PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Görüş mesafesi azalıyor...
 
Geçen yılın aynı dönemi ile bugünler, geleceğe bakış açısı ve beklentiler konusunda ilginç benzerlikler var: eğilimler sürdürülebilir değil, kısa vadeli spekülatif risk algısı ile gün kurtarılıyor ve kırılganlığı arttıran yapısal sorunlara herhangi bir müdahale gelmiyor. Özetle söylemek gerekirse küresel soruna, uzlaşıya dayalı küresel bir çözüm gereği varken, bu yönde herhangi bir gelişme yaşanmıyor. Riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesinden, gerçeklerin açığa çıkmasından ve geniş kesimlerin yönlendirilemiyor olmasından korkuluyor ve içine düşülen kısır döngüden çıkılamıyor. Büyüme beklentileri ivme kaybediyor, artan işsizliğin azalmayacağı; dalga dalga yükselebileceğinden endişe ediliyor, enflasyon ile deflasyon kaygıları arasında mekik çekiliyor... Umut bağlanan G-20 zirveleri fiyaskoya dönüşüyor ve bunu gizlemek giderek zorlaşıyor...

Geçen yılın ikinci çeyrek döneminde güven bunalımını aşmak adına para ve maliye politikaları olabildiğince gevşetilmiş, menkul ve gayrimenkul değerlerdeki erime yeterli olacak şekilde geri alınmış ve gün kurtarılmıştı. Üçüncü çeyrek döneme girilirken artan emtea fiyatları ve yarattığı maliyet kökenli enflasyon baskısı nedeniyle endişeler açığa çıkmaya başlamış, beklentileri etkilemesine izin verilmese bile faiz yükseliş tartışmaları devreye girmişti. Piyasalar kendi ayakları üzerinde durabilecek konumdan çok uzaktaydı ve kurtarma-canlandırma isimli destek paketlerine ihtiyacı vardı; fakat enflasyon veya deflasyon baskılarından uzak durabilmek adına ince ayar pek mümkün görünmüyordu. Aradan geçen bir yıllık süreye rağmen bugünkü durumumuz daha iyiye gitmiş gibi gözükmüyor.

Son aylarda açıklanan ABD ekonomisine ilişkin veriler, özel sektörün gerekli ve yeterli oranda toparlanamadığı, umulan performansı sergileyemediği kanaatini güçlendiriyor; makro ekonomik göstergelere ilişkin beklentiler olumsuzlaşırken riskten kaçınma eğilimi güçleniyor. AB bölgesi ise ağırlaşmış sorunlar altında bunalıyor, topluluk içinde her bir ekonominin kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacağı bir sürecin kapısı aralanıyor; mali disiplinin ön plana çıkarılması olumsuz beklentileri güçlendiriyor. Almanya’nın başı çektiği bazı AB ülkeleri günü kurtarmanın maliyetinin kendileri üzerindeki etkisinden hareketle daha radikal tercihleri masada tutmaya kararlı görünüyor. Sonuçta hem ABD, hem de AB’ye ilişkin büyüme umutları buharlaşırken işszilik, iç talep konuları istikrarsızlığı beslemeye aday görünüyor. Küresel düzeyde daralma, sermaye hareketleri ve küresel ticaret hacmini de muhtemelen aynı yönde etkileyecek deflasyonist baskılar artacak ve kredi krizi geri dönecek... Bu kez Merkez bankaları mecburen devreye girecek, fakat bu kez de enflasyon kabus olacak... Dünya ekonomisi havale geçirmeye devam edecek, bu durum gelişmekte olan ekonomileri de etkileyecek...

Evet uzlaşıya dayalı yeni bir küresel düzene ihtiyaç var ve ilişkiler dayanılmaz olarak farklılaşacak. Belki de herşey değişecek. Geçen sene Brezilya, Çin, Hindistan ve Rusya G-20 içinde pasif bir uzlaşmazlık sergilemiş, günü kurtarmayı değil, yeni düzeni tartışmak istemişti. Bu tavır onların ABD’ye karşı pazarlık güçlerini arttırmış, hem belli tavizler koparmalarını mümkün kılmış, hem de günün kurtarılıyor olmasından yararlanmışlardı. AB’nin önde gelen ekonomileri de durumu görüyor ve analiz ediyor; özellikle almanya kırmızı çizgilerini netleştirmiş ve bugünkü radikal tercihlerin buna göre yapıldığı yönünde bir görüntü sergiliyor, orta vadeli bir bakış açısı ile siyaseten proaktif olmaya çalışıyor. Bu tablo küresel düzeyde belirsizlik ve kırılganlığın artmaya devam edeceğini, bu duruma hazırlıklı olabilenlerin yaşananlardan daha az etkileneceği için görece güçlü hale geleceğini söylüyor. Özetle söylemek gerekirse normal dönem ilişkileri tarih oluyor, geçişin çok sancılı olabileceği biliniyor ve hiçbirşeyin eskisi gibi olamayacağından şüphe edilmiyor... Bu süreçte ekonomi ikinci planda kalmaya devam ediyor...