CENGÝZ AKTAR
Galatasaray Üniversitesi Öðretim Üyesi
Member of Faculty at Galatasaray University


AB'NÝN YENÝ TÜRKÝYE POLÝTÝKASI


AB'li liderlerin, Türkiye ile ilgili kararý yorumlarken kullanmaya çabaladýklarý müspet sözcüklere eþlik eden kararmýþ yüz ifadelerini gördünüz mü? Avrupa basýný Kopenhag kararýný sözbirliði etmiþçesine ve Avrupa'ya bakýþýna göre kâh sevinerek kâh endiþeli bir dille ama hep menfî olarak yorumladý. Burada ise karar, marazî bir Polyanna'cýlýk ve tevekküle ilaveten alaturka bir "halkýn moralini bozmama" kaygýsýyla sýcak bir kabul gördü. Kopenhag kararý 1993'den bu yana geniþleme babýnda alýnmýþ kararlarýn en vizyonsuzu, Türkiye hakkýnda alýnan kararlarýn en talihsizi ve geniþleme pratikleri açýsýndan da en tutarsýzýdýr. Ama kararýn böyle olmasýnýn mantýðý da yok deðildir.

Karar vizyonsuzdur zira AB, GISCARD'larýn dile getirdiði zihinsel sýnýrlarý aþamamaktadýr. Karar talihsizdir zira eðer 2004 konusunda ciddì olunsaydý 2004'ü hazýrlayacak teknik, malî ve siyasî destek konusunda 20. paragrafta belirtilen fasa fiso yerine hükûmete ve topluma gerçekten destek olacak güçlü bir paket önerilirdi. AB gayet açýk bir dille AKP hükžmetinden, AB ile bütünleþmeyi temenni eden tüm toplum katmanlarýndan ve genel olarak Türkiye'nin deðiþim sürecinden maddî ve manevî desteðini esirgemiþ bulunuyor. 3 Aðustos kararlarýnýn arkasýndaki rüzgarý tam kesmese bile hafifletmiþ bulunuyor. Aralýk 2004'e uzanan zaman zarfýnda toplum elle tutulur, gözle görülür, somut bir AB gerçeðinden ekonomik, toplumsal ve politik anlamda mahrum olacak ve iþ giderek tavsama tehlikesiyle karþý karþýya kalacaktýr. Bu tehlikeyi gören ve bunu bertaraf etmeyi amaçlayan hiçbir ifade sonuç bildirgesinde bulunmuyor. Ve karar tutarsýzdýr zira birkaç gün sonra gireceðimiz 2003 yýlýnda Türkiye'nin siyasî uyumda adým atamayacaðýna, Komisyon'un her yýl yazdýðý ve 2003'de de yazacaðý Ýlerleme Raporunu hiçe sayarak, kesin gözüyle bakmaktadýr. 2003'de müzakerelerin baþlamasýnýn imkansýzlýðýný "geniþlemenin hazmý"na baðlayan tesellinin ise hiçbir teknik dayanaðý mevcut deðildir.
1999'dan bu yana söylendiði gibi "Siyasî Kriteri yerine getirin bakarýz" lafýna 2004 eklendiði için bunu yenilik olarak algýlamak, bu karar bile olmayan kararý iyiymiþ gibi göstermek, Kopenhag'dan ders çýkaramama, Türkiye'nin müstakbel AB iliþkilerinde neyi nasýl pazarlýk edeceðini bilememe ve yanlýþ yapmasýný bugünden hazýrlama anlamýna geliyor. Zira burada artýk temel bir sorun var: AB, Türkiye'nin üyeliði konusunda, Helsinki'de aldýðý cesur kararýn arkasýnda bin bir nedenden ötürü duramadýðý gibi giderek gerisine düþmektedir. Kopenhag'da Türkiye'yi AB'ye perçinleyecek olan müzakerelere baþlama kararýnýn alýnamamasý, AB'nin Türkiye'nin tam üyeliði perspektifinden kurtulma yolunda attýðý bir geri adýmdýr. Zira iki yýllýk sürenin sonunda beklenilen, ucu açýk ev ödevi listesini hiçbir ahval ve þeraitte kusursuz olarak yerine getiremeyecek olan ve toplumun AB üyeliðini neredeyse unutmuþ olacaðý Türkiye ile "özel statü"de anlaþmaktýr. Bu sürecin kilometre taþlarý ve emareleri giderek daha gözle görülür hale geliyor.
