|
|||||
|
|||||
AB’nin yılın ikinci yarısına rastlayan dönem başkanlıklarında Avrupa’nın tatile çıkma alışkanlığından dolayı daima altı aydan kısa çalışılır. Fransa işte bu kısa zaman zarfında bir dolu işle uğraşacak ve âdet üzere her tarafa eşit mesafede kalmaya çalışacak. | |||||
Fransa’nın AB gündemi Lizbon Antlaşması’nın neye oy attıklarının farkında olmayan 550.000 İrlandalı tarafından reddedilmesiyle planlar altüst oldu ve ister istemez bu kriz gündemin tepesine yerleşti. Yıl sonuna kadar amaç İrlanda dışında kalan 26 ülkenin tamamının antlaşmayı onaylaması ve İrlanda’nın yeni bir referanduma mecbur edilmesi. Fransa dört temel öncelik belirledi. Göç-İltica; Enerji-İklim Değişikliği; Güvenlik; Ortak Tarım Politikası Reformu. Göç konusunda hedef bir yandan vasıfsız işçinin Avrupa kalesine girişini zorlaştırmak diğer yanda vasıflıya kapıları ‘Mavi Kart’ uygulamasıyla sonuna kadar açmak. Enerji meselesinde tamamen dışa bağımlı AB’nin enerji arzını garantiye alma niyeti var. Ancak muazzam enerji tüketen Avrupa’nın çevreci ve iklim değişikliğiyle mücadeledeki iddiaları ne derece inandırıcı? Güvenlik’te sorun AB-Nato ortaklığı. Kıbrıs meselesi üzerinden bu ilişkinin somutlaşmasını engelleyen Türkiye. Burada bir yumuşama beklenmemeli. Fransa’nın Türkiye gündemi Fransa’nın Türkiye sorunu tamamen Fransız siyasetçileri tarafından yaratıldı. Bu anlamda çözümün büyük bölümü onlardan sorulmalı. Nitekim bu yolda birkaç gelişme var. SarkozY, iktidar partisi milletvekili Pierre Lellouche’u görevlendirdi. Bu zat ABD, Nato, güvenlik işlerini iyi bilir. Berbat durumda olan ikili ilişkilere bunlar üzerinden yürüyerek çare arayacaktır. Ancak bu arayışlar temel açmazlarla karşı karşıya. Fransa 2004’ten bu yana Türkiye ile AB arasında cereyan eden müzakerelerin sonucunun tartışılmasını akademik, diplomatik, politik her yolu kullanarak meşrulaştırmak istiyor. Tam üyelik hedefini tartışma konusu yaparak sürecin içini boşaltıyor. Kullandığı dil dahi değişti. Katılım ile ortaklığı artık birbirinden ayırıyor. Katılımla ilgili fasılları bloke ediyor. O da yetmiyor, günü geldiğinde Türkiye’nin üyeliği için halk oylaması şartı getirmeye çalışıyor. Ve en tuhafı bunları sanki başkası yapıyormuşcasına hep ikili ilişkilerin önemini vurguluyor. Türkiye elindeki imkânlarla - ikili ticarette üstü kapalı ambargo, Fransız askeri gemi ve uçaklarını geçiş, demirleme hakkından men - cevap verince de rahatsız oluyor. AB üyeliği konusundaki menfi tutumunun ikili ilişkiyi etkilemesini engellemek için açılımlar yapıyor. Ancak taktik hep aynı: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek. Önce Meclis’te ancak savaş sırasında olabilecek şekilde Türkiye’yi ima eden kabul edilemez bir değişiklik önergesi çıkıyor akabinde bu SENATO’da red edilince bu büyük başarı olarak kâbul görüyor. Keza yıl sonuna kadar ‘Sermayenin Serbest Dolaşımı’ ve ‘Enerji’ fasıllarının açılabilecek olması büyük başarı ve iyiniyet göstergesi olarak sunuluyor. Halbuki bundan daha normal bir şey yok. Anormal olan hazır olan fasılların açılışını engellemek. Fransa için üç test var. SARKOZYTürkiye’ye olur olmaz atıp tutmaktan vazgeçebilecek mi? Üyeliğimizi tartışmayı