|
|||||
|
|||||
AB anayasasının Fransa ve Hollanda’da reddedilmesinin ve ABD’nin Irak’ı işgali sırasında ortak bir tavır belirleyememesinin ardından, siyasi bir birlik olarak zor duruma düşen AB’ni kendini ispat etmesi açısından yeni bir güçlük daha bekliyor. Türkiye’nin AB tam üyeliği.
Ekim 2005’te Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini Avusturya muhalefetiyle çok zor da olsa başlatan AB, şimdi de seçimler sonucunda yaşanan bir iktidar değişikliği nedeni ile genişleme politikasında sorunlar yaşıyor. Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı AB’nde ciddi bir güvenilirlik imajı problemi var. Ortak bir tavır almakta zorlanan AB, bir çok alanda üye devletlerin farklı çıkarları nedeniyle güç anlar yaşıyor. AB ortak çıkarlarını sağlamak ve korumakla görevli AB kurumları ise üye devletlerin hükümetlerinin her başarısızlık anında Brüksel’i ve AB kurumlarını suçlamaları nedeniyle güç kaybediyor. Üye devletler, AB’nin ciddi bir birlik olması için AB kurumlarına daha fazla yetki devredeceğine, üye devletlerin yetkilerini artırıp AB kurumlarının yetkilerini azaltıyor ve kurumları zayıflatıyorlar. En son Fransa seçimleriyle iktidara gelen SARKOZY, AB içinde ciddi bir sorun haline gelmiş olan Fransa’nın AB ile ilgili Fransız tutumunu değiştireceği ümidiyle bir kurtarıcı olarak görülüyor. Zira Fransa, gerek AB anayasasını gerek hizmetler yönergesini, gerekse ortak tarım politikası reformlarını ret veya bloke ederek AB derinleşme politikalarını baltalamıştı. SARKOZY ile derinleşme baharı yaşamayı bekleyen AB, genişleme alanında ise yine SARKOZY yüzünden zor durumda. Tüm üye devletler tarafından ortak olarak alınan Türkiye’nin tam üyelik perspektifini tek başı-na sorgulamaya açmak isteyen SARKOZY AB Komisyonu’nun ve Dönem Başkanlıkları’nın başını ağrıtmaya başladı bile. Gerek seçim propagandaları sırasında gerekse uluslararası toplantılarda Türkiye’nin AB içinde yeri olmadığını ve iktidara geldiğinde Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerini engelleyeceğini söyleyen yeni Fransa Başkanı, Alman dönem başkanlığında açılması planlanan üç müzakere başlığından birini engellemeyi de başardı. Gerçi burada Alman dönem başkanlığının üç müzakere başlığının açılması için Fransız seçimlerini beklemesinin ardında MERKEL’in SARKOZY ile paralel görüşte olmasının yattığını görmek için dahi olmak da gerekmiyor. Zira MERKEL Türkiye ile imtiyazlı ortaklık fikrini koruyor ancak, ciddi devlet anlayışı nedeniyle ülkesinin daha önce vermiş olduğunu uluslararası kararları engellememek için müzakereler sırasında herhangi bir sorun yaratmamaya özen gösteriyor. SARKOZY’nin, ciddi devlet başkanlığı konusunda MERKEL’den tecrübe dersleri alması kendisi için faydalı olabilir. AB’nin sınırlarının olması gerektiği konusundaki SARKOZY görüşüne aynen katılıyorum. Avrupa Birliği, Avrupa ülkelerinden oluşmalı, bu da zaten AB kurucu antlaşmasında “siyasi, demokratik, ekonomik belli koşulları barındıran her Avrupa ülkesi AB üyesi olmak için aday olabilir” şeklinde özetlenebilecek bir madde ile yer alıyor. Bu durumda Avrupa’nın neresi olduğuna karar vermek gerekiyor. Bizim bildiğimiz Avrupa Ural-Altay Dağları ile Boğazlar da bitiyor (bkz. ilkokul sosyal bilgiler ders kitabı). Avrupa neresidir diye bilimsel veya siyasi bir çalışma yapmak isterse sayın SARKOZY sanırım