Hep farklý aday Türkiye
Türkiye 13 aday arasýnda müzakere sürecine dahil olmadan ve neredeyse tamamen kendi imkânlarýyla üyelik hazýrlýklarýný sürdüren tek ülkedir. Aday ülkelerin hazýrlýðý açýsýndan müzakere sürecine dahil olmak, geri dönüþsüz bir AB perspektifine sahip olmak ve dolayýsýyla AB kurumlarýnýn teknik ve malî alanlarda tam desteðini almak demektir. Zaman ve mekan sýnýrlamalarý göz önünde bulundurulduðunda ne örokratlar, ne üye ülkeler bürokratlarý ne de hazýrlýktan sorumlu diðer AB kurumlarý müzakere etmeyen ülkeye vakit ve nakit ayýrýr. Ayýrsa dahi o ülkenin ve bu durumda Türkiye'nin, hiçbir önceliði yoktur. Bu zamana kadar Kopenhag Siyas” Kriteri'ndeki týkanýklýktan ötürü müzakerelere baþlamamýþ olan Türkiye hazýrlýklarýný böylesine elveriþsiz bir ortamda yapmaya çalýþýyor ve dolayýsýyla da yapamýyor.
Ancak Siyasî Kriter'deki zaaflara raðmen tüm müktesebat konularýnda hazýrlýk sürecinin sürmesi gerekiyor. ‚ünkü bir ülke sadece siyasî reformlarla uðraþamaz, ayrýca eðer sonunda üyelik gerçekleþecekse tarýmdan ulaþtýrmaya, balýkçýlýktan telekomünikasyona kadar yapýlacak düzenlemelerin þimdiden AB mevzuatýyla uyumlu olmasý gerekiyor. Bu çerçeve göz önünde tutulduðunda AB kurumlarý ve ülkelerinin Türkiye'nin genel hazýrlýðý konusunda ne kadar gönülsüz olduklarý görülecektir. Yüz bin sayfaya yaklaþan müktesebatýn çevirisi, çevirilen mevzuatýn ulusal mevzuata yeni yasa ve yönetmelikler vasýtasýyla uyarlanmasý, uyarlanan mevzuat için gereken kurumlarýn kurulmasý, iþe yaramayanlarýn laðvedilmesi, bu kurumlarda ve genel olarak mevzuat uygulamasýný gerçekleþtirecek görevlilerin eðitimi ve mevzuatý kullanacak olan toplum kesimlerinin bilgilendirilmesini kapsayan bu muazzam þantiyenin altýndan hiçbir ülke bürokrasisi, AB kurumlarýnýn desteði olmadan kalkamaz. Ancak bu iþlere baþlamak için dahi Türkiye'ye verilen teknik ve malî destek diðer adaylarýn müzakerelere baþlamadan aldýðýna hiçbir surette eþdeðerde deðildi.
Türkiye, Orta ve Doðu Avrupa ülkelerinin yararlandýðý karþýlýksýz malî kaynak (PHARE, ISPA, SAPARD) kapsamýnda deðildir. Sadece bu ülkelere mahsus olduðu söylenen bu kaynaklarýn dýþýnda tutulmasýna ve hazýrlýk için muazzam ihtiyaçlarý olmasýna raðmen Türkiye'ye herhangi bir ad hoc destek verilmedi. Teknik destek konusunda, örneðin üye ülke ile aday ülke memurlarýný mevzuat uyumu amacýyla bir arada çalýþmasýný saðlayan yüzlerce "eþleþtirme" (twinning) programýndan sadece on ikisinin bu yýl Türkiye ile baþlatýlmasý öngörüldü ancak bunlar hayata geçirilemedi. Komisyon'un Ankara'daki temsilciliði ancak 2002 baþýndan itibaren yeterli insan kaynaðýna sahip oldu. Toplam yüzölçümü 1.087.000 km2 olan diðer adaylara ayný hizmeti 12 temsilcilik verirken, Türkiye temsilciliði tek baþýna Ankara'dan 780.000 km2'ye yetiþmeye çalýþýyor. Ne Ýstanbul ne de baþka önemli kentte þubeleri var. Müktesebat uyumu için kurulan sekiz alt komitenin imkansýzlýk ve hedefsizlikten dolayý pek bir iþ yapamadýklarý malum. Bu kör topal yürüyen hazýrlýk çalýþmalarý sonucunda býrakalým mevzuat uyumunu, 100.000 sayfalýk müktesebatýn bugüne dek ancak 5000 sayfasý tercüme edilebildi.
