|
|
DR. TUNAY AKOĞLU
Birleşmiş Milletler Eski Yönetici / Brüksel
Former United Nations Executive / Brussels
TÜRKLER AVRUPALI MI?
Son zamanlarda bazı Avrupa ülkelerinde , Türkiye , dolayısı ile Türkler'in Avrupa'da mı yoksa Avrupa dışında mı oldukları tartışma konusu oluşturdu. Türkiye'nin en az elli yıldan beri; Avrupa Konseyi'nin, ağırlığı Avrupalı olan NATO'nun, bütün Avrupa (OSCE) ve buna benzer daha pek çok uluslararası Avrupa örgütünün üyesi olduğu gözönüne alınırsa, bu tartışmanın en azından ne kadar ilginç ve tuhaf olduğu anlaşılır.
Tartışmayı yeniden ortaya çıkaranların başında Valéry Giscard D'ESTAING ile diğer bazı Fransız politikacıları geliyordu. Onları, diğer "Avrupalılar" izledi. Türkiye'yi Avrupa dışında görenler veya görmeye çalışanların çoğu, özellikle aydın kesim ile D'ESTAING gibi politikacılar, elbette ki yukarıda sıralanan kurumları ve gerçeği bilmektedirler. Dolayısı ile bunların yaklaşımı duygusal, ayırımcı veya kültürel bağnazlıktır. "Sokaktaki adam" açısından ise, Türkiye'nin Avrupalı olup olmadığı sorusu daha çok bilgisizlik, ilgisizlik veya tanımama ile açıklanabilir.
Avrupa çevrelerindeki tartışmaları izleyenler bir kaç şaşırtıcı nokta ile karşılaştılar son zamanlarda:
-Eğer Türkiye Avrupa'da değilse o zaman Asyalı demektir. Acaba Asyalılar Türkiye'yi ve Türkleri tam bir Asyalı olarak görüp kabul ediyorlar mı?
-Acaba Avrupa, kendi sınırlarını tam olarak belirleyip tanımlayabilmiş midir? Kaç türlü Avrupa vardır? Kültürel, coğrafi, ekonomik, politik, kurumsal ve benzeri açılardan bakınca ortaya bir çok sayıda "Avrupa" çıkmaktadır ve bunların her birisinin kapsam ve sınırı değişiktir. Çeşitli kriterleri birarada yorumlayıp, örneğin sosyo-kültürel veya politiko-ekonomik bir Avrupa haritası çizsek bunun sınırları nerelere kadar gidecektir? Acaba her şeyden önce Avrupalılar'ın bu sınırları belirleyip Avrupa'yı yeni ve modern kriterlere göre tanımlamaları uygun ve anlamlı olmaz mı? Avrupa Birliği'nin, "Avrupa değerleri", "Avrupa Kriterleri" gibi terimlerle yorumladığı "Avrupa" deyimi daha fazla açıklık gereksindirmektedir. "Avrupa" ve "Avrupalılar" konusunda ne kadar çok bilimsel, filozofik veya edebi araştırma, çalışma ve yayın olduğu açık bir gerçektir.
Eski Yunan ve Roma kaynaklarından günümüze kadar uzanan asırlar boyunca, dünyada en tanınmış bilim adamları, politikacılar, filozof ve devlet adamları, sosyolog ve antropologlar, artistler, Nobel ödülü sahibi yazarlar vs, bu konuyu bütün ayrıntıları ile tartışmışlardır ve yeni tartışmalar halen sürmektedir.
Basite dönüştürerek ve bilinen bazı temel gerçekleri ve yaklaşımları gözönünde tutarak belirli noktaları sıralamak mümkün olabilir :
Coğrafi açıdan Avrupa; genellikle Atlantik ile Urallar arasında ve İstanbul ile
Çanakkale Boğazları, Ege ve Akdeniz ile sınırlı kalan bir kıta olarak biline gelmiştir. Ancak kültür, sosyal yapı ve stratejik ve politik açılardan bakılırsa bu alan hemen değişmektedir.
Çünkü Avrupa'nın kültürel, sosyal ve politik etkisi çok daha geniştir. Bunu bilen
Avrupalılar gerçeklere dayanan Avrupa kurumlarını ve örgütlerini ortaya çıkarmış ve kurmuş, ve bu kuruluşların hepsinde Türkiye tabii yerini almıştır.
Bazı çevreler, Avrupa'nın temelini
Hristiyan dini ile Roma Hukuku'nun oluşturduğunu iddia ederler. Bu yaklaşımın epeyce eksik olduğu açıktır; çünkü
Hristiyanlık öncesi Avrupa'sını Roma devrinden önceki uygarlıkların (Mezopotamya, Persler, Medler, Mısır ve eski Yunan uygarlıkları dahil) nasıl etkiledikleri bilinen bir gerçektir. Ayrıca, Avrupa HristiyanlığıÔnın ortaya çıkıp gelişmesinden çok sonra, Endülüs Arap-İslam uygarlığının ve Türk-Osmanlı-İslam uygarlığının da bugünkü Avrupa'nın oluşmasında ne kadar etkili ve katkıcı oldukları da bilinmektedir.
