|
|||||
|
|||||
Bu sayıda, “neden Türkiye’ye uluslararası sermaye girişinin bu kadar düşük olduğunu” (senelik 1.5 milyar dolar gibi) ve “nelerden dolayı bu miktarın artmasını, mevcut şartlar altında, mümkün olmayacağını” izah etmeye çalışıp, bununla beraber bir takım çözüm önerilerinde de bulunacağım. Eski bir YASED Başkanı olan Atilla MİDİLLİLİ’nin, 17 sene uluslararası kurumlarda çalışmış, büyük oğlu Ali MİDİLLİLİ olarak getireceğim yaklaşım ve öngörüler aslında son 20 senedir Türkiye’de konuşulması gereken yabancı yatırımcı sorunlarının “soft” ana başlıkları olmalıdır. | |||||
Büyüme ve “cazibe” sorunları nelerdir? Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde iyi yönetişim esasları referans alındığı takdirde, bazı temel makro faktörler, “büyüklüğü engelleyici” sebepler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar öncelik sırasına göre sıralanabilir; •Açık, şeffaf ve geniş yasalar ve düzenlemeler. •Yasaların ve düzenlemelerin yaptırımı. •IGAAP standartlarının benimsenmemesi. •Etkin ve hızlı iletişim sorunları ve bilgiye ulaşmadaki güçlükler. •İyi gelişmiş ve derinliği olan sermaye piyasaları. •İyi yönetişim kültür ve bilinçlenmesini oluşturmak. •Bürokratik engelleri asgariye indirmek. Bu makro faktörlerin iyileştirilmesi için yapılması gereken reformlar nelerdir? •Rekabetçi pazarlar yaratmak. •Şeffaflığı zorunlu kılmak. •Finansal disiplin sağlamak. •Etkin denetim altında bulunan değişken sermaye piyasalarının gelişimini desteklemek. •Hukuksal, yasal ve vergi sistemlerini güncellemek ve denetimi güçlendirmek. •Temel alanlarda bilgi kapasitesini arttırmak. •Bürokrasi sistemini işler hale getirmek. Türkiye’de ekonominin büyümesi için gerekli olan bu makro faktörler, gelişmekte olan diğer ülkelerle mukayese edildiğinde, Türkiyenin %30 civarında başarı oranı ile Rusya’nın (%23) ve Endonezya’nın (%29) üzerinde, fakat Güney Afrika (%65) ve Meksika’nın (%59) çok altında olduğu görülebilir. 24 ülkenin yer aldığı bu tabloda (CLSA Emerging Markets Report), ortalama %44 civarındadır. Bu çerçevede ekonomiye bakıldığında yabancı yatırımcıların Türk şirketlerine yatırım yapma iştahlarının da çok düşük olacağı gerçeğide ortaya çıkar. Sermaye birikiminin fakir olduğu ülkemizde, uluslararası bir ölçekde rekabet edebilmek, uluslararası pazar payına sahip olmak veya yeni teknolojiler/ürünler geliştirmek için bu sermaye yatırımcılarına ihtiyacımız bulunmaktadır. Tüm bunlara ilaveten son 20 sendir süregelen, yüksek enflasyon, yüksek faiz oranları, uzun dönem fonlamanın olmaması, yolsuzluklar ve yanlış kaynak kullanımları, ve ekonomimizin büyük bir kısmının kayıt dışı olması gibi “a la turca” faktörler ekonominin büyümsini engellemiş ve şirketlerimizin “küçük suda, büyük balık” olarak kalmalarına sebep olmuştur. Türk şirketlerinin büyüklük ve “albeni” potansiyeli? Şirketlerin büyüklük göstergesi bence halka açılmaları ve paydaşları için yarattıkları değerdir. Bu da piyasa değeri demektir. Ciro, fabrika sayısı, çalışan sayısı gibi göstergeler önemli olmakla beraber ikinci planda kalmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de özel sektörde en çok çalışanı olan şirket, veya ençok fabrikaya sahip holding, veya en çok ciro yapan kurum en değerli şirket olmayabilir. Koç holding’in 66 fabrikası bulunmaktadır ve yine en çok çalışanı olan (58,300) ve en fazla ciro yapan (3 milyar euro) gruptur. Turkcell’in bu kadar fabrikası, çalışanı ve cirosu olmamakla beraber uluslararası piyasa değeri Koç Holding’den daha fazladır. Yenilikçi, verimli ve karlılık odaklı bir yönetim ile Türk şirketleri daha rekabetçi olabilir ve hedeflerini büyütebilirler. Potansiyel, harekete geçirilmeyi bekleyen bir güçdür. Harekete geçmek için gerekli olan iki unsur vardır; sermaye birikimi ve insan becerisi. Sermaye girişi iyi yönetişim esaslarına ve iyi fikirlere göre gerçekleşecektir. İyi fikirler ise insan becerisi ve girişimcilikle oluşacaktır. Eğer iş dünyamız tüm dünyada süratle gerçekleşen bu değişim sürecini iyi tahlil edebilir ve değişeme açık olabilirse (en büyük engeldir!!!!), potansiyelini değerlendirecektir. Şirketlerin yapısı büyümek için ideal mi? Sağlıklı büyüyerek ve uluslararası pazarlarda sürekli bir şekilde rekabet edecek, yapıları henüz müsait değil. Türkiye’deki makro göstergeler %100 gibi bir iyileşme göstermediği takdirde sağlıklı bir alt yapı oluşturmak çok güç olacaktır. Bünyesinde uluslararası standartlarda bilgili, donanımlı ve objektif insanların bulunmadığı şirketler bunu başaramayacaklardır. Halka kısmen açılmış olsa dahi, hala birkaç aile bireyinin kontrolünde bulunan şirketler, ve bunların subjektif “yöneticileri”, riskleri iyi tahlil edemeyip, değişime ayak uyduramadıkları sürece yaratılmış olan değerleride yok edeceklerdir. Kurumsallaşma, iyi yönetişim, etik değerler, sosyal sorumluluklar gibi yükselen değerleri kullanarak yapılarını oluşturup, yerli ve yabancı yatırımcılara açılabilen şirketler büyüyebileceklerdir. Yatırımcılar için en cazip adresler, iyi fikirlerin, iyi ürünlerin, iyi yönetimlerin ve iyi yöneticilerin olduğu şirketlerdir. Hangi sektörlerde büyük şirketler çıkabilir? Türkiye coğrafi konumu, insan kaynağı ve içinde bulunduğu ekonomik yapı olarak şu sektörlerde daha başarılı ve değerli şirketler çıkabilir (büyük=karlı ve piyasa değeri yüksek olan). -Tarım, hayvancılık, su ve gıda. -Turizm ve seyahat. -Tekstil ve hazır giyim. -Deniz, hava ve kara taşımacılığı. -Lojistik. -Bilişim ve teknoloji. Özellikle tarım ve hayvancılık sektörününde daha fazla katma değer yaratarak büyük şirketler oluşacaktır. Avrupa, Rusya, Orta Asya ve Ortadoğu’ya olan yakınlığımız ve güçlü ticari ilişkilerimiz bu sektörlerdeki Türkiye’nin hem göreceli hemde rekabetçi avantajlarını kullanmasını sağlayacaktır. |
|||||