PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Ağlama, Alternatif Üret!
 
2006 yılı ikinci çeyrek döneminde küresel gelişmelerin tetiklediği dalgalanmalar Türkiye ekonomisi açısından çok özel bir anlam taşıyor. Neden bizim diğer gelişmekte olan ekonomilere göre daha çok sarsıldığımızı irdelememiz, son üç yıldaki uygulama ve değerlendirmeleri bu çerçevede yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Bundan sonraki yaşanacak benzer nitelikteki gelişmelerden daha büyük oranda etkilenmek istemiyorsak yaşadığımız deneyimlerden gerekli dersi çıkarmak ve hatalı veya yanlış uygulamalardan vazgeçmek zorundayız.

Belki de soruyu, tersten sorarak başlamak daha yararlı olabilir: Küresel düzeyde likiditenin daralması veya risk alma iştahının zayıflaması durumunda en olumsuz etkilenecek ekonomiler hangisidir şeklindeki bir soru son yıllardaki gelişmeleri daha iyi anlamak konusunda bize yardımcı olabilir. Şüphesiz böyle bir soruya verilecek yanıt açıktır ve kimse de tersini iddia edemez. Küresel düzeyde likidite daralması veya başka bir sebeple risk alma iştahının azalmasından en çok etkilenecek ekonomiler yabancı sermayeye bağımlılığın yüksek olduğu ekonomilerdir. Söz konusu bağımlılığın kaynakları ise bellidir. Muhtemelen cari açığı büyüyordur ve bu sebeple söz konusu açığı finanse etmek konusunda seçici olmak şansını kaybetmiştir; kamu ve / veya özel sektörün borç yükü sürdürülebilir nitelikte değildir veya bu yönde belirsizlik artışı söz konusudur. Yatırım tasarruf dengesi sağlıklı bir görüntü sergilemiyordur ve büyüme sürdürülebilir nitelikte değildir. Yukarıda saydığımız olumsuzluklar giderek ağırlaşan yapısal sorunlardan kaynaklanıyor olup ekonomiyi durgunluğa sürükleyen ve fiyat istikrarını tehdit eden olumsuzlukları bünyesinde taşıyordur. Söz konusu ekonominin rekabet gücü iç ve dış sebeplerle gerilerken, gelir dağılımı bozuluyor ve işsizlik artıyordur. Bunlara ek olarak menkul ve gayrimenkul fiyatları şişkin ise tehlikenin çok ciddi olduğunu da hesaba katmak gerekiyordur.

Evet yukarıda saydığımız olumsuzlukların tümü Türkiye ekonomisinde mevcuttur ve dış veya iç kökenli dengesizliklerden aşırı düzeyde etkilenmesi kaçınılmazdır. AB ve IMF çalışanları bu olumsuzlukları tedavi etmemiş tam aksine iyice ağırlaştırmıştır. Zira söz konusu çıpalar beklentileri gerçeklerden farklılaştıran, pembe tablo çizerek tedbirsizliği teşvik eden bir zafiyeti ön plana çıkarmış, kısa vadede sadece günün kurtarılmasına ve statükonun korunmasına yardım etmiştir. Türkiye’nin aşırı ölçüde etkilenmesini engelleyememiş, tam aksine ek olumsuzlukların sebebi olmuştur. Sorunu görece küçükken çözme şansı kaçırılmış, sorunlar bu süreçte ağırlaştıkça hareket yeteneğin iyice daralmış ve kalıcı çözüm maliyeti ağırlaştıkça sıkıntı büyümüştür. Bu tablo doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin de temellerini zayıflatmış, potansiyel istikrarsızlığı kademeli olarak büyütmüştür. İyimser hayaller, günü kurtaran fakat orta-uzun vadeyi karartan hesapsız uygulamalar bu sonuçta belirleyici olmuştur.

2006 yılının ikinci çeyrek döneminde ülkemizde yaşananlar kesinlikle sürpriz değil. Bundan sonra daha sıklaşan aralıklarla benzer dalgalanmaların yaşanması da tabi ki kaçınılmaz. Döviz kurları ile birlikte beklentiler de yön değiştirip dalgalanacak ve herşeyi dalgalandıracak. Ekonomi eğilime göre ya enflasyonist ya da deflasyonist durgunluk rotasında koşmayı sürdürecek; yerli üretim her seferinde kan kaybetmeyi sürdürecek. Türkiye’yi yönettiğini sananlar bu kısır sürece son verme basiretini muhtemelen gösteremeyecek, kendisini bu duruma düşürenlere ve onlara aracılık edenlere taviz üstüne taviz verecek, bugünküne zıt bir kutuplaşma şekillenirken sosyal ve siyasi bir çekişme büyüyecek.

Herkesin kendine sorması ve yanıt araması gereken bir soru var: AB çapası ve IMF desteklik mevcut program sorunları artan vadede ağırlaştırmaktan başka bir şeye yaramıyor ise neden bu rotada ısrar ediliyor? Sonuçları çok daha farklı başka bir alternatif mümkün değil mi? Mevcut uygulamaların kurban olarak seçtiği geniş kesimler kaderlerini değiştirmek üzere bu konulara zaman ayırıp üretken olmak zorunda...