Brüksel çýkýþlý bazý resmî belgelerde dahi, Türkiye'nin adaylýðýndan söz edilmezken, Helsinki'den itibaren Türkiye'nin Birlik programlarýna dahil olup olamayacaðý konusunda bir karmaþa hüküm sürdü. Diðer taraftan örokrasi Komisyon'un "Geniþleme için Ýletiþim" giriþimine Türkiye'nin dahil olmasýný uzun süre engelledi. AB konusunda burada ve orada yapýlmasý gereken bilgilendirmenin önemi ve aciliyetine raðmen bu bütçe ancak bu yýl baþýnda çalýþmaya baþladý. Komisyon'un yaþamsal önem taþýyan iletiþim stratejisi, yavan bir süreli yayýn çýkarmak ve temsiliyeti olmayan belli kiþi ve siyasî gruplarla sýnýrlý bir diyalog kurmaktan öteye gidemedi. Diðer taraftan, Avrupa'nýn siyasî sorumlularý Türkiye'yi çok nadiren, o da bazý yangýnlarý söndürmek için ziyaret ettiler. Helsinki Zirvesi'nden beri yalnýzca Almanya, Hollanda, Ýsveç ve Yunanistan, Türkiye ile AB aðýrlýklý ortak çalýþma yaptýlar.
3 Aðustos'tan 13 Aralýk'a Gelelim bugünlere. AB yetkilileri ne derse desin geçen yazdan bu yana ve özellikle 3 Aðustos sonrasýnda Türkiye'ye özel yeni bir geniþleme uygulamasý baþlamýþtýr. Bu uygulamada "ille de tarih" isteyen Türkiye'nin katkýsý, AB'nin iþini kolaylaþtýrdýðýndan, elbette var. AB Kopenhag Siyasî Kriteri'nde yeterince güçlü bir irade beyanýnda bulunmuþ ülkelerle müzakere süreci baþlatýrken, devrim niteliðindeki 3 Aðustos yasalarýný bilerek ya da bilmeyerek görmezden geldi, bunlarý herhangi bir siyasî reform gibi algýlamakla yetindi. Bu tavýrda Komisyon yetkililerinin birikimsizliði kadar Türkiye'ye duyulan uzak ilgi de rol oynadý. Ama AB, 3 Aðustos kararlarýndan bir anlamda rahatsýz oldu ve hýzla tüm yetkililerinin aðzýndan Siyasî Kriterde yetersizlik ve uygulamada eksiklik temasýný iþlemeye koyuldu. Halbuki Kopenhag Siyasî Kriteri'nin Kopenhag Ekonomik Kriteri gibi kesin tarif edilmiþ ve imzalanmasý istenen birkaç uluslararasý anlaþma ve genel insan haklarý standartlarý dýþýnda kontrole tabi tutulabilecek müktesebatý ve kýstaslarý mevcut deðil. Bu kriterin ucu, týpký demokrasi gibi, açýktýr. Niyeti bozuk bir muhatap isterse, hele Türkiye için, ebediyete kadar eksik, gedik bulabilir. Uygulama ise tüm diðer adaylarda yapýldýðý gibi müzakere/hazýrlýk süreci içinde gerçekleþir. Komisyon'un gerekçe arayýþlarýnýn temel nedeni müzakere sürecini mümkün mertebe ileriye atmaktý. Nitekim bu tavýr 9 Ekim'de yayýmlanan Ýlerleme Raporu'nda dolaylý olarak resmîlik kazandý. Komisyon Türkiye ile müzakerelerin baþlamasýný tavsiye etmedi. Üstelik Ekim ve Kasým aylarýnda özellikle sivil toplumun olaðanüstü çabalarýyla Avrupa'nýn gündemine oturan Türkiye'nin üyelik sürecinin bulduðu her müspet yankýya, Komisyon'un Geniþleme Genel Müdürlüðü sorumlularýnca AB kamuoylarý ve parlamentolarýna yönelik üstü kapalý ama sonuçta hep müzakerelerin açýlmamasý temasýný iþleyen beyanatlarla karþýlýk verildi. Özellikle VERHEUGEN bir misyoner ruhuyla müzakere kararýna karþý gazete gazete, parlamento parlamento dolaþtý. Komisyon 1999 yýlý sonunda yayýmladýðý tüm adaylarý kapsayan Karma Belge'de (þimdiki Strateji Belgesi) yeni katýlým stratejisini þu sözlerle ifade eder: "Komisyon, katýlým müzakerelerinin açýlmasý ve yürütülmesi, ve müzakerelerin aday ülkelerin üyeliðe hazýrlýk çalýþmalarýna paralel bir þekilde ilerlemesini saðlamaya yönelik bir strateji teklif etmektedir. Bu yaklaþým, (...) adaylarýn hazýrlanma çabalarýný teþvik edecektir. Müzakere ve hazýrlýk süreçleri arasýnda paralellik saðlamak, Katýlým Antlaþmalarý'nýn onaylanmama riskini azaltacaktýr." Ýþte Türkiye, Ýlerleme Raporu'nun yayýmlanmasýyla birlikte bu sürecin dýþýnda býrakýlmýþ ve artýk farklý bir yöne doðru teþvik edilmektedir.
