AB GÜNDEMİ Dr. Bahadır KALEAĞASI
TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü
Demokrasinin Değeri
Hızlıyız, Fakat Koşulların Değişimi de Hızlı
 
‘Siyaset boşluk kabul etmez’ sözü boş bir laf değil. Siyasette meydan boş kalmıyor. Boşaltırsanız, başkaları dolduruyor. İç siyasette de, uluslararası ilişkilerde de bu kural geçerli. Avrupa politikasında durum aynı. Meydanı boş bırakırsanız doldururlar. Ermeni lobisinin Türkiye karşıtlığı palazlanır. Papadopulos’un manevra alanı genişler. Merkel ve Sarkozy gibi popülistlerden, demagoglar, kökten dinci Hıristiyanlar, ırkçılar ve hatta PKK gibi cani terör odaklarına uzanan geniş bir yelpaze de, boşluktan güç kazanmayı umanlar çoğalır.

Yalnız dışarıdan değil, içeriden de fırsat kollayanlara gün doğar. Toplumun ilerlemesinden, dışa açılmasından, çoğulculuğundan, çoksesliliğinden ve sivil toplumun gelişmesinden kaygı duyanlar cepheleşir. Değişimin kendilerine çıkar kaybına mal olacağını düşünenler seferber olur. Eğitim, sağlık, tarım reformu, istihdam gibi somut sorunların çözümüne odaklı bir siyasal gündemde rekabet etmek yerine, içi boş hamasi söylemlerin rahatlığına alışmış olanlara gün doğar. Toplumu yanıltma çabaları.

Boşluk ortamında yanıltıcı ve yalan bilgilendirme rüzgarları eser dört bir yandan. AB kamuoyunda Türkiye’de demokrasinin gerilediği havası yayılır. Türk kadınının haklarını ve onurunu zedeleyen olaylar önplana çıkarılır. Toplumun en çarpıcı özelliği olarak töre cinayetleri haberleri geçer gazeteler ve televizyonlar. Paris’ten, Berlin’e, Viyana’dan, Lahey’e önüne gelen art niyetli bazı politikacılar "ilkel tarım ülkesi", "göçmen işgali tehlikesi" ve "İslamcı takiyeci" gibi temalarla Türkiye’yi karalayarak oy hesabına dalar.
Ülke içinde de boş durmaz, boşluktan yararlanmak isteyenler. En bariz ve kolay ulaşabilecek bir bilgi hakkında bile, "AB zirvesi kararlarında Türkiye’nin bölünmesi öngörülüyor" diyen uydurma bir metni internet ortamında dağıtırlar. Siyaset kürsüsünde 17 Aralık kararlarını Sevr ile karşılaştırma yersizliğine düşerler.
v Toplumun ulusal bilincini, somut sorunlardan kopuk siyasal söylemlere alet etmeye eğilimi gösterirler. Hiçbir gelişmenin hiçbir zaman, hiçbir ülke için siyah veya beyaz olmadığı, kazanımların kurumsal, sorunların siyasal ve çözümlerinin zamana yayıldığı AB gerçekleri hakkında halkı yanıltırlar. Ortada somut çıkarlara dayalı bir siyaset oyunu varken, ülke sanki AB kapısında sürünüyormuş gibi yanlış bir görüntüyü öne sürerek, halkın ulusal duygularını suistimal ederler.

Göreceli boşluk
Peki, Türkiye AB üyeliği sürecinde boşluk mu yarattı? Geriledi mi? Hayır, tam anlamıyla değil. Fakat göreceli bir durum var. Önündeki fırsatları yeterince değerlendirememenin, değişen koşullara göre yavaş kalmanın ve aleyhte çalışanlardan daha az etkili olmanın yarattığı bir boşluk söz konusu. Hükümetin ve bürokrasinin AB performansı ve üretkenliği olumsuz değil. Fakat çok daha iyi olmalıydı. Bundan sonra olabilir. Kayıp zamanın peşinde, atılım yapılabilir.
Türkiye 17 Aralık 2004 AB Konseyi sonucunda çok önemli bir ilerleme katetti. Büyük ülke olmasına, kısıtlı ekonomik gücüne, sosyal sorunlarına ve de karşıtı lobilerin tüm güçleriyle mücadelesine rağmen, AB ile müzakerelerin başlaması kararı gibi çok somut bir kurumsal adım atıldı. Bu karara giden süreçte, AB Komisyonu’nun iki ay öncesinde açıkladığı İlerleme Raporu belirleyici bir etken oldu. Türkiye artık "Kopenhag siyasal kıstaslarına uyan" bir ülkeydi. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti özellikleriyle, Türkiye artık çağdaş uygarlıkların 21. yüzyıl seviyesine erişmişti. Bir sonraki aşama, ulaştığı bu zirvede tutunabilmek, ayağa kalkıp, tekrar aşağıya kaymayacağı sağlam bir zemine kavuşabilmekti. Türkiye demokrasi zirvesine erişmiş, fakat henüz bayrağını dikememişti.