sürdürecek mi? Tam üyelikle ilgili olduğu görüşüyle açılmasını Haziran 2007’den beri engellediğimüzakereye hazır olan ‘Ekonomik ve Parasal Politika’ faslını açmaya razı olabilecek mi? Gerisi çocuk kandırmacadır. ‘Barselona Süreci: Akdeniz için Birlik’ 13 Temmuz’da Paris’te 44 ülkenin en üst düzey temsilcileri Cumhurbaşkanı SarkozY’nin daveti üzerine 1995’te hayata geçirilen Avrupa-Akdeniz ortaklığını (Barselona Süreci) yeniden canlandırmak üzere toplandı. Adını ilk kez 2007’nin fiubat ayında, o vakit aday olan SARKOZY’nin seçim konuşmasında işittiğimiz bu girişim o vakitler Akdeniz Birliği olarak anılıyordu. Amaçları ise başta Akdeniz’in güneyinden gelen göç baskısını engellemek ve Türkiye’nin AB adaylığına bir alternatif yaratmaktı. Zaman içinde parasızlık, programsızlık ve esas 1995’ten beri varolan Barselona Süreci’nin neden çalışmadığı yeterince sorgulanmadan bir fikir ortaya atmanın yanlışlığı ortaya çıktı. Almanlar, diğer kuzeyli AB üyeleri ve Avrupa Komisyonu devreye girdi ve SARKOZYbaştaki hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Bütün bu hengamenin sonunda elde sadece Barselona Süreci’nin ‘Akdeniz için Birlik’ (AİB) adıyla yeniden canlandırılması kaldı. Akdeniz’in güneyinin durumu anımsanacak olursa bu dahi iyi bir gelişme sayılabilir. Ancak içi doldurulmazsa canlandırma girişiminin akibeti de Barselona Süreci gibi olabilir. Teknik konular AİB baştan sakat başlamış bir girişim. Türkiye’yi AB’den Akdeniz’e kaydırarak, AB’ye göçmen girişini asgariye indirerek AB’yi koruma amacıyla ortaya atılmış bir fikir. Hal böyle olunca ortak denizin iki yakasını birbirinden uzaklaştıran ve Barselona’nın yürümemesinin arka planındaki temel sorunlar hiçbir zaman masaya yatırılmıyor. Akdeniz’in kuzey yakasındaki Fransa, İspanya, İtalya gibi ülkelerin güney yakadaki koloniyal geçmişleriyle yüzleşme konusundaki isteksizlikleri; Akdeniz’deki her barış girişimini zehirleyen Filistin meselesinde Avrupa’nın tarafgir tavrı; biraraya gelerek ortak meselelere çare üretmek durumunda olan ülkelerin en az yarısının antidemokratik ve otoriter hükümetlere sahip olması; Kaddafİ gibi bir lakırdısı diğerini tutmayan meczuplarla masaya oturma keyfiyeti... Bu kadar çok ve bu kadar derin tarihi ve siyasi sorun mevcutken olası mutabakat ancak teknik konular üzerinde mümkün. Nitekim Fransızların hazırladığı kısa projeler listesine göz atınca yeni girişimin teknik veçhesi iyice ortaya çıkıyor: Akdeniz Güneş Enerjisi Planı ; Deniz Güvenliği ; Akdeniz’de Kirlilikle Mücadele ve Çevreci İyi Yönetişim ; Arap Mağrip Otoyolu ; Deniz Otoyolları. Üstelik bu projelerin çoğu ya daha önceden düşünülmüş ya da şimdiden faal olan projeler. Akdeniz dünya merkezleri, medeniyet beşikleri arasında en kadimlerinden. Envai çeşit sorunuyla bölgenin ilgiye ihtiyacı olduğu aşikar. Mesele, bu ilginin SARKOZYve yandaşlarının zihinlerindeki küçük hesaplarla gerçekleşemeyecek olması. Onların gündemi kendilerini güneydekilerden korumak, güneydekilerin gündemi ise başlarındaki ceberrut hükümetler ile siyasi islam arasında sıkışıp kalmış olmaktan gelen çaresizlik. Bunun sonucu ise sağırlar diyaloğu ve AİB gibi fiyakalı ama içi boş bürokratik yapılar. |
|||||