|
|||||
|
|||||
Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri başlayacak mı başlamayacak mı sorusunun cevabı geldi. Pek de kolay olmadı olumlu yanıtı almak.
Bu noktada Ankara’nın kararlı ve sağlam duruşu, Türk Dışişleri’nin AB ile yaşamış olduğu tecrübeler, Amerika Birleşik Devlerinin Viyana’ya müdahalesi, İngiliz Dönem Başkanlığı’nın kararlılığı ve en önemlisi AB Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili olarak alınmış kararın ardında durması en önemli etkenler. Karşı cephede ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu rüyası gören Avusturya, hala Birleşik Almanya’nın ilk kadın Şansölyesi olamamış ve dolayısıyla Viyana üzerinden vals yapmaya çalışan Angela Merkel var. Kıbrıs Rum kesimi ve Fransa’yı da eklemekte de yarar var sanırım listeye. Öncelikle karşı cepheye bakarsak Avusturya’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu rüyası görüyor olduğuna inanmamızı sağlayan iki nokta var: birincisi Viyana’yı 3. kez kuşatma altındaymış gibi görerek Hıristiyan alemini Müslüman Türk-ler’e karşı koruyor edasına bürünmesi, ikincisi de eski imparatorluk topraklarından Hırvatistan’ın AB üyelik müzakerelerine başlaması için canla başla mücadele etmesi. Viyana kuşatmasını unutamamış olmaları hayli ilginç, çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın kendi içinde yaşadıklarını çok kolay unutup AB’ne girebildiler. 50 yıl önce olanları unutup 300 yıl önce olanları unutamamak ister istemez din savaşlarını ve ırkçılığı getiriyor elbette insanın aklına... Ancak Türkiye ile müzakerelerin açılmasına Avusturya’nın bu kadar direnmesine asıl sebep Hırvatistan ile müzakerelerin açılmasını sağlamaktı ve başarılı da oldular. Bu nedenle duygusal olmamak ve kin beslememek gerek. Bu bir müzakere oyunu. Hırvatistan’ı da trene eklemek için Avusturya’lılar Türkiye’ye koydukları yüksek çıtayı tekrar geri indirdiler. Bu arada Hırvatistan için yazılan rapor geri gitti, yeniden yazıldı ve gece yarısından sonra Türkiye ile müzakerelerin açılmasını takiben yeniden görüşüldü. Ardından Hırvatistan’ın tam bir işbirliği içinde olduğu açıklandı ve Hırvatlarla da AB tam üyelik müzakereleri başlatılmış oldu. Buna en çok da raporda Hırvatistan’ın tam bir işbirliği içinde olduğu söylenen uluslarası mahkeme şaşırdı. Hırvatistan ile müzakerelerin açılmasına en çok AB üyesi İskandinav ülkeleri karşı çıkıyordu. Çünkü Hırvatistan’la öne sürülen kriterleri yerine getirmeden müzakerelere başlanmasının diğer Batı Balkan ülkelerine örnek olacağı ve kriterleri yerine getirmekte daha rahat davranmalarına yolaçacağı düşünülüyordu. Hırvatistan’da da bu yönde herhangi bir adım atılmıyordu. Ancak Avusturya’nın veto kartını elinde tutması nedeniyle orta bir yolun bulunmasına karar verildi. Bu arada ABD Dışişleri’nin Viyana’yı arayarak Türkiye’ye karşı tutumunu değiştirmemesi halinde Avusturya’daki Amerikan yatırımları ile ilgili tehditte bulunduğu haberleri de kulislerde dolaştı. Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ise sessiz kalmayı tercih ettiler ve müzakere çerçeve belgesinin başlangıçta 5. sonradan 7. maddesi olan "uluslararası kuruluşlara AB üyesi ülkelerin üyeliğinin engellenmemesi" konusunu çerçeve belgesi içinde tutmaya çalıştılar. Ancak Ankara’nın sağlam duruşu ve ABD’nin de desteği ile bu sorun aşıldı. Burada İngiltere’nin KKTC’ni resmen tanıma tehdidini Kıbrıs Rum Kesimi’ne karşı kullandığı yolundaki haberler de gelmedi değil. Fransa ise müzakere çerçeve belgesinde yeralan AB’nin soğurma kapasitesine atıfta bulunulmasını kendileri için yeterli gördüklerini açıkladı. Portekiz’in Avusturya’ya karşı Türkiye’yi savunurken sert ifadeler kullandığı bilgileri de ulaştı. Tekrar vurgulamak istediğim bir nokta AB Komisyonu’nun 17 Aralık 2004 kararlarının gerisine düşülmemesi ve Türkiye’ye verilen sözün tutulması konusunda son derece büyük bir savaş verdiği. Bu nedenle Türkiye olarak teşekkürlerimizi dönem başkanı İngiltere ile AB Komisyonu arasında paylaştırmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu tavrıyla AB Komisyonu uluslarüstü bir kurum olduğunu ve AB üyesi devletlerin tek tek çıkarları yerine AB çıkarlarını koruduğunu ispatlamış oldu. Müzakerelerin başlamasının ardından gündeme gelecek olan konu ise Kıbrıs sorunu. AB ve Türkiye soruna BM nezdinde bir çözüm bulunmasından yana olduklarını açıkladılar, ancak Kıbrıs Rum Kesimi’nin bu konuda hemfikir olduğunu hiç düşünmüyorum. Zira Kıbrıs Rum Kesimi’nin elinde 2x35 defa Türkiye ve KKTC’den taviz koparma şansı var. Bu tehlikeli ve son derece riskli, ancak Türkiye-AB müzakerelerinin ne derece zorlu geçeceği gerçeğine de bir işaret. Kıbrıs Rum Kesimi’nin gerçekten bir çözüme gidip gitmeyeceği Kıbrıs Rum Kesimine AB ve ABD tarafından yapılacak baskılara bağlı olacak kanımca. Bu konuda AB’nden fazla bir destek göreceğimizi sanmıyorum. Zira Avrupa Parlamentosu bu konuda tamamen Kıbrıs Rum Kesiminin görüşünü benimsiyor. Bu konuda sıcak günler yakında. Bir başka konu da AB-Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması’nın yeni AB üyesi olan 10 ülkeye genişletilmesi. Bu konuda AB’nin Ankara’dan beklentileri var. Ancak Ankara KKTC’ye uygulanan ekonomik kısıtlamaların kaldırılması şartıyla Kıbrıs Rum Kesimine liman ve hava sahasının açılması konusunda olumlu sinyal verdi ve bu çok önemli. Şimdi AB müktesebatının taranması süreci 20 Ekim 2005 tarihinde başlayacak ve taraması tamamlanan fasılların bazılarında müzakereler başlatılacak. Müzakere edilecek fasılların başında en az sorunlu görünen Eğitim-Kültür ve Araştırma-Geliştirme fasılları geliyor. Ağır toplar ise tarım, bölgesel politikalar ve serbest dolaşım. Tam üyelik için müzakere çerçeve belgesinde de belirtildiği gibi en erken tarih 2014. AB 2007-2013 bütçesinde Türkiye’nin tam üyeliğini öngörmediğinden bir sonraki bütçe dönemine kalıyor Türkiye’nin tam üyeliği. O da 2014-2020 bütçe dönemi. Türkiye’nin müzakere başlıklarını 2014 yılına kadar başarıyla tamamlaması ve bu tarihte katılım anlaşmasını imzalaması gerekiyor. Bir iki yıl sonrasında da Türkiye AB içindeki yerini alabilir. Serbest dolaşım konusunda 7 yıllık geçiş dönemi de uygulandıktan sonra TC vatandaşları olarak en erken 2022 yılından sonra AB içinde eşit haklarla dolaşabiliyor olacağız. Bu konuda daha da gevşek zamanlama planları yapmak gerçekçi olmaz. Önümüzde uzun, ince ve dikenli bir yol var ama önemli olan yola girmiş olmak. Bu yoldan bizi kolay kolay kimse çıkartamaz. 3 Ekim 2005 kararlarıyla hem AB hem de Türkiye’nin dünya kamuoyu önünde saygınlığı artmıştır. Yapılacak çok iş var, hepimize kolay gelsin... |
|||||