Özel statüye doðru
Kopenhag'ý, 9 Ekim'de yayýmlanan Ýlerleme Raporu ve Strateji Belgesi'nin mantýk silsilesi dahilinde ele almak gerekiyor. Nitekim Kopenhag sonuç bildirgesinin 20. paragrafýnda belirtilen "Gümrük Birliði'nin kapsamýnýn geniþletilmesi ve derinleþtirilmesi" ifadesi, tüm adaylarý ele alan Strateji Belgesi'nden alýntýdýr. Bu ifade "özel statü"ye giden yoldaki önemli bir kilometre taþýdýr. Türkiye'yi nispeten iyi bilen ve PRODI'nin danýþmaný bir örokratýn ýsrarla üstünde durduðu "özel statü" özellikle iþ çevrelerine benimsetilmeye çalýþýlýyor. Özel statüyü kabul etmeye razý olanlarýn ise iki hesabý var. Ýlkin aralarýnda AB normlarýnýn iþ iliþkilerine getireceði zorunlu iyileþtirmelerin rekabeti engelleyici olduðunu düþünenler ve dolayýsýyla tam uyumdan ürkenler az deðil. Ýkincisi bu statünün öngördüðü yeni ticaret olanaklarýnýn iyi bir fýrsat olduðu sanýlýyor. Bunlar maalesef ham hayaldir. Zira AB'nin, GB kararýnýn kapsamýnýn geniþletilmesi açýlýmý, tartýþýlmaz olan üretim norm ve standartlarýný üreticinin önüne koyacaktýr. Örneðin sütlü mamul ihraç etmeye kalktýðýnýzda sütü veren ineðin menþeine varan bilgileri verebilmeniz gerekiyor. Norm ve standartlarý tutturmanýn en kolay ve masrafsýz yolu da AB Müktesebatý'na yani bu konulardaki AB mevzuatý ile uyum saðlamaktan geçiyor. Nitekim GB, Türkiye'nin 1959'dan beri AB'ye üyelik yolunda attýðý adýmlarýn sadece bir evresi olarak düþünülmüþtür.
Özel statü, GB'den bir gömlek üstün ama üyeliðin çok gerisinde kalan, Komisyon yetkililerinin dahi nasýl uygulanacaðýný pek bilemedikleri, ilerde Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya'ya uygulanmasý düþünülen ad hoc bir statüdür. Türkiye'nin muhtemelen hýzla önüne koyulacak bu formülde siyasî reform mecburiyeti olmayacak. Zaten iki yýl boyunca ve þimdiden dikkate alýnmayacaðý söylenen 2003 Ýlerleme Raporu da dahil olmak üzere, reform sürecine herhangi bir somut siyasî destek vermeyeceðini açýkça belirten AB, bu anlamda tutarlý. Aralýk 2004 her bakýmdan "özel statü"yü hazýrlamak üzere düþünülmüþ gibi duruyor. Ama Aralýk 2000'de imzalanan Nice Antlaþmasý'nda belirtilen geniþlemiþ Avrupa'nýn kurumlarýnda, Mart 2002'den bu yana süregelen Konvansiyon çalýþmalarýnda ve yeni antlaþmayý hazýrlamak üzere gelecek sonbaharda baþlayacak Hükûmetlerarasý Konferans'ta Türkiye'nin müstakbel üyeliðinin dikkate alýnmadýðý ve alýnmayacaðý hatýrlanacak olursa "özel statü" hazýrlýklarý epeyi önceden baþlamýþ gibi duruyor. Bu baðlamda Avrupa Parlamentosu'nun Kasým sonundaki geniþleme konulu oturumunda, daha önceleri koridorlarda fýsýldanýlan "özel statü" formülünün açýkça telaffuz edilmesi ve oylamada liberal grubun verdiði, Türkiye'nin hiç olmazsa adaylýðýný teyid eden deðiþiklik önergesinin reddi tesadüf deðildir.
