|
|||||
|
|||||
Türkiye ekonomisinde yeni tartışma alanlarından birini özel sektörün aldığı borçlar konusu oluşturmaktadır. Ancak bu konuya ilişkin tartışmalarda sadece “borç” kelimesinin kendisi ile ilgili değerlendirme yapmak çok doğru değildir. Tartışmada genel yaklaşım veya kabul şudur; borç almak kötü bir şeydir, hele çok borç alırsanız daha da kötü bir şeydir. Ancak özel sektörün borçlanması söz konusu olunca borçlanma kötü bir şey değildir, hatta iyi bir şeydir. Türk özel sektörünün borçlanıyor olması, ekonominin ve özel sektörün geliştiğini göstermektedir. Özel sektörün borçlanması tartışmasında bu görüş eksik kalmaktadır. Bu görüşümüzü destekleyen unsurlar aşağıdadır. Özel sektör, 80’ler sonrasında kamu sektörünün yaptığı gibi bütçe (nakit) açığını kapatmak, maaşları ödemek, harcamalarını (çoğu zaman seçim için) karşılamak, sosyal güvenlik dengesini sağlamak gibi karşılıksız borçlanmamaktadır. Bu nedenle özel sektör ile kamu sektörü borçlanması birbirine karıştırılmamalıdır. Kamu borç almayı bıraktı, şimdi özel sektör alıyor eleştirisi doğru değildir. Özel sektör şirketleri dış borcu mutlaka bir proje ile ilgili olarak almaktadır. Bu projenin karlılığı, verimliliği ve getirisi ölçülmekte, yaratacağı nakit ile geri ödeme kapasitesi hesap edilmekte ve borç bu koşullarda verilmektedir. Üretken olmayan, yatırıma yönelik olmayan, ilave nakit yaratma gücü olmayan hiç bir şirket veya projesi kredi alamamaktadır. Sen bu borcu veya krediyi al ve ne yaparsan yap diyerek kredi veya borç veren bir kreditör (tefeciler hariç) yoktur. Bu nedenle özel sektörün aldığı tüm borçlar karşılığında mutlaka kredi dönüşünü sağlayacak bir proje bulunmaktadır. 2001 öncesi borçlanamayan, Türk özel sektörünün bugün 172 milyar dolar borçlanması onun uluslararası alandaki kredibilite artışını da yansıtmaktadır. Türk özel sektörü artık her türlü vadede ve büyüklükte (1 milyar dolar ve üstü jumbo krediler) krediler alabilmektedir. Özel sektörün aldığı kredilerin önemli bir bölümüfinanse ettikleri projelerinin vadelerine bağlı olarak orta-uzun vadelidir. Özel sektörün aldığı borçların riskleri de paylaşılmaktadır. Borcu alan şirket kadar, borcu veren kreditör de piyasa koşullarında kredi veya proje riskini üstlenmektedir. Kredinin geri dönüşüne ikna olmayan hiçbir kreditör teminatı ne olursa olsun özel sektöre borç vermemektedir. Borç riskini kullanan kadar kullandıran da taşımaktadır. Bu açıdan Türk özel sektörünün aldığı borçları, kreditörler nezdinde geri ödeme kapasitesi olan borçlar olarak kabul etmek gerekmektedir. Özel sektör ekonomik büyümenin motorudur. Ekonomik büyüme için özel sektörün üretim kapasitesini arttırması ve yatırım yapması gerekmektedir. Özel sektör bunun için kaynak ihtiyacı duymaktadır. Özel sektör bu kaynak ihtiyacını yurt içinden veya yurt dışından, öz sermaye veya borçlanarak karşılamaktadır. Eleştirilmesi gereken konu belki de Türk özel sektörünün neden sadece yurt dışından ve de neden sadece borçlanma yolu ile kaynak ihtiyacını karşıladığıdır. Bunun yanıtı da Türkiye’de mali piyasaların henüz Türk özel sektörünün ihtiyaç duyduğu özelliklerde (büyüklük, vade, para cinsi, maliyet vb) kaynak yaratamıyor olmasıdır. Mali piyasalar ekonomide yeterince iç tasarruf yaratmamakta, finansal aracılık işlevini yeterince yerine getirememektedir. Özel sektör de kapasitesi ve kredibilitesi yettiği sürece dışarıdan borçlanmayı sürdürmektedir. Bu arada Türkiye’de dışarıdan borç alan özel sektör şirketlerinin önemli bir bölümünün yabancı sermayeli şirketler olduğu da unutulmamalıdır. Türkiye’deki bankaların yurtiçinde döviz kazandırıcı hizmetler dışındaki bir faaliyet için döviz cinsi kredi kullandıramıyor olması da Türk özel sektörünü yurtdışından borçlanmaya adeta mahkum etmektedir. Son Söz: Tüm bu değerlendirmeler ışığında üretim kapasitesini arttırmaya yönelik olarak yatırım, proje ve işletme kredileri alan Türk özel sektörünün dış borçlanması şirketlerin, sektörlerin ve ekonominin büyümesi için gerekli ve sağlıklıdır. Yapılması gereken ise Türkiye’de mali sektörün etkinliğini arttırarak özel sektörün Türkiye’den de kaynak bulabilir hele getirilmesi ile şirketlerin borç yerine daha çok özsermaye kullanmaya teşvik edilmesidir. |
|||||