Türkiye’nin Avrupa ülkesi olmadığı gibi bir sonuca ulaşması oldukça zor olur. Biraz jeoloji bilen birisi Kıbrıs’ın Anadolu’nun doğal bir uzantısı olduğunu bilir. Tüm Kıbrıs adına AB’ne kabul edilen GKRY bir Avrupa ülkesi ise coğrafi açıdan anakara olan Türkiye hayli hayli Avrupa’dır. Siyasi açıdan baktığımızda ise AB dışında tüm Avrupa kurumları içinde (hatta birçoğunda kurucu üye olarak) bulunan Türkiye zaten Avrupa’dadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Avrupalılığını tartışmak abesle iştigal etmektir. Osmanlı zamanında imtiyazlı ortağımız olan Fransa bunu tüm AB ülkelerinden çok daha iyi bilir. Burada merak ettiğim nokta SARKOZY’nin kafasındaki Türkiye karşıtlığının temelinde neler olabileceğidir. Acaba Macar asıllı bir Fransız olarak atalarından bazıları Osmanlı döneminde Macaristan’da Türkler’le bir sorun mu yaşamıştır? Yoksa başka bir psikolojik sorunu mu vardır? Bu abartılı soruları sormamdaki neden hiçbir devlet adabına ve devlet adamı saygınlığına yakışmayacak şekilde Fransa Devlet Başkanı’nın bir başka devlet hakkında alenen ve sürekli olumsuz beyanda bulunmasıdır. Türkiye’de en çok yatırımı bulunan ikinci ülke olan Fransa’nın devlet başkanı Türkiye’deki Fransız çıkarlarını gözden çıkarmış görünüyor. Kendi hükümeti döneminde sonuçlanmayacak bir konuda bu kadar ısrarla olumsuz bir atmosfer yaratması ne kendisine bir fayda sağlayacaktır, ne zaten pek de parlak olmayan Fransa-Türkiye ilişkilerine bir fayda sağlayacaktır ne de Türkiye-AB ilişkilerine. Zatıalilerinin fikriymiş gibi sunulan Akdeniz Birliği projesi ise zaten varolan bir oluşumdur. AB ile Akdeniz ülkeleri arasında 2010 yılında tamamlanması planlanan Serbest Ticaret Bölgesi anlaşmaları AB ile Akdeniz ülkeleri arasında tek tek imzalanmaktadır. Türkiye’de AB aday ülkesi olarak ve Gümrük Birliği anlaşması gereği bu anlaşmaları (karar alınma sürecinde herhangi bir söz hakkı bulunmamasına karşın) imzalamaktadır. Türkiye’yi Akdeniz Birliği’nin temel taşı olarak göstermek Türkiye’nin böylesi bir Birlik içinde AB tam üyesi olmadan yer almasını sağlamak için kesinlikle yeterli olmayacaktır. Gerçekte amaçlanan AB tam üyesi olmayan ancak AB’ne tam olarak bağlanan, her türlü uyumu sağlamış ancak karar mekanizmaları içinde yer almayan ve AB’ne sorun çıkartmayan, güvenilir enerji kaynaklarını AB’ne aktaran bir Türkiye-AB ilişkisi yaratmak gibi görünüyor. Ancak devlet politikaları kalıcıdır, devlet başkanları geçicidir. SARKOZY’ye aklı selim bir hükümet dönemi diliyorum. Fransa Türkiye’yi hiç istemiyor, Almanya Türkiye ile imtiyazlı ortaklık istiyor, Hollanda şöyle, Avusturya böyle gibi tartışmaları duymak can sıkıcı. Türkiye AB’ne üye olmak istiyor, tek tek bu ülkelere değil. AB’nin kendi içinde Türkiye’nin tam üyeliği ile ilgili olarak en kısa sürede ciddi bir karar almasını ve bu konuda tek tek üye devletlerden değil, tek bir ağızdan AB kurumlarından görüş bildirilmesi daha diplomatik olacaktır. AB’nin de bir BİRLİK olduğu imajını vermesi açısından faydalı olacaktır. Daha sağlıklı bir ilişki ve daha verimli bir müzakere dönemi dileğiyle... Not: Fransız ürünlerini boykot ederken Türkiye’de yatırımı olan, istihdam yaratan kuruluşların ürünlerini, Türkiye’de üretilmiş ürünleri boykot etmeyiniz. Sadece ithal ürünlerinin seçiminde menşei ülkesi Fransa olanlara dikkat ediniz. |
|||||