|
|
MEHMET MURAT BEKDİK
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Editor - in - Chief
Yale Üniversitesi Uluslararası
Güvenlik İncelemeleri Enstitüsü'nün başkanı Paul KENNEDY'nin belirttiği
gibi bugün dünyada en büyük sorun, insan nüfusundaki mutlak artışlar
değil, bu nüfus istatistiklerinin bir bölge ile yanı başı arasında
çok çarpık bir görüntü sergilemesidir. Avrupa, Japonya ve Kuzey Amerika'nın
yoğun teknoloji kullanan görece zengin ülkelerinde önümüzdeki 50 yıl
içinde toplam nüfusun hiç artmaması beklenirken Afrika, Asya ve Latin
Amerika'nın gelişmekte olan bölgelerinde toplam nüfus çok hızlı artıyor.
Genellikle, zenginlerin paralarını daha fazla çocuk yerine maddi mallara
harcadıkları anlaşılıyor; yerel kaynaklara yük bindirip çevreye zarar
verse bile, geniş aileler üretme eğiliminin en güçlü olduğu yer ise
en yoksul toplumlar. Artık iyice bildiğimiz gibi bu demografik uçuruma
teknolojik bir uçurum eşlik ediyor. Bütün bilgi çağı çığırtkanlığına
karşılık yeryüzü nüfusunun yalnızca yüzde 2,4'ü, internete bağlı 4
Amerikalıdan 1'i internet kullanırken Güneydoğu Asyada aynı oran yalnız
200de 1. Bu rakam Arap devletlerinde 500'de 1, Afrikada ise 1000'de
1. Bu uçurumların damgasını vurduğu küreselleşmenin geleceği üzerine
düşünürken, bugün var olan 190 devleti üç gruptan birine ayırmak yararlı:
Birincisi, başlıca Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve Avustralya'da
bulunan refah içinde yaşayan, demokratik, gelişmiş ülkelerdir.
İsrail ve Singapur gibi birkaç başka ülkenin de yer aldığı bu kümedekilerin
sayısı 30 ila 40 dolayındadır. Totem direğinin alt ucunda, başlıca
Afrika'da, ama aynı zamanda Asya ve Orta Amerika'da bulunan, Ruanda
ya da El Salvador gibi, müzmin olarak düşük gelirli aşağı yukarı 50
ya da 60 tane ülke vardır. Üçüncü ve son grup, gezegenimizin gelecekteki
durumu açısından belki en önemlisi olup 60 ya da 70 devletten meydana
geliyor. Bunları çevre, nüfus alanlarında ve toplumsal alanda büyük
sınavlar beklese de birtakım eğitim ve alt yapı kaynakları var; ayrıca
bir miktar sermayeye erişebiliyorlar. Bunlar, Jamaika gibi küçük ada
ülkelerini, ama aynı zamanda Hindistan, Pakistan, Brezilya, Meksika
ve Endonezya gibi büyük, kalabalık ülkeleri içine alıyor. Çin'i de
eklerseniz bu grup dünya nüfusunun yüzde 60'ını oluşturuyor. Bunlar
nereye giderse yeryüzünün geleceği de oraya gider. Bunlar halen, eşi
görülmemiş bir hızla neredeyse bir kuşak içerisinde küreselleşiyor,
modernleşiyor, dünya piyasaları ve dünya iş gücünün içine sokuluyor.
Bu ülkelerin çoğu kez çelişkilerle dolu olması, şaşırtıcı olmamalı.
Örneğin neredeyse 200 milyon kişiyle dünyanın en büyük orta sınıfı
Hindistan'da bulunuyor. Bangahir bölgesi ise dünyanın ikinci büyük
bilgisayar yazılımı üreticisi, Ama orta sınıf içindeki bu 200 milyon,
750 milyon yoksullaşmış köylüyle ve müzmin çevre gerginliğiyle kuşatılmış
durumda. Bu toplumlar zamanla yarış halinde. Her yıl Hindistan'ın
nüfusuna Avustralya'nın toplam nüfusunun eş değeri, yani aşağı yukarı
17 milyon kişi ekleniyor. Bunların hepsi 2020'de iş bulacak mı? İş
gücünün büyümesi, görece zengin ülkelerde 2020 yılı sonuna kadar hemen
hemen statik kalırken görece yoksul ülkelerde hızlı bir gelişme kaydedecek.
Öyleyse yeryüzünün karşı karşıya kaldığı büyük sınav bu; milyarlarca yeni işçiyi küresel pazar yerleri için üretime sokup yaşam düzeylerini sürekli olarak yükseltebilecek, o arada bir çevre felaketinden kaçınabilecekmiyiz? Görece zengin ülkeler, düşük emek maliyetli ülkelerden, gittikçe artan bir ithalat akımına, benzer sanayilerdeki yerli işçilere zarar verse bile katlanacak mı?
