|
|||||
|
|||||
Türkiye’nin liderlik sorununu daha iyi anlayabilmek için, öncelikle 21. yüzyılın liderlik ihtiyaçlarını ele almamız gerektiğini düşünüyorum.
21. yüzyılın en önemli kuralları; geçmiş döneme ilave olarak, küreselleşmenin bugün eriştiği seviye ile ifade edebileceğimiz gerekçelerle, yani büyük dünyamızın artık küresel bir köy haline dönüşmesi sebebiyle, rekabetin her alanda ve seviyede en üst düzeyde yaşanması; sürekli gelişen ve ilerleyen bir çağda olduğumuz için her konuda değişimin, değişen koşulların, değişen bilgilerin, değişen ihtiyaçların varlığı ve çağımızın öncekilere göre, ulaşım ve iletişim gibi her alanda başdöndürücü bir hıza kavuşması olarak kısaca özetleyebiliriz. Bir de artık hayatımızdaki her konuda herşeyin teknoloji ile içiçe olduğunu ve dijital ortamla ilişkisini vurgulamamız gerekir.
Bu koşullarda rekabet edebilmek ve değişim ve hızın geçerli kurallar olduğu, herşeyin doğrudan ya da dolaylı birbiriyle ilişkide olduğu süreçleri yönetebilmek için, her konuda ve seviyede, kendini geliştirebilen, öğrenen, ekibinin potansiyelini en verimli şekilde ortaya çıkarabilmek için yönlendiren ve koordine eden liderler yetiştirmek zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bugünün liderlik ihtiyaçları için en önemli olarak üzerinde durmamız gereken konu; nasıl öğretmen, doktor, bilim adamı, sanatçı, sporcu, çiftçi, vs. yetiştiriyorsak; her konuda ve seviyede, liderlik vasıfları ile donatılmış bireyler de yetiştirmek zorunda olduğumuz gerçeğidir. Bununla beraber, her konuda ve seviyede yetiştirilen liderlerin; işini bir lider sorumluluğu ve insiyatifi ile yapan kişilerin, sistemin doğal akışı içerisinde yetkili ve sorumlu pozisyonlara gelmelerini sağlayacak bir yapı kurma zorunluluğu da en önemli ihtiyaçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzün özelliklerini, dolayısıyla ihtiyaçlarını bu şekilde tanımladıktan sonra, uzun bir süredir liderlik sorunu yaşamamıza sebebiyet veren asıl unsurlara vurgu yapmak istiyorum. Hangi seviyede olursa olsun, gerçek liderlik vasıflarına sahip herkesi yıldırmak, sindirmek için oluşturulmuş inanılmaz bir sistem kurulmuş Türkiye’de. Bu sistemin unsurları, birbirlerinden bağımsız olarak çalışmasına ve birbirlerini tanımamalarına, hatta çoğu zaman birbirlerine karşıt konumlarda olmalarına rağmen; gerektiğinde, yani gerçek lider vasıflı birisi ortaya çıktığında, anlaşılmaz bir ilişkiyle içgüdüsel olarak bir araya geliyorlar. Birbirini bilmeyen, tanımayan, hatta rakip olan ama içsel olarak aynı bakış açısı ve yaklaşımla iş yapma anlayışında olan bu yıkıcı sistemin aktörleri, lider vasıflarına sahip herkesi, farkedilir edilmez derhal ablukaya alıyor ve ellerindeki bütün imkanları kullanarak onu devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Bu yöntem bazı durumlarda o kadar ileri seviyelere götürülüyor ki, potansiyel etki değeri belirli bir seviyenin üzerinde olan fikir veya eylem liderlerini, eğer başka türlü yıldıramıyorlarsa, öldürmek dahil her türlü karşı hamleyi yapabilecek değişim karşıtları bile çıkabiliyor aralarından. Yakın tarihimize bu gözle bakanlar bu acı kayıpları hemen farkedecektir. Lider vasıflı insanlarımıza yapılan bu çok taraflı saldırının asıl amacının, onların tetikleyebileceği, onların üzerinden başlatılabilecek olan, bu ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu köklü bir zihin haritası değişimi olduğunu yıllar sonra farkedebildiğimi belirtmek isterim. Bu dediğimi; medyada, en vasıfsızlar arasından seçilerek neredeyse haftalık olarak yaratılan ve işi bitince hemen tüketilen ve çöpe atılıp yerine yeni ve daha iyi boyalısının çıkartıldığı, içi boş, sahte kahramanlar yaratma olgusu ile birlikte değerlendirin. Türk Milleti’ni televole, popstar, gelin kaynana yarışmaları ile ilgilenen; sosyetik yaşam biçimine hayran; şarkıcı ve türkücüden başka kimseyle kişisel bir özdeşlik kuramayan ve rol model olarak