|
|||||
|
|||||
30 Kasım 2015 tarihinde Murat PAKER’in T24’de kaleme aldığı bir yazıyı bu sayımızda sizlerle paylaşmak istedim. Umarım bugün okyanusta bir su zerresi kadar anlam taşımayan bu düşünceler gelecekte gerçek demokrasi ve barış ideallerine ışık tutmuş olur. Bir süredir karanlık bir çağa girdik. Hem dünyada hem de Türkiye’de, ayrı ayrı ve birlikte etkileşim halinde.. Karanlık çağda yoğun bir şiddet var, kan var, sürekli gözyaşı var, yerinden yurdundan edilen milyonlar var, yalanın dolanın yolsuzluğun dik alası var, yüzsüzlük var, edepsizlik, kibir ve küstahlık var.. Adı “savaş” olmayan savaşlar, adı “faşizm” olmayan faşizan rejimler, adı “diktatör” olmayan” despotlarla birlikte yaşıyoruz.. Günyüzü göremiyoruz, nefes alamıyoruz, şok üstüne şok yaşıyoruz.. Karanlık çağ, kafamıza vura vura bize çaresizliği öğretmeye, bu sayede bizi sindirmeye, teslim almaya çalışıyor.. Suriye’de çok cepheli bir post-modern dünya savaşı yaşanıyor.. Tüm dünya güçleri, Türkiye dâhil tüm bölge güçleri ve tabii yerel güçler büyük bir kapışma halinde.. Tüm medeniyet kriterlerini aşındıran, saf barbarlık olarak sahne alan IŞİD/DAİŞ bu savaşı yine Türkiye dâhil başka coğrafyalara da taşımaya azimli. En son Paris’te olanları gördük. Daha önce Suruç ve Ankara’yı da görmüştük.. Dünya da Türkiye de daha önce çok karanlık çağ yaşadı, çok kötülük gördü. Ama sanki bu seferki biraz daha yoğun, biraz daha kuralsız ve alçakça.. İnsan yaratıcılığının sınırı yok elbet, iyilikte de, kötülükte de.. Bu seferki kötülük daha derinlerden geliyor sanki. Gün-ışığından, eşitlikten, özgürlükten, yaratıcılıktan korkan karanlık zihniyetlerin kendi düzenlerini korumak ya da pekiştirmek için can havliyle ve alçakça nasıl saldırganlaşabildiklerine tanık oluyoruz.. Kapitalizmin iyice pompaladığı narsisistik ve anti-sosyal kişilik tarzları, öteki sayılanların çok daha kolayca düşmanlaştırılıp, her yol mubah sayılarak yok edilmesi için çok daha uygun bir zemin sunuyor zaten.. Peki, nasıl var olabileceğiz? Kolay bir reçete yok.. Çoğu insanda “bu bir kâbus; elbet kısa bir zaman sonra bitecek ve daha normal bir hale uyanacağız” gibi bir beklenti var.. Kötü haber: Korkarım bu doğru değil. Kâbus yok, uyanık durumdayız, sadece içinde yaşadığımız gerçeklik çok kötü bir hal aldı.. Ve bu hal uzun sürecek gibi duruyor.. İyi haber: Bunu kabul edip, ona göre konumlanırsak şimdikinden çok daha iyi tutunabiliriz.. İnsan canlısı çok zor koşullara bile uyum sağlayabilen bir canlı.. Dünya tarihi, en zor koşullarda bile muhalif direnişlerin sürebildiğini ve gelişebildiğini gösteren örneklerle dolu.. Yeter ki kolay ve hızlı başarı peşinde olmayalım; sabır, ısrar, cesaret ve direnç gösterebilelim.. Demokrasi ve barış mücadelesi vermeye devam etmekten vaz geçemeyiz.. Bundan vaz geçtiğimiz noktada zebanileşeceğiz. Çocuklarımızın/sevdiklerimizin yüzüne bakabilecek onurlu bir insan olarak var olabilmek için “başka bir dünya ve Türkiye” hayali kurmayı ve bunun için uğraşmayı bırakamayız.. Ama artık iyice biliyoruz, bu iş zor, çok yorucu ve uzun. Onun için nefesimizi iyi kullanmamız, kendimizi iyi korumamız da çok önemli.. Bir maratonu 100 metreymiş gibi koşamayız. O yüzden genel demokrasi ve barış istikametini kaybetmeden, nefes durumumuza göre zaman zaman yavaşlamak, gerekiyorsa mola alıp durmak, güç biriktirip yeniden başlamak gayet normal.. Kendimizi suçlu hissetmemiz gerekmiyor.. Türlü zebaniliklerle bezeli bu karanlık çağda demokrasi ve barış mücadelesi yaparken bizi en fazla koruyacak olan şey ise iyilik ve güzellik ile olan temasımız.. Herkes için farklı kanallar/biçimler alabilir bu. Ama bizi başka insanlarla ve genel olarak insanlıkla yakın temas içinde hissettirebilecek, keyif veren, güvenli/değerli hissettiren, yalnızlığımızı ve örselenmişliklerimizi dindiren deneyimlere ihtiyacımız var.. Sevdiklerimize sarılmaya, tutunmaya; sanata, mizaha, yaratıcılığa ihtiyacımız var. Bunlara mutlaka zaman ayıralım.. Travmatik yaşantıların insan ruhundaki en temel iki etkisi ilişkisellik ve zihinsel temsil kapasitelerimize vurdukları darbedir. Her travma bizi bir miktar çoraklaştırır ve çevremizde olan biteni zihnimizde evirip çevirme kapasitemizi bir miktar köreltir. Dolayısıyla hem yalnızlaşırız, hem de soyutlamalar üzerinden düşünebilme kapasitemizde aşınmalar yaşarız. Sürekli ya da sık sık travmatik durumlarla karşılaştığımızda bu durum daha da ciddileşir. Bu etkilerle baş edebilmenin en etkili yolu, destekleyici, güven veren bir sosyal ortam içinde olan biteni anlamlandırmaktan vaz geçmemektir.. Dolayısıyla sevdiklerimize sarılalım; demokrasi ve barış isteyenler aralarındaki kimi farklılıklar nedeniyle birbirlerine kıyıcılık yapmasınlar; yalnızlaşmayalım, dayanışma ağlarını güçlendirelim; konuşmaktan, yazmaktan, düşünmekten geri durmayalım.. Demokrasi ve barış idealleri, eğer kirletilmeden tutulabilirse, büyük bir moral ve düşünsel üstünlüğe sahiptir; uzun vadede en büyük gücümüz de budur, bunu unutmayalım.. Bu dileklerle tüm okuyucularımızın Yeni Yılını kutlar, 2016’nın herkese esenlikler getirmesini dilerim. |
|||||