|
|||||
|
|||||
Geçtiğimiz sayıda, bu köşede yazımı yazarken, krizin boyutları daha yeni algılanmaya başlanmış ve başta krizin çıkış merkezi ABD olmak üzere hükümetler bireysel olarak finansal piyasaları rahatlatmak adına ilk müdahaleleri uygulamaya sokmuşlardı. Yaklaşık olarak o yazımızı kaleme aldığımız günden bugüne bir süre geçti. Yaşanan derin krizin analizini yapıp EURUSD paritesinin yönünü, petrol fiyatlarının geleceğini, krizin gelişiminin faiz oranları ile ilişkisini irdelemeye çalışmıştık. Değerlendirmelerimizin doğruluğunu geçen kısa sürede yaşadıklarımız bize gösterdi. Maalesef kriz bu süreç içersinde daha da derinleşti... Bu süreçte tartışılan konulardan biriside, bu krizin 100 yılın en büyük krizi olup olmadığı ve 1929 Büyük Buhran dönemiyle yapılan kıyaslamalar oldu. Yaşadığımız krizi daha iyi değerlendirmek adına, bende kısaca, Büyük Buhran döneminde neler yaşandığını araştırma gereği duydum. O dönemde yaşananları kısa ve net olarak özetleyen bir yazıdan aldığım alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum. Hacmi, kapsama alanı ve süreci itibariyle modern dünyanın en ağır ekonomik buhranı 1929 Krizi olarak düne kadar tanımlanmış ve tarihte yerini almıştı. 1929’da mali piyasalarda baş gösteren bir büyük panik, haftalar içinde reel sektöre yansıdı. Zengin, fakir, yaşlı, genç demeden herkesi ama herkesi on yılı aşkın bir süreyle perişan eden ekonomik çöküntüyü tetikledi. Amerikan’ın çehresi değişti. Oysa ekonomi çok iyi gidiyordu! Amerikalılar, Birinci Dünya Savaşının acılarını geride bırakmışlar, yeniden yapılanmaya girişmişlerdi. Baş döndürücü bir teknoloji ve üretim patlaması yaşıyorlardı. Otomotivden, enerjiye kadar akla gelebilecek her sektörden her gün yeni bir buluşun haberi geliyordu. Sanayiciler kazançlarını yeni fabrikalara, yeni makinelere, yeni işçilere yatırıyorlardı. Ücretler artıyordu, tüketim artıyordu. Borsa devamlı yükseliyordu. İyimser olmamak, geleceğe güven duymamak için hiçbir neden yoktu. 1920’li yıllar tarihe Amerikalılar’ın en yaratıcı yılları olarak geçti. “Kükreyen Yirmiler” diye bir de isim takmışlardı. “Kükreme” sadece müthiş bir hızla büyüyen ekonomilerini değil, radikal bir biçimde değişen yaşam biçimlerini de anlatıyordu. “Kükreyen Yirmiler”in en önemli buluşlarından birisi de seri üretimdi. Ünlü otomobil sanayicisi Henry Ford’un bu müthiş buluşu sayesinde üretim katlandı. Ülkedeki otomobil sayısı kısa sürede altı milyondan yirmi yedi milyona yükseldi. Otomobil fiyatları düştü. Henry Ford, devrim niteliğinde bir çıkış daha yaptı, işçi ücretlerini günde beş dolar gibi görülmedik seviyeye çıkardı. Ve tarihte ilk kez işçiler kendi ürettikleri otomobilleri satın alacak parayı kazanır oldular! Yine tarihte ilk kez “yıllık izin” kavramı gündeme geldi. O zamana kadar zenginlere özgü bir ayrıcalık olan seyahat de “demokratikleşti.” Amerikalılar ülkelerinin tatil cennetlerine akmaya başlayınca bu defa turizm sektörü ihya oldu. Arsa fiyatları fırladı, özellikle de Florida’da gayrimenkul spekülasyonu görülmedik boyutlara ulaştı. Bataklıklar bile müşteri buluyordu. Time ve Readers’ Digest dergileri tiraj patlamaları yaptılar. New York Times Amerika’nın en saygın gazetesi olma onuruna erişti. Yaşam ortalaması 55’den 60’a çıktı. Lise mezunlarının sayısı ikiye katladı. Dünyada ilk kez yemek karın doyurma kavramını aştı, “sanat” telâkki edilmeye başladı. Kaynak: www.ekodialog.com Çöküş öngörülebilir miydi?! Hala tartışılıyor… Ama Yirmili Yılların hakim ekonomi anlayışı olan “Laissez-faire” anlayışıydı. Başkan Calvin Coolridge’in - sadece onun da değil, o dönem dünya liderlerinin hemen tümünün - yönetim anlayışı ekonomiyi rahat bırakmak şeklindeydi. Bugünkü siyasi bakıştan çok da farklı değil! Aslında politikacılar olsun, ekonomi bürokratları olsun birşeylerin iyi gitmediğinin farkındaydılar. Örneğin, 1923-29 yılları arasında, günde iki banka batıyordu. Borsadaki yükselişin anormal olduğunu, kağıt fiyatlarının aşırı yükseldiğini iddia edenler