algılayamayan; futbolu bir sporcu olarak değil ama sadece bir izleyici - taraftar olarak hayatının merkezine koyan; varlığına bir anlam katabilmek için yapay bir altkimlik grubuna ihtiyaç duyan, kendi başına pasif, ürkek ve çekingen ama altkimlik grubu içinde olunca rahatlıkla şiddete başvurabilen ve kırıp dökebilen; yönetmesi ve kışkırtması kolay ve en önemlisi korkutması kolay bir toplum olarak tutmak için; bunların hepsini reddeden ve kendi başına bir anlam ifade edebilen ne varsa önünü almak zorunda olan bu statükocular ve değişim düşmanları, ne yazık ki sadece kırdıkları, durdurdukları lider vasıflı insanlarımıza değil, şiddetle ihtiyaç duyduğumuz zihin haritası değişimini geciktirdikleri için bütün Türk Milleti’ne büyük zararlar veriyorlar. Türkiye’nin köşe başlarını tutmuş statükocuları ve değişim düşmanları olan bugünün hakim unsurları lider istemiyor. Lider vasıflı insanların yaratabileceği hızlı değişim ve dönüşüme ayak uyduramayacaklarını ve bu değişimin bütün dengeleri bozacağını ve kendi menfaatlerine büyük zarar vereceğini çok iyi bildiklerinden, bu tür bir değişimi geciktirmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaktan da çekinmiyorlar. Burada bana açıklaması en zor gelen konunun; aslında birbirleri ile anlaşamayan ve birbirlerini rakip olarak görenlerin bile, potansiyel bir lider ortaya çıkınca aralarındaki husumeti o lider ortadan kaldırılana kadar bir tarafa bırakıp, mekanizmasını hala anlayamadığım bir sistemle iş ve güç birliğine gitmeleri ve ortak tehdit olarak algıladıkları lider vasıflı bireyleri pasifize etmeleri konusu olduğunu vurgulamak isterim. Bu konudaki en büyük kızgınlığımın, bu ülkenin geleceği için tek şansı olabilecek bu lider vasıflı bireylerin, güçlenmelerine fırsat verilmeden teker teker ezilip yokedilmesine hiç ses çıkarmayan ve uzaktan izlemeyi sürdüren bu devleti korumak ve kollamakla yükümlü olan yapılara karşı olduğunu ifade etmek isterim. Lider; içsel özellikleri gereği kendi varlığını, şu veya bu sebeple kendisini hizmet etmekle yükümlü saydığı vatan, millet, devlet, vs. gibi bir üst varlığa adamış bir kişidir. Mutluluğu hizmet ettiği üst varlığın mutluluğu; başarısı, yine bu üst varlığın başarısıdır. Bu anlamda bence; “Gerçek lider; temsil ettiği değerlerin bedenlenmiş halidir.” Kendinden o kadar geçmiştir ki, hizmet etmeyi kafasına koyduğu varlık için en inanılmayacak fedakarlıkları bile yapmakta tereddüt etmez. Bu düşünce biçimini anlamaya çalışmaya gerek yok. Bu düşünce biçimi ya vardır, ya yoktur. Toplumların yapması gereken bu tür kendini adamış bireylerinin enerjisini, o bireylerin de kendi arzusuna uygun olarak toplum yararına yönlendirmek ve kullanmak olmalıdır. İşte Türkiye’nin kendini geliştiremeyen, değişime ayak uydurmaktansa onu geciktirmeye çalışan hakim unsurlarının, Atatürk sonrasındaki süreçte en korktuğu insan tipleri, bu lider vasıflı gençlerdir. Ellerindeki bütün gücü ve olanakları, bu vatanın tek şansı olan bu vasıflara sahip gençlerini budamak için kullanan bu yapının artık durdurulması zorunluluğu kaçınılmaz olarak kendisini göstermektedir. 21. yüzyıl, tarihin bugüne dek kaydettiği diğer bütün zamanlardan dahakarmaşık ve zor yönetilebilir bir süreç olarak yaşanacaktır. Bu yüzyılda rüzgarda savrulan yapraklar gibi oradan oraya uçuşmamak için, daha açık bir ifadeyle güvenliğimizi ve bekamızı yitirmemek için bir tek şansımız var. Türk Milleti’nin kendi içinden çıkaracağı, Atalarının özdeğerleriyle iş yapan, vatanına - milletine hizmet etme aşkıyla kendi varlığını hiçe sayan, koşulsuz - karşılıksız fedakar, vatanı ve milletinin bölünmez bütünlüğü dışında hiçbir yere taraf olmayan, bütüncül bakış açısı, sosyal sorumluluk duygusu ile ve birleştirici, yapıcı tavırları ile iş yapma kararlılığında olan gençlerimizin artık önünü açmak zorundayız. Sadece bu kadarı bile bütün problemleri sistemin doğal akışı içerisinde çözmeye yetecektir. |