ASUMAN TÜMER

Aşk mı, tarih mi, kimlik arayışı mı?
 
Değişken, tutkulu, keyifli, elemli, coşkulu, vazgeçilmez ve her an elimizden kaçan bir şey değil mi yaşam? Yaşamla aşk belki de tıpatıp aynı. Bu nedenle, aşktan kaçanlar; yaşamdan da kaçmış oluyorlar…
 
Kura’nın Şarkısı’nı nasıl adlandırmak gerekir, aşk mı, tarih mi, kimlik arayışı mı?
Kimlik arayışından yola çıkan bir roman Kura’nın Şarkısı. Ancak ciddi tarihi araştırmaya, belgelere dayanan bir kurgusu olduğunu da söylemeliyim.
Gürcistan ve Kafkas kültürünü Şota Rustaveli Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şuşana PUTKARADZE’nin yardımıyla inceleme olanağı buldum.
PUTKARADZE de, Türkiye’ye göç etmiş soydaşlarını, onların 150 yıl önce kullandığı Gürcüceyi araştırıyordu. Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Gürcistan da küresel rüzgârların etkisiyle dilini yabancı dillerin etkisinden kurtaramamıştı.
Kitabı okurken, her bir kahraman gerçekmişçesine etkiliyor okuyucuyu. Gerçek yaşam öyküsünden uyarlanmış olduğunu düşünenler olabilir.
Bana ne mutlu... Bunu yapabilmişim demek ki… Oysa her şey Kafkas söylencelerine, dansına, müziğine ilgi duymamla başlamıştı. Osman MERCAN’ın yıllardan beri çıkardığı ÇVENEBURİ- GÜRCİSTAN dergisini izliyordum. Yine çok önce Ahmet MELAŞVİLİ’nin Gürcistan adlı çok iyi bir çalışması vardı. O kitap elime geçtiğinde on altı yaşındaydım sanırım. Daha o zaman Kraliçe Tamara, Şota Rustaveli, Gürcistan’ın özgün alfabesi ve balenin belki de çıkış noktası sayılabilecek zarafetteki dans figürleri beni etkilemişti. Birkaç yıl önce Gürcüce’den özgün çeviriler yapan Fahrettin ÇİLO⁄LU’yla tanıştığımda, kitaplardaki söylencelerin, şiirlerin, öykülerin zenginliği karşısında artık yok olmaya başlayan kültürlerden, sıradanlaştırılmış yaşamlara bir gönderme yapmayı düşündüm. Bu arada Ahmet MELAŞVİLİ’nin oğlu değerli müzik adamı İberya ÖZKAN’a ulaşamadım, bu nedenle babasının kitabı için kendisine romanımın girişinde teşekkür etmek istedim. Böyle eski ve derin bir konuyu işlerken, ister istemez tarihi bir panoramayı arkaya almam gerekiyordu.

Aşka gelince…
Değişken, tutkulu, keyifli, elemli, coşkulu, vazgeçilmez ve her an elimizden kaçan bir şey değil mi yaşam? Yaşamla aşk belki de tıpatıp aynı. Bu nedenle, aşktan kaçanlar; yaşamdan da kaçmış oluyorlar…
Romanda da doğaldır ki, aşk her dönemde var. Ancak her dönem kadınının aşkı yaşaması, ondan kaçışı, ya da tutuluşu ayrılıklar gösteriyor. Örneğin romanın sonlarına doğru ortaya çıkan Hicran. 1950’li yıllarda ortalığı kasıp kavuran Amerikan dramalarının nasıl da etkisinde bir kadın. Kocasının yataktaki soğukluğunu, cinsel açlığını aynı filmlerde gördüğü gibi, yasak ama tutkulu bir aşkla gidermeye çalışıyor.
Oysa 1870’lerde tanıştığımız Şeker, ömür boyu içinde yaşattığı büyük aşkının tenine bile dokunmamış. Kura’ya gelince, 2000’li yıllara özgü kafa karışıklığıyla rotasını doğru düzgün çizememiş, içinde taşıdığı boşluğun onu mutsuz edişinin ayrımında ama özgürlüğün bir kontrole gereksinimi olduğunu kavramış değil. Aşkı hâlâ bilmiyor.

