, pazarlama aşamalarında yeterli araştırma-geliştirme desteğini alamamaktadır. Türkiye, tarihteki referansı, teknik kabiliyetleri ve ara kademe elemanlarının yetişmişlikleri nedeniyle Afrika’nın kalkınma ve gelişmesinde çok önemli bir rol oynayabilecek durumdadır. Yeniden yapılanma arayışındaki bu kıtada altyapının, ulaşımın, telekomünikasyonun, enerji kaynaklarının, hammaddelerin, doğal kaynakların, zirai potansiyelin ekonomiye kazandırılıp hayata geçirilmesinde, bu aşamaları yakın tarihte yaşayıp geçirmiş olan Türk milletine de insanlık adına büyük görevler düşmektedir. Ayrıca bu yeni pazar ülkeleri, kalkınmada bir geçiş ve atılım konumunda olduklarından modern teknolojilerin uygulanması aşamasında, altyapı, eğitim, sağlık ve diğer kamu faaliyetlerinde yeni bir ivme kazanma durumundadır. İşte bundan dolayı bu pazarlar da sınai ve tarım maddeleri pazarlaması süratle artış gösterebilir. Türkiye için yeni pazar özelliği taşıyan bu kıta ülkelerinde stratejik konum kazanabilecek kuruluşlara, finans, planlama ve altyapı desteği sağlamak, Dünya Bankası ile İslam Kalkınma Bankası’nın oluşturduğu özel statülerden yararlanmak, ihracatımızın önemli ölçülerde artışını sağlayacaktır. 21. yüzyılda güçlü bir konumda olabilme amacına erişmenin vazgeçilmez ön şartı, hiç kuşkusuz bu değişimi yaratacak kadroların özverili çalışmaları, bilgi ve birikimlerini topluma sunmaları ile başlamalıdır. Yazdık da ne oldu?Sonuç olarak on bir yıl önceki görüşlerimizin güncelliği koruduğu görülmektedir. Meseleyalnız tespit etmek değil uygulamaya geçildiği zaman kendisinden beklenen ivmelere cevap verebilmektir.Aradan geçen on bir yıl içinde Afrika’nın nüfusu 800 milyona ulaşmış, kıtayı oluşturan devletlerin sayısı altmışı bulmuştur. Zira bizim de irtibatlarımız, elçiliklerimiz, bürokratlarımızın ve iş adamlarımızın temasları artmıştır. Temennimiz bu geliş-gidişlerin daha da artması, sanayi ve tarım fuarlarımızın, Afrika’da da düzenlenmesidir. Bu şekilde gelecek adına yapacağımız atılımlar hız kazanabilecektir. |
|||||