Ýliþkilerde ve AB projesinde yeni döneme doðru
1989 sonrasýnda, Yalta'da açýlan parantezin kapanmasýyla doðan Avrupa'nýn tekrar birleþmesi olasýlýðý; kýtanýn nihayet kalýcý bir barýþ, istikrar, refah ve özgürlük kýtasý olma þansýný yakalamýþ olmasý; Avrupa'nýn dayanýþmacý felsefesinin güdümünde ve ortak deðerler ile ortak çýkarlar zemininde yeni ve evrensel bir 21. yüzyýl Avrupa'sý yaratma ülküsü; "öteki Avrupa" ile birlikte "Avrupa'nýn ötekisi" Türkiye'yi kucaklayacak olan geniþleme sürecine tarihî ve asil bir rol yüklenmiþti. Bugün gelinen yerde ise tartýþma, Türkiye'nin müzakere süreci konusuyla baþlayan dinsel ihtiraslara, bunlarýn bazý ülkelerde iç politika malzemesi haline gelmesine ve yeni üyelere verilecek yapýsal ve tarýmsal fonlarýn miktarýndaki bakkal pazarlýðýna takýlýp kalmýþ durumda.
Bu menfi gidiþatýn çarelerinden biri 1999'da Helsinki'de Türkiye hakkýnda alýnan cesur kararýn arkasýný getirecek cesareti bugün de bulabilmekti. Ancak bugün AB'yi yönetenler bu cesareti bulamadýlar, geniþlemenin mühendisliðiyle yetinen kararlar aldýlar ve giderek kaybolan 21. yüzyýl Avrupa'sý vizyonunu tekrar gündemlerine oturtamadýlar. AB'nin gündemine 3 Aðustos'da Ankara'dan giren Türkiye, 13 Aralýk'da Kopenhag'da Avrupa'nýn gündeminden çýkarýldý.
Türkiye'nin müzakere sürecine dahil olmasý gibi hayatî kararlarý almaktan hoþlanmayan bugünün çapsýz AB'li siyasîleri Kopenhag'da, hiçbir baðlayýcýlýðý olmayan muðlak bir karar aldýlar. "Ben senin yüzüne 2004 sonundan önce bakmayacaðým, her siyasî eksiðini kendi baþýna tamamlayýp geleceksin" derken aslýnda "Bu iþ ne kadar uzarsa kopmasý o kadar kolay olur" hesabý yapan bir AB karþýsýnda Türkiye'nin AB'yi kendi gündeminde tutabilmesi kolay olmayacak. Burada sivil topluma ve hükûmete elbette çok iþ düþüyor. Bu güçler ellerinden geleni yapacaklardýr. Ancak toplumun morali bozulmasýn diye AB'nin bariz gönülsüzlüðü ve Türkiye ile kurmayý düþündüðü farklý iliþkiyi gözden kaçýrmamak l‰zým. Yoksa hata yapma olasýlýðýmýz artacaktýr. Bugün AB'li siyasîlerin yaptýðý gibi kamuoylarýnýn menfî tavrýndan söz etmek, 1989'dan bu yana þekillenen yeni Avrupa'nýn iletiþiminin yapýlamamýþ olmasýný itiraf etmek ve bunun faturasýný Türkiye'ye çýkarmak (CHIRAC'ýn dediði gibi "Kamuoyuma zaten 10 ülkenin üyeliðini anlatamýyorum bir de sizi anlatamam") anlamýný taþýyor. Ama bunu ortada hiçbir seçim ortamý veya kamuoyu baskýsý yokken dile getirmek muazzam bir siyasî sahtekarlýktýr. Zira Aralýk 1999'da Helsinki'de Türkiye'nin adaylýðý kararý alýnýrken AB kamuoylarý ne Türkiye ne de geniþlemenin tümü konusunda daha istekli ve bilgiliydiler. 2004'e gelindiðinde maalesef daha istekli olmayacaklar. Sivil toplumun ve kamunun iletiþim çabalarý bu yüzlerce yýlda oluþmuþ menfî imajý iki yýlda çok zor deðiþtirir. Dolayýsýyla kamuoyu argümaný AB'li siyasîlerce her zaman bir kenarda muhafaza edilecek. Buna kanmamak, esas meselenin kamuoylarý deðil artýk Türkiye'nin üyelik perspektifinin verdiði rahatsýzlýk olduðunu anlamamýza ve politikalarýmýzý buna göre üretmemize yardýmcý olacak. Yeni dönemde, AB'nin riskini göze alýp unutmayý yeðler gibi gözüktüðü Kýbrýs meselesi (þu Almanlar'ýn buluþu olan talihsiz "Doðu Alman modeli" lafý hakikaten Sovyet buzulunu çaðrýþtýrýyor) belki ANNAN Planý çerçevesinde ABD'nin baskýsýyla çözülür ya da çözülmez.