Roman okuyucuyu kolaylıkla içine alıyor, ancak zaman zaman da kopmalar oluyor. Örneğin; Şeker’i okurken Kura’yı unutuyor insan. Bunu neden yaptınız?
Bu belki bir kusur sayılabilir. Ama romanda çok değişik karakterler var, birbirlerinin varlıklarından bile haberdar değilken yolları kesişiveriyor. Farklı yaşam biçimlerinden gelen insanlar akraba oluyor, âşık oluyor, nefret ediyorlar… Hepsi de etkili kişiliklere sahip. Her birine eşit davranmaya çalışmış olabilirim. Ama anlaşılıyor ki bunu yapabilmek kolay değil. Rolleri eşit olarak dağıtan yaratıcıyı bile zaman zaman anlayamıyoruz biliyorsunuz. Yazar olmak da böyle bir şey işte… Kahramanları bir kere yarattığınız eserin içine koyduktan sonra kendi yazgıları oluşuyor ve sizi dinlemiyorlar sanki… Benim kahramanlarım öylesine baskın karakterler taşıyorlar ki birbirlerini bu denli unutturmalarını buna bağlıyabilirsiniz.

Kura’nın 1873’ten başlayarak bu güne dek sürdürdüğü yolculuk bir asalet arayışı mı, yoksa kimliğini oluşturan köklerine duyduğu merak mı? Çünkü romanda o devrin yöneticilerinin taşıdığı lakaplar sıkça geçiyor. Beyler, paşalar…/b>
Kesinlikle bir asalet arayışı yok. Kura’nın böyle bir sorunu da yok zaten. O yalnızca kendi zayıflığına karşın, taşıdığı güçlü genlerle buluşmanın şokunu ve öfkesini yaşıyor. Kadınlar Beylerbeyi soyundan gelmiş olmanın hükmedici ve egemen tavrını taşıyorlar elbet. Gerektiğinde acımasız, katı, hoşgörüsüzler de… Kendi aralarında bile paşalığa, saraya, şehzadelere çok öykünen kardeşlerini acımasızca eleştirebiliyorlar. Kura’yı öfkelendiren de bu.Kendileri olmaktan memnunlar. Kendi tarzları var ve etkilenmiyorlar kolay kolay.

Kura’nın Şarkısı, hızla değişen yaşam koşullarının, küreselleşmenin, değerler karmaşasının ortasında sanki herkes kim olduğunu anımsasın mı, demek istiyor?
ABD ve Batı kendi yurttaşlarını sıradanlaştırarak, mutsuzluğa, yalnızlığa itti. Onları kobay olarak kullandı bence. Proje tutunca bunu tüm dünyaya geçirmeye kalktı. Büyük ölçüde de başardı. İnsanlar kimliklerini, kültürlerini, geçmişlerini unutarak büyük bir boşluğa düştü. Ülkemizde,Amerikanvari konuşan gençler, yeni trendlerin peşinde kendi değerlerini yitiren, temiz bir Türkçeyi aşağılayan, bize özgü davranmayı kötü bir şeymiş gibi algılayan kitleler oluştu. Bu tuhaf tablo, kimlik erozyonu, insanın nasıl olur da içini acıtmazdı. Bu yaban toplum yine kandırılıyordu. Bu kez cahil bırakılanlar, okumuş yazmış olanlardı üstelik. Ben bu ulusu oluşturan bütün farklı kültürlere eşit mesafede duran biriyim. Kemalist devrime ve onun Türk tarifine tüm yüreğimle katılıyorum.

Dünyanın en büyük mucizesini başaran bir toplum yaratan bizler, hızla ülkeleri içine alan sıradanlaştırma projesinin karşısında nasıl durabiliriz?
Kendi öz değerlerimizi unutmayarak. Taklit kişiliklere itibar etmeyerek. Her bir kültür rengi sağlam ipliklerle en görkemli kumaşı dokumuş bu topraklarda. Buna karşın; İngilizce konuşan garsonlar, yemek menüleri, günlük hayatın her anını dolduran yabancılığa öykünüş, her şey çürümenin göstergesi. Köklü yaşam biçimlerinin oluşturduğu güçlü enerjiyi mutlaka bulup çıkarmamız gereklidir. Şimdilerde tarihi katmanların arasına itilmiş,sinmiş olsalar da; her birini arayıp çıkardığımızda farklılığa değil birliğe ulaşacağız.