|
|||||
|
|||||
Geçen ayki yazımda Amerika ve Avrupa’nın sürüklendikleri ekonomik krizin olumsuz sonuçlarından kurtulmak için Ortadoğu’da savaş zemini oluşturacaklarını ifade etmeye çalışmıştım. Bugün bu gerçeklerle maalesef ki karşı karşıyayız. Özellikle, Amerika’nın kredi notunun düşmesi Avrupa’nın da kapıldığı panik sonucunda yalnız Alman ekonomisi sayesinde ayakta durmaya çalışması yeterli olamayacaktır. Fransa’nın Avrupa’da lider ülke konumunda gözükmesine rağmen realitede böyle bir ekonomik güce sahip olmaması Almanya’yı zorunlu olarak Avrupa Birliği ülkelerinin kurtarıcısı rolünü üstlenmeye mecbur kılmaktadır. Yaşlanan, yılların getirdiği makine düzenindeki çalışma şartları nedeniyle yıpranan Alman vatandaşları, bu ağır faturayı ödemek istememektedirler. Kendi kendilerine yetebilme ve mutlu olabilme imkanlarını, bugüne kadar ağustos böceği misali yaşayan Avrupa’nın diğer AB ülkeleri ile paylaşmak istememeleri; bu karıncaların en doğal haklarıdır. AB’nin zoraki ekonomik birlikteliğini yürütme sorumluluğu, yalnız Alman’lara bırakılmamalıdır. Ama bu yükü göğüsleyecek Avrupa’da başka ülke de kalmamıştır. Amerika’nın Avrupa’yla olan münasebetlerini ayakta tutabilmesinin tek şansı Avrupa’ya ekonomik destekte bulunmasıdır. Ama kendi ekonomisi itibar kaybederken bu kıtaya kaynak aktarması da mümkün değildir. Bu nedenden, müşterek çıkar yaratabilmek için Avrupa da, Amerika da stratejilerinde savaşı ön plana almışlardır. Onların çıkarları ise Suriye ve İran’daki Şii mezhep gelişimini çökertmek için, içinde Türkiye ve Suudi Arabistan Sünni mezhep bloğunu dahil ederek İsrail’in de iştirak edeceği bir çoklu müttefik platformu oluşturmaktır. Rusya’nın İran’ı ve Suriye’yi destekler gözüken politikası çok inandırıcı olmasa da Çin’in bu oyunu bozmak için alacağı tutum henüz netlik kazanmamıştır. Eğer bu davranış kesinleşirse dünyayı büyük bir felaketin beklediği de kaçınılmaz bir gerçektir. Türkiye, Suriye’nin bugünkü politikasını kendi iç meselesi olarak görse de, bu sorumluluğun hiçbir zaman asıl sahibi olamayacaktır. Çıkacak sonuçlara göre Türkiye’nin dış politika stratejisi maalesef ki kendi çıkar ve menfaatlerinin önüne geçmiştir. Türkiye gelenek, göreneklerinin ve tarihi misyonunun dışında bir karar verme noktasına sürüklenmektedir. Bugün gelinen nokta, eskilerin deyimiyle “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” konumudur. Tercihlerin ne olduğu, tarihin ne şekilde tecelli edeceği Ortadoğu’daki yeni şekillenmenin nasıl sonuçlanacağı, 5-10 sene sonraki harita planlamasında belli olacaktır. |
|||||