|
|||||
|
|||||
Temmuz ayında başlayan sigara içme yasağı ile birlikte bir kere daha Türkiye’de yasaların uygulanmasında yaşanan zorluklara tanık olduk. Ülkemizde yasalar mevcut ve birçoğu AB standartlarında. Ancak iş yasaların uygulanmasına, vatandaşların ve devletin yasalara uygun davranıp davranmadıklarına, uygun davranmayanların gerekli yaptırımlara tabi kalıp kalmadıklarına gelince tablo tamamen tersine dönüyor. Örneğin, Türkiye’de eğitim alanında yaşanan fırsat eşitsizliği ve eğitim kalitesindeki uçurumları gözönüne aldığımızda, bu konuda en şanslı sayılabilecek eğitimli insanlardan oluşan, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (IKSV) etkinliklerini takip eden, bazılarının şanslı azınlık diye adlandırdığı gruba mensup vatandaşlarımızın davranışlarına Açık Hava Tiyatrosu’nda bir konser sırasında tanık olduk. Sigara içme yasağına karşın, verilen konser arasında tiyatronun iki yanında bulunan büfelerin önü mahalle kahvelerinden daha ağır bir sis ve duman huzmesi haline geldi ve büfede durmayı bırakın büfenin yanından bile geçmeniz imkansız oldu. Bir IKSV görevlisinin “burada sigara içilmesi yasak” uyarısına ise eğitimli (!) vatandaşlarımız ilginç karşılıklar verdiler… Sigara içilmez posterlerinin hemen hemen hiçbirinde şikayet edilebilecek bir telefon numarası olmadığından, tüm hızıyla yürürlüğe girmiş olan yasa birçok yerde denetlenemez hale geliyor. Günlük yaşamda uyulması gereken en basit yasaların bile uygulamasını denetleyemezken, herkesin gözü önünde cereyan etmeyen yasa ihlallerini kontrol altına almak nasıl mümkün olacak, bilmesi çok zor. AB tarafından en çok eleştirildiğimiz nokta olan yasaların uygulanmasındaki eksiklikler, en basit günlük yaşamı ilgilendiren konularda bile karşımıza çıktığına göre ortada gerçekten ciddi bir sorun var demektir. Bunun sorumluluğu da hepimize aittir. AB uygulamadaki sorunları gündeme getirirken, kendi içinde benzer sorunları yaşamıyor mu? Maalesef yaşıyor. En son örneğini Belçika’da yaşayan bir Türk vatandaşımızın hayatını kaybettiği Belçika hapishanesinde gördük. Gardiyanların kabul edilemez davranışları sonucunda yaşamını yitiren vatandaşımızın haklarını korumak Türkiye Cumhuriyeti’nin vazifesidir. Gerekli girişimler yapıldı, umuyoruz ki sonunu kadar ısrarla bu tutum devam eder. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarını korumak T.C. devletinin birinci sorumluluğudur. Dünyanın neresinde olursak olalım. Vatandaşına sahip çıkan devletin saygınlığı da ona göre olur. Filmlerde fazlaca gördüğümüz “Ben Amerikan vatandaşıyım, bana dokunamazsınız!” cümlesi filmlerde abartılmasına rağmen, bir vatandaşın devletin duyduğu güveni simgeler ve önemlidir. Türkiye’de bir vatandaş bir polis memurunu karşısında gördüğünde kendini daha mı güvende hisseder yoksa daha rahatsız mı? Bu soruya alacağınız yanıtlar çok geniş bir spektruma yayılabilir Türkiye’de. Vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun bu soruyu “evet, kendimi daha güvende hissederim bir polis memurunu gördüğümde” diye yanıtladığı gün, Türkiye çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma kıstaslarının en önemlilerinden birine ulasmış olacaktır.O zamana kadar yasalar ve uygulamalar ile ilgili eleştiriler devam edecek… Ne yazık ki Belçika hapishanesinde öldürülen vatandaşımızın ardından tatilden Belçika’daki evlerine dönen bir Türk ailesi de saldırıya maruz kaldı ve ailenin babası hayatını kaybetti ve bebek bekleyen hanımefendi ise hastanede. Belçika’daki bu olaylardan önce Amsterdam’da öldürülen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hanımefendiyi de listeye ekleyince ortaya çok korkunç bir tablo çıkıyor. AB içinde ırkçılık ve dincilik artık son derece tehlikeli boyutlara ulaşmış görünüyor. Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının yaşam güvenliğini sağlamak öncelikle AB ülkelerinin kendilerine sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ne ait. Bu çok büyük ve ciddi bir sorumluluk. Umarım her iki taraf da bu sorumluluğun ciddiyetinin farkındadır. Aksi takdirde yeni Solingen’ler yaşama riski var ve hiç de o kadar uzakta değil…. |
|||||