|
|||||
|
|||||
Bana değil, kendi kendinize, ama bütün samimiyet ve içtenliğinizle cevap verin lütfen. Sizin kafanız karışık değil mi ? Bunca, bilgi kirliliği, toplumsal yönlendirme çabaları, dinlenme şüpheleri, baskı çabaları, toplumda artan şiddet eğilimleri, eğitimdeki kargaşa, yargıdaki çelişkiler, siyasetteki tutarsızlıklar, gelecek kaygıları, düşünce özgürlüğü kısıtlaması, mahkumiyete varan tutuklamalar, kişilere göre yasa çıkarma düşünceleri, kadına karşı artan şiddet, bir komşu dışında sorun yokken, bugün neredeyse güney komşuların tamamı ile sorunlu olma durumu, devlet yönetiminde cemaat tartışmaları, siyasetteki kabalık ve sert tartışmalar, toplumun neredeyse kabak gibi ikiye bölünmesi, dinin devlet eliyle biçimlendirilmeye çalışılması, Cumhurbaşkanı’nın kendisine gelen yasalarla ilgili veto veya kabule ilişkin politika kokan yaklaşımları vs düşünen kafaları karıştırmaması mümkün mü acaba? Şimdi size hiçbir yorum yapmaksızın, benim de yeni okuduğum (Milliyet 16.02.2012 Sayın Hasan Pulur) Atatürk’ün Türk Ocağı’nda, 1930’da söylediği sözlerini aktararak devam edeceğim. “Arkadaşlar, inkilaplarımız henüz yenidir. Dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz ileride karşılaşacağımız hadiselerle tahakkuk edecektir. Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet, hala sarıklı ve sakallıdır.” Atatürk’ün bu sözlerine hiçbir yorum yapmıyor ve yorumu tamamen sizlere bırakıyorum. Biz gelelim, toplum içinde düşünen kafaları karıştıran, neyin doğru, neyin yanlış olduğunun anlaşılmamasına, yaşanan olayların, insanı hayretler içerisinde bırakmasına! Belki de iç dünyasında bugüne değin, bastırarak saklı tuttuğu, “Suça meyilli çocukların gen haritası çıkarılsın. Doğduktan sonra vatana, millete zararlıysa, yürümeden yok edilsin” düşüncesini rahatlıkla açıklayan Erzurum Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü Mustafa Aydın gibilerinin toplumumuzda ne kadar çok bulunduğu, ürkütücü gerçeğinin yaşanması, hele televizyon haberlerinde, bu zırvayı saçmalayan, sayın okul müdürümüze! gülen insanların çokluğu düşünülürse, toplumumuz nereye doğru koşuyor, ikilemlerinde kalmaz mıyız acaba? Bizlere öğretilen, demokrasinin, yasama, yürütme ve yargı olmak üzere, 3 erki olduğu ve bunların, birbirini denetleme kuralı değişti de, acaba biz mi farkında değiliz? Ülkede işler o kadar birbirine karıştı ki, her şeyin iki yüzü, iki yönü olmaya başladı. Çifte standart aldı yürüdü. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deyimi gibi. İşime gelen doğrudur, işime gelmeyen yanlıştır, mantığı doğruluk kazanmaya başlarsa, vay halimize. Eğer böyle bir durum, ileri demokrasi ise, bu demokrasi, son derece tehlikelidir. Hukuk devletinde, doğru olan, hukuka uygun olandır. Bakınız, geçtiğimiz günlerde istifa eden Federal Almanya Cumhurbaşkanı’nın istifa nedeni; “ Bana olan güven zedelendi. Bu nedenle istifa ediyorum.” düşüncesidir. Bizim ileri demokrasiye ulaşmış olan mevcut demokrasimiz karşısında ! Hiçbir yorum yapmadan sadece, Federal Almanya eski cumhurbaşkanı, Sayın Christian Wulff’a saygı duyarak, yorumu sizlere bırakıyoruz. Ülkemizin bir geçiş, bir dönüşüm sürecinde olduğu aşikar. Ancak bu süreçte, toplumsal kaygılar arttırılmamalı ve toplum endişe ve korkuya sürüklenmemelidir. Hele, bizi birileri dışarıdan mı yönlendiriyor? endişesi son derece tehlikelidir. Korku yaratarak kurulacak egemenliğin, çok uzun süreli olamayacağının, tarihte çok örnekleri mevcuttur. Oysa ki, yaşananlar çok farklı bir durum gösteriyor. Devlet kurumları birbiriyle kavgalı, toplumda güvensizlik son kertesine varmış durumda. Basında ise, neredeyse herkes düşüncesine göre karşı düşüncedekinden rövanş alma peşinde. Bunca sorun karşısında, fikirlerini açıklayarak, yol gösterici durumda olması gereken Üniversiteler suskun, Sivil toplum kuruluşları – arada bir zülfikara dokunmayan konularda bir iki cümle söyleme dışında – suskun, neredeyse ortadan kalkmalarına ramak kalan sendikalar suskun, karşıt olan herkes cemaat diyor, topu taca atıyor. Bu durumda cemaat denilen, gönül birlikteliğinin lideri, bir şeyler söylemesi gerekmez mi? Susma ile ileri sürülen iddiaları kabul anlamına gelmez mi? Tabii konuşması ve objektif düşüncelerini topluma açıklaması gereken, toplumun saygın kişi ve kurumları, konuşmazsa, düşüncelerini korkmadan açıklamazsa, tabii ki, taraflılar konuşacak, sürekli ve karşılıklı suçlamalar ile toplumun kafası karışacak, bilgi kirliliğinden nasıl kurtulacağını dahi bilemeyecek, paranoyak olma noktasına gelecektir ki, bu çok tehlikeli olup, ortak aklı da yok eder. Ölümünden bu yana, neredeyse 74 yıl geçen Mustafa Kemal Atatürk, hiç bu kadar, aşağılanmamış ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmamıştır. Atatürk, dışında bir çok kişi ve yöneticinin yaptığı yanlışları, Atatürk’e mal ederek, saldırıya geçilmesi had safhaya ulaşmıştır. Sanki Atatürk’ü sevmek ve onun düşüncelerine bağlı kalmak suçmuş gibi düşünülmeye başlanmış ve topluma da böyle düşünme algısı yerleştirilmek istenmektedir. Atatürk, bir ideolog değildir. O sadece, gericilik ve cehalet batağında, bağımsızlığını dahi düşünemeyecek duruma düşürülmüş zavallı bir toplumu, aydınlık dünyaya taşıyan, tüm dünyanın saygı duyduğu, 20 yüzyılın en önemli liderlerinden biridir. Biz kendi liderimize bu muameleyi reva görürsek, dünyadan nasıl saygı bekleyeceğiz ? Böyle bir ortamda, ortak akıl ve çabayla, herkesin “ benim anayasam “ diyebileceği bir anayasanın yapılması imkansız görünüyor. Toplumda, neredeyse, tarafsız, siyaset üstü, saygın, kurum kalmadığından, kimse kimseyi, samimiyetle candan dilemiyor, her düşüncenin altında, bir başka plan veya düşünce olduğu düşünülüyor. Bu tehlikeli bir yol. |
|||||