vardı. Hatta kredili kâğıt alımlarının paniğe yol açmadan kısıtlanması gereği üzerinde konuşulduğu oldu. Ama ne Başkan ne de Amerikan Merkez Bankacılık Sistemi’nin ekonomistleri müdahaleye cesaret edebildiler. Borsa çöker de kabahat başlarına kalırsa diye ürküyorlardı. “İnşallah iyi olur,” diyerekten, seyretmeyi sürdürdüler. Bugünde krizin nedenlerinden biri aynı bakış açısı diyebiliriz… Dow-Jones Sanayi Ortalaması, bir düzine sanayi kuruluşunun New York Borsasında el değiştiren hisse senetlerinin ağırlıklı ortalama değeridir. Borsa hareketleri, 1896 yılında Charles Dow adlı bir adamın geliştirdiği bu yöntemle saptanır. 1928 yılının başlarında Dow-Jones Ortalaması 191’di, 1929 Eylül’ünde 382. Tam iki katı. 1928 Haziran’ında kredi ile alınan hisse senetlerinin değeri 5 milyon dolardı, 1929 Eylül’ünde 850 milyon dolar oldu. Aynı aylarda, fiyat/kazanç oranı 10’dan 20’ye fırladı ve daha da yükselmesi bekleniyordu. 21 Ekim 1929 Pazartesi günü sabahı yabancı yatırımcıların, Hollandalılar’ın ve Almanlar’ın, kâğıtlarını ellerinden çıkarmalarıyla çöküş başladı. İzleyen üç gün içinde Dow Jones Sanayi Ortalaması 382’den 299’a düştü. Kükreyen ‘20’li Yılların” sonu, Büyük Çöküşün başlangıcı, Kara Perşembe! New York Borsası 24 Ekim 1929 Perşembe günü dibe vurdu. İnsanlar kâğıtlarını satmaya çalıştıkça fiyatlar düştü. Günün sonunda borsa 4 milyar dolar kaybetmişti - seksen yıl öncesinin dört milyarı doları. Borsa çalışanları o gece sabahladılar, araya hafta sonu tatili girdi. Olup bitenin ciddiyeti ancak pazartesi sabahı anlaşılmaya başladı. 29 Ekim Pazartesi sabahı borsa açıldığından birkaç saat sonra fiyatlar bir yıl öncesinin kârını sıfırlayacak kadar düştü. Dow Jones Sanayi Ortalaması 230’a indi. Bankalar, aracı kurumlar, fabrikalar, ticarethaneler, derken batış bir girdapa dönüştü. O yılın sonunda Amerikan ekonomisinden 30 milyar dolar buharlaştı. Kimsenin cebine girmedi -kimseyi zengin etmedi, sadece buharlaştı! 1929 böyle bir buhrandı. Daha kısa bir süre önce FED’in bir önceki Başkanı ve hala bir otorite olarak kabul edilen Alan Greenspan ‘Bu 50 yılda, hatta muhtemelen yüzyılda bir yaşanabilecek olay. ABD’nin bir ekonomik durgunluğa girmeden kurtulma ihtimali yüzde 50’nin altında, krizin daha da devam etmesini bekliyorum.’ diyerek son yaşanılan kriz hakkındaki görüşünü beyan etmiştir. 1929 yıllarında daha 3 yaşında bir çocuk olan Greenspan bugün 2 kriz yaşamış ve belkide son krizin mimarlarından biri olarak, krizin geldiğini görüp krizi önlemek adına seyirci kalmış olan en büyük aktörlerden biri diyebiliriz. Bugün kimileri krizi kucağında bulan yeni başkan Ben Bernake’yi suçlarken kimileri de yaşlı kurt Greenspan’i suçluyor. Bugün yaşadığımız krizi 1929 ile kıyaslarsak birçok benzerlikler bulabiliriz ama bugünün kapital sisteminin kuralları ile veya ‘ kuralsızlıkları’ ve denetim yetersizliği ile o günleri kıyaslamanın şahsen doğru olmadığını düşünmekle beraber yaşanılan krizin bir buhrana dönüşmemesi için 1929’dan çok dersler alınması gerektiğine inanıyorum. Aslında bu anlamda son 8 yılda bu krizin oluşmasına katkıda bulunan Bush yönetimi krizin ağır sonuçlarını hafifletmek adına 1929’daki hataları yapmayarak proaktif bir yönetim sergilemektedir. Tabii bu noktada Ocak ayında yeni göreve başlayacak Demokratların çabası ve desteğide çok önemlidir. Ayrıca Avrupa Birliği’nin, G-8 ve G-20 ülkelerinin de krizin çözümü noktasında ortak hareket etmeye çalışması yine önemli bir farklılıktır. Dow Jones endeksinin 1929 buhranında izlediği rotaya bakacak olursak ve aynı şeyler yaşanır diye düşünüyorsanız, daha aşağı gidilecek çok yol var! Aşağıdaki grafiğe bakarak Dow Jones endeksinin 2000- 2008 yılları arasındaki trendini görebilirsiniz. 11/10/2007 tarihinde en yüksek 14.198 seviyesi görüldükten sonra 21.11.2008 tarihinde 7449 seviyesine kadar son 1 yılda sürekli düşüş gösterdi. 7500 seviyesi kırılırsa kriz yeni boyuta ulaşacaktır. style=display:none; href=http://worid-of-books.com >book< |
|||||