Diðer taraftan artýk pek AB'nin demokratik gündemindeymiþ gibi durmayan Türkiye'nin siyasî sorunlarýnýn Suriyevarî bir istikrarý garantileyecek herhangi bir iktidarla hal edilmesi de pek çok AB'li siyasînin kafasýndaki pragmatik çözüm gibi görünüyor. Otoriter bir Rusya ile birlikte pekala yaþayan AB'nin, ABD'nin bölgesel jandarmasý olmuþ otoriter bir Türkiye ile ticarî iliþkilerde bulunmasýnýn bir etik sakýncasý elbette olmayacaktýr ama bundan böyle bizim için esas olan AB'nin niyetleri iyice ortaya çýktýkça tüm iliþkileri kapsayacak soðukkanlý bir gözden geçirmenin zaman kaybetmeden gündeme getirilmesidir.
Ülkenin istikbalini karartacak bu olasý nahoþ geliþmeler belki buralarý anladýðýndan dem vuran gelecek dönem baþkaný Yunanistan'a son bir kez anlatýlabilir. Türkiye'yi göz göre göre dýþlamaya hazýrlanan ve böylelikle telafisi zor tarihî bir hata yapmak üzere olan AB'den önümüzdeki altý ay içerisinde, muhtemelen Kýbrýs meselesinde Türkiye'yi gerçek bir aday olarak kabul edecek bir tebdil-i karar istenebilir. Zira bugün AB dinamiðinden yararlanmak AB'nin müstakbel geliþiminde, Kopenhag kararýný alan basiretsiz AB'li siyasetçilerin hiç anlamadýklarý kadar katkýsý olacak Türkiye'nin hakkýdýr.


EU'S NEW POLICY ON TURKEY


The European press has interpreted the European Union's Copenhagen decision on Turkey as a negative decision. The decision itself lacks vision, is the most unfortunate decision taken about Turkey and is the most inconsistent decision on enlargement. The Union is clearly denying the AKP government, all groups of society which hope to be integrated with Europe and Turkey in general all material and immaterial support. Until December 2004, Turkish society shall be deprived of a tangible, concrete EU reality in economic, social and political terms. For innumerable reasons, the Union is unable to back up the courageous decision it took in Helsinki about Turkey's membership. Turkey is the only candidate country that is not included in the negotiation process and is preparing for membership with its own means only. It has been unable to start the negotiations due to the bottleneck in the Copenhagen Political Criteria; it is now preparing for membership under such unsuitable conditions.
However, Turkey needs to start the acquis process in spite of the weaknesses in the political criteria. It cannot focus on political criteria only; it should harmonize its regulations in many fields ranging from transportation and fishing to telecommunication. Turkey is not included in the financial aid programs (PHARE, ISPA, SAPARD) offered to Central and Eastern European countries; neither is it receiving ad hoc support although it is in great need. None of the twinning programs for technical support that the Union had envisaged to start with Turkey have been realized yet. Some documents issued by Brussels do not even mention Turkey's candidacy and there is continuous chaos about whether Turkey will be included in the Union's programs. While the European Union started the negotiation process with countries that have demonstrated their political willingness sufficiently, it has chosen to ignore the revolutionary laws adopted in Turkey on the 3rd of August.
Europe was determined to create a new and global Europe of the 21st century, driven by solidarity and common values and interests; it had adopted a historical role in its efforts to bring together "the other Europe" with "Europe's other", i.e. Turkey. We are now stuck at a point where the discussions focus on religious ambitions and their use for domestic politics and where there is solely bargaining on structural and agricultural funds for new members.


# # # # # # # #