|
|||||
|
|||||
Tüketim toplumuna karşı giderek daha fazla hissedilen memnuniyetsizliğin temelinde basit bir soru yatıyor: Ekonomi ne işe yarar? Zenginlik, iş olanaklarının artması gibi geleneksel yanıtlar kulağa mantıklı geliyor, ta ki işlevlerini yitirene kadar. Zenginlikten dolayı iyice kilo alınca, aşırı çalışmaktan bitkin düşünce, “her şeye sahip olabilirsin” mantığı bizi ailelerimizi ve dostlarımızı ihmal etmeye yönlendirince, yaşamlarımızın nereye doğru gittiğini ve bizi bu yola götüren sistemi daha derinden sorgulamaya başlıyoruz. Bazı sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerden gelen işaretler, birçok insanın yaşamda büyük bir evden ya da yeni bir otomobilden daha fazla beklentileri olduğunu gösteriyor. İnsanlar daha derin bir şeylere ihtiyaç duyuyor: mutlu, onurlu ve anlamlı bir yaşam; kısacası, refah ve bu yolda ekonominin bir engel değil, bir araç olmasını bekliyorlar. Worldwatch Enstitüsü’nün “Dünyanın Durumu 2004” raporunda Gary Gardner, insanların tüketimi toplumsal değerlerin en tepesine yerleştirme alışkanlıkları düşünüldüğünde, refah toplumuna geçişin zor olacağına işaret etmektedir. Fakat bu yönde atılacak her adımda elimizde iki avantaj vardır. Bunlardan ilki insanoğlunun bugün, geçmiş nesillerden çok daha fazla bilgi, teknoloji ve beceriye sahip olmasıdır. Ancak bunların, yüksek düzeyde tüketime odaklı bir ekonomik sistemin ürünü olması da ironiktir. Yine de yirminci yüzyıldaki tüketim-odaklı kalkınma seçimlerimiz, her ne kadar yanlış yönlenmiş de olsalar, bilgi ve teknolojimizi sürekli malzeme tüketimi için değil, refaha ulaşmak için kullanmamızı sağlayabilir. İkinci avantaj ise basit ama güçlüdür; birçok insan refah içindeki bir yaşamı yüksek düzeyde tüketim yapılan bir yaşama tercih eder. Hollanda’nın eski Başbakanı Lubbers bu temel gerçeği anladığı için, yaşam kalitesini artırmak amacıyla Hollandalıların çalışma süresini azalttı: “Biz böylesini tercih ediyoruz. Hiç kuşkusuz yaşamımızda, bize para getirmeyen ve asla yeterince zaman bulamadığımız, iş haricindeki önemli yönler için artık daha fazla zamanımız var.”Diğer sanayileşmiş toplumlarda, yaşam kalitesini yükseltme çabaları daha hatalı biçimde yürütülüyor olabilir ama işaretler karşımızda duruyor: maaş zammı yerine daha fazla boş zaman isteyen çalışanlar, organik ve diğer “etik” ürünleri tercih eden tüketiciler, daha güçlü aile ilişkileri kurmak isteyen insanlar. Refah toplumunun bileşenleri sağlandığında, buna olumlu yanıt veren kişilerin sayısı son derece fazla olacaktır. Özetle, toplumlar ilişkileri güçlendirerek, sağlıklı seçimler yapmayı kolaylaştırarak, doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenerek ve herkesin temel gereksinimlerine yönelerek tüketime değil, refaha önem verme yolunu seçebilir. Bu da yirmi birinci yüzyılın, yirminci yüzyılda olanak, rahatlık ve konfor açısından elde edilmiş büyük gelişmeleri kadar önemli bir başarısı olacaktır. |
|||||