|
|||||
|
|||||
Çok hızlı bir biçimde yaşayıp, görmekte olduğumuz sosyal, kültürel, teknolojik, ekonomik, hukuk, idari, eğitim, aile, iş ve çalışma vs alanlarındaki değişimleri ve bu değişimlerin, ortaya koyduğu yeni durumların, yaşamımıza etkilerini, yani getirdikleri ve aldıklarını, bir diğer ifade ile olumlulukları veya olumsuzluklarını, her yerde sürekli tartışıyoruz. Değerler değişiyor. Dün evet dediklerimize bugün hayır veya hayır dediklerimize evet diyoruz. Bunları, öznel (sübjektif) tartışma yerine, nesnel (objektif) sonuç çıkarabilmek için, kısa geçmişte, toplumumuzda yaşanmış öykülerden örnekler vererek, değişimin etkilerinin sonuçlarını, okurlara bırakmak istedim. Bu nedenle de “değişim süreci hikayeleri” ne, geçen sayıda başladım. Geçen sayımızda, toplumsal huzur ve güvenimizin koruyucusu,polis teşkilatımızdaki, araştırma, sorgulama anlayışının gelişimini gösteren, yaşanmış bir hikayenin 1. bölümüydü aktardığım. 1. Bölümün özeti; “Terzi Yılmaz – Fevzi Yılmaz” Terzi Yılmaz, mahallede kendi halinde, terzilik yapan bir esnaftır. Günün sonunda, dükkanını kapatıp, yine aynı mahalledeki dört katlı apartmanın ikinci katındaki dairesinde, akşam yemeğini ailesiyle birlikte sohbet ederek yerken, eve gelen bir polis memuru ve iki bekçi tarafından, sorulan “Terzi Yılmaz sen misin?” sorusuna, “evet “ cevabı üzerine, bir yaralama olayının sanığı olarak, Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Geceyi nezarette geçirme, sorgulanma, olay yeri tatbikatı, gibi usuli işlemlerden sonra, ertesi gün hastanede yatmakta olan yaralının yanına, kişileştirme (teşhis) için götürülür. Hikayenin 2. bölümü Terzi Yılmaz, polislerle birlikte, kişileştirme (teşhis) için hastanenin kapısına geldiğinde, “oh ya rabbim, iki gündür çektiğim çilem bitecek” diye geçiriyordu içinden. Hastanenin merdivenlerini, adeta koşar adım çıkarak, 2. kattaki yaralının yattığı tek kişilik odaya vardılar. Polis memuru, bankodaki hemşireyi çağırdı. Yüzleştirme yapacaklarını söyleyerek, yardım istedi. Hemşire kapıyı usulca araladı. Daha içeri tam girmeden, terzi Yılmaz, birden kaskatı kesildiğini hissetti. Hastane dönüyor, dönüyor başına yıkılıyordu adeta. Yaralı şahıs, hareket etmeksizin, mumyalanmış gibi, her tarafı sargılı öylece yatıyordu. Sargılardan, sadece sağ gözü görünüyordu. Ancak, onu da kapatmış uyuyor gibiydi. Hemşire, uyandırmak üzere, yaralının sargılar içindeki kulağına iyice yaklaştı. Terzi Yılmaz’ın kalbi neredeyse yerinden fırlayacaktı. Kendi kalp atışlarını duyuyordu adeta. Hemşire, yaralının omzuna hafifçe dokunarak: - Vahap bey, Vahap bey diye seslendi. Yaralı Vahap, sağ gözünü hafifçe açar açmaz, Polis memuru: - Bak arkadaşım, seni yaralayan bu adam mı? Diye sordu. Odada çıt dahi yoktu. Herkes nefesini tutmuş, Vahap’ın dudakları arasından dökülecek kelimeleri duymaya odaklanmıştı. Yaralı, açık olan tek gözünü kırptı. Avına nişan alan avcı gibi terzi Yılmaz’ı süzdü. Terzi Yılmaz’ın her yanı titriyordu. O da, kulaklarını tilki gibi dikmiş, adamın cevabını bekliyordu. Yaralı Vahap, çok zor duyulan bir sesle; - Be… benziyor. Diye kekeledi. O anda, terzi Yılmaz’ın omuzları ve kulakları birden düştü. Bitmişti adeta. Tüm kurtuluş düşleri kaybolup uçtu. Neydi başına gelenler ? Kendini toparlamaya çalıştı. Bu onun son şansıydı. Polis memurundan, rica ederek bir sigara daha istedi. Sigarayı yaktı. Önce kendisi derin, derin iki nefes çekti. Sonra, odadakilerin şaşkın bakışları arasında, yaralı Vahap’a yaklaştı. Adamın ağzını kapatmış olan sargı bezlerini, titrek parmaklarıyla aralayıp, sigarayı adamın ağzına yerleştirdi. Yalvaran bir sesle; - fiunu çek hemşerim. Bana da iyice bak. Seni yaralayan ben miyim? Adam sigaradan zorlukla bir nefes çekti. Açık gözünü yine avını süzen avcı gibi kıstı. Tüm dikkatini toplayarak, terzi Yılmaz’ı süzdü. Sonra fısıltıyla; - Bu değil. Beni yaralayan daha uzun boyluydu dedi. Pür dikkat kesilen odadakiler, tuttukları nefeslerini hep birlikte bıraktılar. Terzi Yılmaz da içinin boşaldığını hissetti. Usulca odadan dışarı çıktı. Arka cebinden mendilini çıkararak yüzünü kapatıp, hastane koridorunda hıçkırarak ağlamaya başladı. ‹ki gündür bunun için alıkonmuş ve bir sürü sıkıntı çekmişti. Ailesinin de hiçbir şeyden haberi yoktu. Az kalsın bir kazaya kurban gidecekti. Polislerle birlikte merkeze döndüler. Zabıtlar tutuldu. Bir sürü kağıt imzalatıldı. Artık hür olduğunu biliyordu. Kendisine davranış farklılaşmıştı. ‹kram edilen çayı, kızgınlık ve keyif duyguları gel gitinde yudumlarken, bir an önce bu karabasandan kurtulmak için emniyet binasından dışarı çıkmak istiyordu. Çayını bitirdikten sonra, polis memuru amirin kendisini çağırdığını söyledi. “Hayırdır inşallah diye geçirip içinden”, odaya girdi. Kapının karşısındaki masada, odaya ilk geldiği gün, gürleyerek kendisini karşılayan amir, bu kez, bağırıp gürlemeden, güleç bir yüzle adeta hoş geldin der gibi oturuyordu. Terzi Yılmaz’dan özür dileyerek, bir yanlışlık olduğunu ve artık serbest olduğunu söyledi. Üç gün sonra, yine bir akşamüzeri, aynı iki bekçi ve polis memuru, tekrar Terzi Yılmaz’ın oturduğu apartmana geldiler. Alt katın zilini devamlı çaldılar. Terzi Yılmaz, üst katta gürültüyü duyunca, kapısını açıp, koridordan aşağı baktı. Kapıyı açan adama, polis memuru; - Feyzi Yılmaz sen misin? Pardon Fevzi Yılmaz. Kapıdaki adam, - Evet, Fevzi Yılmaz benim. Dedi. Sonra, Fevzi Yılmaz’a kelepçe takıp, Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler… Terzi Yılmaz, bir kez daha şoka girdi adeta. “Demek aradıkları komşu Fevzi Yılmaz’mış. Az kalsın b.k yoluna gidiyorduk”, diye aklından geçirerek dairesine girip kapısını iyice kilitledi… |
|||||