Yoksa kendilerini korumaya çabalayıp, gelişmekte olan bu ülkelerin ticaretine zarar mı verecekler?
Gelişmiş toplumlarda yeterince iş yaratılmazsa , bu toplumların yüz milyonlarca hırslı gencinin başka yerlere, Japonya ve Avrupa gibi, nüfusları yaşlanmakta olan ülkelere gitmesine izin verilecek mi? Gelişmekte olan bu toplumlar, küresel ekonomiye katılarak, fazla hızlı modernleşmek zorunda mı bırakılıyor?
Dünya Ticaret Örgütü ve öteki küreselleşme çabaları, ticari engelleri daha da azaltmakta başarılı olursa hepimiz o denli iç içe geçmiş olacağız ki, dünya nüfusunun ortadaki yüzde 60'nın uçsuz bucaksız sorunları ve umutları, aynı zamanda zengin azınlığın da sorunları ve umutları haline gelecek.
Aksi takdirde dünyamız 11 Eylül facialarından daha vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacaktır.
As the president of Yale University's International Security Research Institute Paul KENNEDY once remarked, the greatest problem that faces the world today is not so much the absolute increase in human population, but it is rather when population statistics display an overly distorted picture sharply contrasting regions with those of their immediate neighbours. While the total populations of those relatively wealthy countries that now intensely use technology in North America, Europe and Japan is not expected to increase during the next 50 years, populations of developing countries in Africa, Asia and Latin America will rapidly increase. In general, while the rich tend to spend more on material products rather than having more children, there is a strong tendency among poorer communities to raise large families, despite the damage to the environment and the strain on natural resources.
We are all aware that a profound gap in technology also comes about with this significant demographic difference. In spite of all the excitement at the arrival of the information age, only 2.4% of the world's population now have access to the Internet; while 1 in every 4 Americans can connect to the Internet, this ratio is only 1 in 200 in Southeast Asia. This proportion becomes 1 for every 500 in the Arab countries and only 1 for every 1,000 in Africa. While thinking about the effects of these profound differences on the future of globalisation it is necessary to classify the world's 190 countries into one of three categories. The first would be those developed countries in North America, Europe, Japan and Australia that enjoy high standards of living and democracy.
There are about 30 to 40 such countries in this group, including Israel
and Singapore. At the very bottom of the Totem pole are those countries
with chronically low-incomes such as Rwanda and San Salvador, mainly
located in Africa, but also in Central America and Asia; there are
about 50 to 60 countries in this category. In the third and last group
there are about 60 to 70 countries, which are perhaps the most important
ones for the future of our planet. Although they will all face heavy
environmental challenges, demographic concerns, and community issues
in the future, they all have educational and infra-structural resources,
and are also able to access some capital funding. There are small
island nations in this group such as Jamaica as well as those large
and highly populated countries like India, Pakistan, Brazil, Mexico
and Indonesia.
When we also add China to this group, they represent
60% of the world's population. The future of the world greatly depends
on the direction that this group of countries will take. These countries
are still in the process of modernizing and becoming global with incredible
speed- almost within the span of a single generation, integrating
into world markets and entering the global workforce. The fact that
these countries are full of contrasts should not be at all surprising.
For example, the largest middle class in the world now live in India
with 200 million people. The Bangahir region is the world's second
largest producer of computer software. Yet, these 200 million people
in the middle class are completely surrounded by chronic environmental
stress and about 750 million poor villagers. These communities are
in a race against time.
The population of India is increasing at a rate that is equal to the whole of Australia's population, that is, by some 17 million every year. Will they all find employment in 2020?
While the size of the workforce in the relatively wealthy countries is expected to remain stable until the end of 2020, this is expected to rapidly increase in the relatively poor countries. In that case, this is the great trial that faces the world; billions of new workers aspiring to produce for the global market and continuously striving to improve their standards of living- will we then be able to avert an environmental disaster from occurring? Will the relatively rich countries be able to withstand an ever-increasing influx of labour imports from low-cost countries despite the harm to the local workforce in similar industries? Or would they, in the effort of trying to protect themselves, damage trade with developing countries? In the event that enough jobs cannot be created in the developed countries, would permission be granted for the hundreds of millions of ambitious young people to migrate to countries where populations are aging, such as Japan and Europe? Are the developing communities being forced to modernise too quickly through integration into the global economy?
If the efforts of the World Trade Organisation and other forces of globalisation succeed in reducing trade barriers, we shall then become so integrated that the unending problems and the hopes of 60% of the world's population will, by the same token have also become the problems and hopes of the wealthy minority.
Otherwise, the world will be confronted with an even graver scenario than that of the 11 September catastrophe.
|
|