KUTUP YILDIZI Sosyolog Şule KILIÇARSLAN
Avrasya Kültürel ve Toplumsal Gelişim Derneği Onursal Kurucu Başkanı
Genlerimiz ve Osmanlı Ordusu'nun siyasetteki yeri
 
Osmanlı Devletinin ilk askeri gücü 13. yüzyıl sonlarında batı Anadolu’da yerleşik boylardan inci Osman tarafından toparlanan askerlerdi. Bir zamanlar dünyanın en gelişmiş orduları arasında olan Osmanlı Ordusu, kuruluş tarihi olan 1363 yılından, yeniçerilerin kaldırıldığı 1826 yılına kadar geçen yaklaşık beş yüzyıl içinde genel kuvveti haliyle birçok değişikliğe maruz kaldı. İlk ateşli silah kullananlardan biri olan Osmanlı ordusu, oklar ve kısa kılıçlar kullanarak, sıkça Moğol ordusuna benzer şekilde göçebe taktikleri (geri çekilir gibi yaparken düşmanı hilal benzeri bir düzenle çevirmek ve asıl taarruzu yapmak) kullanırdı.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde devletin yalnız topraklı süvarisi için yaptığı masrafların bugünkü değeri 600 milyon Frank`ı geçmekteydi ki, bu da zamanın Fransa Hükümetinin tüm kara ordusu için harcamasına eşit bir tutardı.
Yeniçeri ordusu, Osmanlı beyinin gerek `gazilerin başında bir gazi` olmaktan çıkıp sultan olması sürecinde, gerekse Anadolu`nun Müslüman beyleriyle Balkanlar`ın Hıristiyan beyleri üzerinde giderek kesinleşen bir üstünlük sağlaması sürecinde tek etken olduğunun farkına erken varmış, bu ayrıcalığını da beğendiği şehzadeyi sultan yapmak, istediği sefere çıkıp istemediğine çıkmamak ve de işine gelmeyen bazı ekonomik önlemlerin alınmasına engel olmak gibi davranışlarla kullanmıştır. Osmanlı sultanının yeniçerilerin elinde oyuncak olması demek olan bu gelişmenin, yeni bir denge unsuru olarak şeyhülislamlığın 16. yy`da giderek önemli bir kurum olmasında rolü olmuştur.
Avrupa’daki gelişmeler ve Tımar sistemindeki bozulmalar sebebiyle Osmanlı ordusunda bozukluklar meydana gelmiştir. Avrupa`da merkezi krallıkların güçlenmesiyle daimi nitelikte ve yeni silahlar kullanan batı ordularına karşılık, çoğunluğu tımarlı sipahilerden oluşan Osmanlı ordusu eskisi kadar başarılı olamadı. Çünkü Avrupa orduları daimi olduklarından onlar için "savaş zamanı" diye bir şey söz konusu değildi. Oysa tımarlı sipahi hasat zamanı köyünde bulunmak, öşrünü toplamak düşüncesindeydi.
Osmanlı`nın askeri alandaki başarısızlıklarını önlemek için 17. yüzyıldan itibaren askeri teşkilatta yeni düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Ancak bu düzenlemelere Yeniçeri ocakları karşı koydular. Yeniçerilerin başlıca ayaklanmaları şunlardır: Yeniçeriler 17. yüzyılın başında sadrazamın görevden alınması için padişah III. Mehmet`i ayak divanına çağırmışlar, padişah istekleri kabul etmek zorunda kalmıştır.
Padişah II.Osman Lehistan seferi sırasında yeniçerilerin isteksiz davranışını görünce, sefer dönüşü Anadolu, Mısır ve Suriye’den toplayacağı askerle yeniçerileri kaldırmayı düşünmüş, ancak bunu öğrenen yeniçeriler ayaklanarak II.Osman’ı şehit etmişlerdir. IV.Murat saltanatının ilk yıllarında yeniçerilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalmış, fakat sonra sert tedbirlerle onları sindirmiştir. IV. Mehmet zamanında zorbalıkları devam eden yeniçeriler 1656`da devlet adamlarını öldürmüşlerdir. (Vakayı Vakvakiye = Çınar vakası).1687`de IV. Mehmet`i tahttan indirerek yerine II. Süleyman`ı geçirmişler ve Nizam-ı Cedidi kuran III. Selim`i tahttan indirmişlerdir. (Kabakçı Mustafa Ayaklanması).
Demek ki ordunun siyasete karışması, tüm Osmanlı tarihinde görülen bir olgudur. Sultan II. Abdülhamit`in orduyu sürekli gözaltında tutması, donanmayı Haliç`te çürümeye bırakması, Yemen isyanını bastırmaya giden birliklere yeni silahlarını ancak Beyrut Limanında verdirmesi, orduya çok kapsamlı bir rol atfedilmesine sebep olmuştur. İttihat ve Terakki’nin başındakilerin de asker olduğunu unutmamak gerekir. Abdülhamit’i tahttan indirdikten sonra devlet yönetimine onlar hakim oldu. Daha sonra gelen V.Mehmet Reşat, devlet yönetiminde Abdülhamit kadar etkili olamadı. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşına girmesi kararını da İttihat ve Terakki’nin paşaları verdi. Savaş kaybedildikten sonra gelen Vahdettin döneminde de askerlerin ülke yönetimindeki etkileri hissediliyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Cumhuriyet hükümetinde de bu gelenek devam etti. Bu örnekler çoğaltılabilir, ama açıkça anlaşılıyor ki, toplumumuzda `Acaba asker bu işe ne der?` merakı yerleşik bir gelenekten çok, genlerimizin kodlamalarına kazınmış durumda!
Türk ordusu güncel siyasetin aktörü olarak tartışılmamalı ve yıpratılmamalıdır. Ordunun siyasetten çekilmesi kendi iradesi olduğu kadar, toplumunda çabası ve beklentilerini dizginlemesiyle olacaktır. Coğrafyamız güçlü ve her ferdiyle kaynaşmış bir Türk ordusunu zorunlu kılıyor. Unutmamalıyız ki, askeri üniformasıyla Kurtuluş Savaşı`na önderlik eden ve Türkiye Cumhuriyeti`ni kuran Atamız, daha sonra askeri üniformasını çıkararak, kravat ve takım elbise giyerek, siyaset sahnesine atılmış, ilk meclisimizi kurmuş ve inkılapları gerçekleştirmiştir...