Demokrasi mücadelesi
Yıllardır Türkiye karşıtlarının en güçlü silahı ülkemizin demokrasi ve insan hakları sorunları oldu. Bu sorunları geride bırakmak üzere olan Türkiye, Avrupa siyaseti sahnesinde muazzam bir güç kazandı. Bu önemli konumu artık korumak ve pekiştirmek gerekiyordu. Fakat 2005 yılının ilk altı ayında Türkiye bu alanda çok önemli bir boşluk yarattı. Kendi halkı için, kendi çabalarıyla kazandığı bu gücü yeterince kullanamadı. Bu noktada da, göreceli bir gerileme görüntüsü oluştu. Aslında olağan koşullarda çok geç kalmadı. Fakat Avrupa içinde koşulların değişim ivmesi arttı. Ekonomik büyüme sorunlarının sosyal uzantıları ve siyasal izdüşümleri, AB’nin genişlemesi konusunu bazı üye ülkelerin iç politikasında demagojiye açık bir konuma taşıdı. Soğukkanlı bir analizle 2005’in ilk dönemi incelendiğinde, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları alanlarında ilerlemeye devam ettiği ortaya çıkabilir. Evet, bu dönemde gündeme birçok sorun geldi. Bunlar ilerlemenin yarattığı değişim direncinin sancıları. Beş-on yıl önceki sorunlarla karşılaştırmak haksızlık olur.

Daha iyisi için
Fakat genelde eğilimler olumlu olsa da, bilanço olumsuz. Çünkü Türkiye kendisine Avrupa yolunu açan demokrasi boyutunda 2005 yılını çok daha iyi değerlendirmeliydi. Kadın göstericilere dayak, azınlık vakıflarının malları konusunda diretme, şiire, kitaba ve düşünceye yasakçı yaklaşımlar gibi olaylar değişim sürecinin münferit vakaları olarak kalabilirdi. Meydan boş kalmayabilir, Türkiye karşıtları 17 Aralık’ta sıkıştıkları köşeden kurtulamayabilirdi.
Bunun için yapılacak olan, diğer tüm ülkelerin günümüz gerçekleri karşısında yaptığı olmalıydı. Ülkeler de, şirketler de, kurumlar ve bireyler de aynı içgüdü ile hareket ediyor: kazancını koru, çoğalt ve kendi değerini arttır. Her ülke imajına önem veriyor. Demokrasi başta olmak üzere, en temel özelliklerini sürekli vurgulayan bir iletişim ağı örüyor. Türkiye böylesine önemli bir konumu elde etmişken, kimisi talihsiz içerik hataları ve genelde iletişim eksikliği yüzünden, kazancını yeterince koruyamadı. Demokratik bir ülke olarak AB üyeliğine uzanmanın değerini iyi bilemedi. Daha fazla gecikmeden

Türkiye ne yapmalıydı?
Bu soru ile, "bundan sonra ne yapmalı?" sorusunun yanıtları aynı:
1.Saygınlık
"İnsan hakları" derken kastedilen insanlar Türkler. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları. Ayrıca bu ülkenin geleceği. Gençlerinin ve çocuklarının güvenliği ve insanlık onuru. Bu yaşamsal konu "başka ülkelere taviz vermek" gibi bir delalet içinde tartışılmamalı.
2.Liderlik
Demokratik reformların tamamlanması ve uygulanmasında bizzat Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Anamuhalefet Lideri önplanda olmalı. Türk toplumuna, bürokrasiye, yargı ve güvenlik sistemine ve de uluslararası kamuoyuna karşı kararlılık ve özgüven sergileyebilme çağdaşlığı ve basiretini göstermeliler.
3.Marka
Siyasetçiler hem ülke içinde hem de ülke dışında "çağdaş Türk demokrasisi", "Avrupa ve dünyada demokrasinin geleceğine Türkiye’nin katkısı", ve "Avrupa’nın geleceği" gibi temalara odaklanmış yoğun iletişim etkinliklerine öncelik vermeli. Konferanslar, nutuklar, gazete makaleleri, mülakatlar ve doğrudan tanıtım ve reklam etkinliklerinde bu konular ısrarla işlenmeli. "Türkiye demokrasisi" markası yaratılmalı.
4.İletişim
Türkiye’nin aleyhine çalışan veya konuşan kurum ve kişilere, niteliklerine göre ayarlanmış şekilde düzenli ve etkili bir şekilde tepki verilmeli. Boşluk yaratılmamalı. Kimse, ister fanatik bir karşıt lobi, ister iktidara aday saygın bir politikacı olsun, kimse Türkiye’nin demokratik sorunlarını, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının aleyhine kullanamamalı. Bu sorunların çözümü, Türkiye’nin AB sürecinde ilerlemesiyle olası. Bu sorunlardan dolayı dışlanmasını talep etmek art niyettir. En uzman hukuk büroları, en etkili iletişim ve tanıtım kanalları, en üst düzey siyasetçiler ve sivil toplumsal girişimler devreye girmeli. Türkiye, Avrupa ve dünyada demokratik saygınlığını özenle korumalı.
5.Strateji
Zaman iyi yönetilmeli. Kısa vadede AB içinde aleyhine oluşan şok dalgalarını atlatan bir Türkiye’nin önünde tarihsel bir fırsat var. Daha iyi bir laik demokrasi, daha güçlü bir ekonomi ve daha kalkınmış bir toplum olabilen Türkiye, Avrupa’da çok etkin bir ülke olma yolunda i