|
|||||
|
|||||
Gittikçe gündelik dilimize bulaşan bir Avrupaalaycılık var. Avrupakuşkuculuğun yeni sürümü. Siyasetçiden sokaktaki adama kadar uzanan ve milletçe pek hoşumuza giden bir ‘zavallı Avrupa’ edebiyatıdır gidiyor. Cumhurbaşkanı’nın Londra ziyareti esnasında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kasten ‘böyle zavallı bir birliğe, böyle yarım bir başkanlık olacak’ diyerek tuz biber ektiği bir ruh hali. Bu yeni millî heyecanın arkasında avro bölgesinin içinde bulunduğu zor durum kadar Türkiye’nin içinde bulunduğu özgüven patlaması var. Hoş daha yakında AB’nin Suriye toplantısına Türkiye’nin katılmasını engelleyen Helen dünyasının ahmakça tavrında olduğu gibi kimi AB’li politikacıların dışlayıcı ve küstah tavırları ziyadesiyle kışkırtıcı olsa da bu ruh halinin abartılmaması lâzım. Zira Avrupa’nın yani 12 trilyon avroluk, Türkiye ekonomisinin 16 misli, dünyanın en büyük ekonomisinin kriziyle her fırsatta dalga geçmek, bu durumun senin üzerindeki etkisinden bihaber olmak demek -ki bu pek akıllıca değil. Ali BABACAN ile Mehmet ŞİMŞEK, bir numaralı işortağımız Avrupa’nın yavaşlamasıyla kapımıza dayanmakta olan sıkıntılara da işaret edip aylardır önlem almaya çalışıyorlar. Veriler ortada: AB Türkiye’nin bir numaralı ticarî ortağı ve bir numaralı yabancı sermaye kaynağı. Avrupa hapşırdığında -ki hapşırmaktan beter durumda, Türkiye hastalanacak. Yavaşlamanın ilk işaretleri gelmeye başladı bile. Elbette tek neden Avrupa’nın içinde bulunduğu durum değil. Vergide, eğitimde, AR-GE’de ve işgücü piyasasında yıllardır reform yapmayan, diğer tarafta muazzam kaynak israfına sebep olan Kürt çatışmasını çözemeyen Türkiye’nin kendisinin bu tıkanıklıkta ziyadesiyle payı var. İşin ironik yanı da burada: Adı edilen sorunlar artık beğenilmeyen Avrupa’da çoktan çözülmüş durumda. Hâsıl-ı kelam banka performansı, iç tüketim patlaması ve inşaat furyası Avrupaalaycılık için yetmez maalesef. Hele kıstas, birey ile toplumun esenliği ve doğanın bekasıysa, Türkiye’nin Avrupa ile boy ölçüşebileceği, kıyaslamada önalacağı hiçbir performans yok. Bir defa Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Türkiye’deki kadar sorun yok. AİHM’deki Türk yargıç Işıl KARAKAŞ’ın şu beyanı yeter: ‘Türkiye özellikle uzun tutukluluk süreleri, ifade ve basın özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki devlet!’ Türkiye’nin dünyanın farklı sıralamalarındaki yeri bu gözlemi teyid ediyor. Bununla da yetinmeyecekler için Van depremi sonrasında hâlâ süren ölümcül keşmekeşi ve Kürt çatışmasının çözümündeki müzmin beceriksizliği hatırlatalım. Avrupa ülkeleriyle alay ederken Avrupa ilkeleriyle alay etmeyelim çünkü onlara daha çok ihtiyacımız var. Askeri harcamaların denetimi Alalım örneğin askerî harcamalarda şeffaflık, denetlenebilirlik ve hesap verilebilirliği. Demokratik işleyiş açısından hayatî konudur. Demokrasilerde askerin denetimi başta sayıştaylar olmak üzere savunma bakanlıklarının denetim mekanizmaları, parlamentolar, ulusal ve ulusüstü STK’larca yapılıyor. Bazı durumlarda hasım ülkeler birbirlerinin savunma harcamalarını denetleyecek mekanizmalar geliştirmiş. Arjantin ile Şili arasında 1998’de akdedilen anlaşma gibi. Bizdeyse 6085 sayılı yeni Sayıştay Yasası ile askerî ihaleler, mekânlar, mal ve harcamalar nihayet denetim kapsamında yer alacak ama denetim raporları ülke güvenliği gerekçesiyle gizli tutulacaktı. Raporlara erişim ile ilgili düzenlemenin nasıl olacağı Genelkurmay, Savunma ile İçişleri Bakanlıkları ve Sayıştay’ın görüşleri doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecekti. Benzer gizlilik ilkesi Avrupa ülkelerinde de var ancak silâh projeleriyle ilgili, harcamalarla değil. Ama genelkurmayın malî denetimin parçası olduğu, Türkçesiyle kuzunun kurda emanet edildiği bir model, hiçbir demokratik ülkede yok. Esas tehlike, hükümetin askeriye ile zımnen bir nevi centilmenlik anlaşmasına gitmesiyle askeriyenin görece özerkliğini muhafaza edecek olmasıydı. Askeriyenin, siyasete müdahaleden arınmış olacak yeni özerkliği artık hukukî ve malî ayrıcalıklar vasıtasıyla gerçekleşecek gibi duruyordu. Ve nitekim bu öngörü şu sıralarda gerçekleşiyor. Taraf’ın haberine göre yukarıda adı edilen yönetmelik Sayıştay uzmanlarınca hazırlanarak Sayıştay Başkanlığı’na sunulmuş. Taslağın hem hazırlık aşamasında hem sonrasında Millî Savunma Bakanlığı Maliye Daire Başkanlığı’ndan baskılar gelmeye başlamış. Sonunda taslak askeriyenin patates soğan alımını anca denetleyecek şekilde kuşa çevrilmiş. Çağdaş bir denetim mekanizmasının çok gerisinde kalan metin eğer Bakanlar Kurulu’nda kabul edilirse askeriyenin malî özerkliği kalıcı bir temele oturacaktır. Şeffaflık yerine gizliliğin kotarıldığı bir denetleme mekanizması, dalga geçilen Avrupa’da yok. Bir AK parti kurmayı ‘AB’nin bize faydasından çok zararı olacağını düşünüyorum. Biz şu anda Avrupa’nın bize sağlayacağının çok çok üzerinde gidiyoruz’ diye övünse de bu böyle. |
|||||