Görüldüğü gibi, kültürel ve medeni ilişkileri göz önünde tutarsak , Avrupa kavram ve kapsamı çok daha esnek bir anlam ve daha geniş bir alan kazanmaktadır. Bu çerçevede belki de önemli olan temel husus, Avrupalılar'ın ve Türkler'in dünyayı ve kendi çevrelerini nasıl gördüklerinin araştırılmasıdır.
Eğer "Avrupa'yı ve Avrupalıları" bazı kesin değerler, yaklaşımlar, ilke ve tutumlar belirliyorsa o zaman bunların ne ölçüde Türkler tarafından da kabul edilip benimsendiği ve uygulandığı da bilinmelidir. Kurumsal açıdan, politik ve demokratik anlamda Türkiye'nin ve Türkler'in pek çok Avrupa değerini ve tutumunu kabul ettikleri bir gerçektir. Türkiye, Avrupa ile aynı dünya görüşünü paylaşmakta ve asırlardır birlikte çalışıp işbirliği yapmaktadır. Kaldı ki, gene asırlardır Batıya yönelen Türkler'i, Asyalılar "Batılı ve Avrupalı" olarak anlamakta ve görmektedir.
Eğer din yönünden bir yaklaşımla bakılırsa o zaman Avrupa ile Türkiye arasında var olan farklılık açıkça ortaya çıkacaktır. Ancak bu, elbette ki ayırımcı bir tutumdur ve kültür ile uygarlık kavramları yanı sıra dinsel faktörleri öne sürmek, -aynı ırkçılık gibi -, kabul edilemeyecek anti-sosyal bir yaklaşım olacaktır. Kaldı ki, Ortodoks veya Protestan Hristiyanlarla, Katolikler arasındaki farklılıklar ve tarihi çelişkiler acaba Hristiyanlık ile İslam arasındaki farklılıklardan daha mı azdır? ‚oğunluğu katı Ortodoks veya Protestan olan Doğu Avrupa ülkelerini alelacele AB içine alan mantığın temelinde din ayırımı yoktur pek; ancak aynı unsur acaba Türkiye için perde ve kafaların arkasında geçerlik taşıyor mu?
Bazı Avrupalı çevrelerin, Türkler'in Avrupalı olup olmadığı konusunu şimdi yeniden yoğun bir biçimde ortaya çıkarmalarının, Türkiye'nin AB üyeliğine adaylığının önemli bir aşamaya ulaşması ile yakından ilgili olduğu açıktır. Belirli çevrelerin, sadece kendi politik ve ekonomik çıkarları nedeni ile, stratejik ve kurumsal gerçekleri bir yana bırakıp bu konuyu tartışmaya açtıkları gözden kaçmamaktadır.
Ancak gerçekler göstermektedir ki,
Türkiye ve Türk toplumu, politik olduğu kadar, kurumsal, sosyal ve genel kültür açılarından da Avrupalıdır. Bu gerçeği görememek; duygusal, çıkar peşinde, laik olmayan, ırkçı ve ayırımcı bir tutum benimsemek demektir.
HAS TURKEY A PLACE IN EUROPE?
During the last few months some European circles started to debate the above question. Launched mainly by V.
Giscard D'ESTAING , this debate also included other European politicians, writers and thinkers . Almost half of these personalities were arguing that Turkey's place was not in Europe, the other half saw Turkey as a European country. However both groups were not able to describe the boundries of Europe .
It is obvious that the "geographical Europe" is quite different from "political or institutional Europe" ; its strategic, economic or cultural impact is larger than its strict geographical area . A new multiple approach seems therefore to be necessary to describe new European borders. This new design should go further than the European Union's "criteria" or "values".
For the last fifty years, Turkey has been member of all European Institutions, such as the Council of Europe, United Nations Economic Commission for Europe, Organisation for Security and Co-operation in Europe, Various Sports Federations, Professional Associations, etc. To ignore this fact could easily be qualified as biased or one-sided. In fact, when these institutions were established in 1940s and 1950s -or later-, Turkey joined them without any hesitation from the "Europeans". Now, re-opening of the discussions on Turkey's place in Europe is rather peculiar and coincides with final stages of Turkey's application to full EU membership.
Decision makers and intellectuals in Europe always avoid to state or deny that the EU is a "Christian Club" . This is a welcome "official" attitude. However, it is also detectable that, unofficially many Europeans consider Turkey as a "Muslim" country, and together with its population size and landmass, see Turkey too big and too "cumbersome" in an enlarged Europe.
It is now perhaps right time to perceive Turkey as a European country because of her geo-strategic role and place, in addition to her "European values" and institutional presence as well as due to her political relevance in and for Europe.
|
|