|
|
HÜSAMETTİN KAVİ
İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkanı
Chairman of İstanbul Chamber of Industry
SANAYİDE REKABET GÜCÜ ARAYIŞI
İstanbul Sanayi Odası bu yıl 50. kuruluş yıldönümünü bir dizi etkinlikle kutluyor. Aslında İstanbul Sanayi Odası'nın 50. yaşını tamamlaması Türk Sanayi'nin de içinde bulunduğu süreci tarif ediyor.
10 - 11 Aralık tarihinde İstanbul Sanayi Odası'nın organize ettiği "Sürdürülebilir Rekabet Gücü" ana temalı Sanayi Kongresi zannediyorum ki hepimizi şöyle bir silkeledi. Öncelikle bu kongrenin çok başarılı bir organizasyon olduğunu söylemem lazım.
Kongrenin içeriği, panel başlıkları ve de son derece dikkatle seçilmiş panelist konuklarımızın ortaya koyduğu değerli görüşler, çarpıcı öneriler biz sanayicileri kendi durumumuzu bir kez daha gözden geçirmeye yöneltti.
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet SEZER'in katılımı sanayinin, Türkiye'nin dününde ve geleceğinde ne denli önemli bir ekonomik faaliyet olduğunu topluma göstermek açısından çok anlamlı idi.
Hepsi birbirinden değerli panelistlerimiz arasında onur konuğumuz olan Harvard Üniversitesi Profesörü Sayın Dani RODRIK her toplantıda olduğu gibi bu defa da çarpıcı tespitleri ve fikirleri ile kongremize değer kattı.
Şöyle biraz o günlere dönüp aklımızda kalanlara tekrar bir göz attığımızda oldukça önemli başlıkların 2003 yılında gündemimizin ana konuları olmaya devam edeceği kuşkusuz.
Açılış konuşmaları kongrenin daha başında rekabet gücü arayışına yönelik Küreselleşme, AB ve özellikle Ar-Ge'nin öne çıkacağının mesajlarını verirken, Türkiye'nin, kurumlarımızın, bireylerin öncelikle bir zihinsel değişime ihtiyacı olduğu ortaya konuyordu. Yeni gerçeklerin, Pazar ekonomisinin, rekabet gücü arayışının ardındaki en temel konu, aradıklarımıza düne kadar uyguladığımız yöntemlerle ulaşamayacağımızı kabul etmek ve zihni bir değişim yanında paradigmalarımızı gözden geçirmemizin zorunlu olduğu idi.
Teknoloji adına artık neleri satın alabileceğimiz neleri de üretmemiz gerektiği gerçeğini görmemizin zamanının geldiği çok net mesajların başında geliyordu.
Türk Sanayiinin, bir taraftan ölçek ekonomisini yakalamanın yanında Ar-Ge Ôye fiilen girerek kendi teknolojik düzeyinin geliştirilmesinin şart olduğu mesajı çok açıktı. AB'den yılda sadece 170 milyar Euro mali yardım alırken, milli bütçenizdeki 250 milyon Euro katkı payı ödeyerek, AB'nin 6. Çerçeve Programlarına katılıyor olmamız, sanayimizi ve üniversitelerimizi artık gerçek bir işbirliğine ve ortak projeler üretmeye mecbur ediyordu.
Interaktif ortamda sürdürülen bu tartışmada uygun ortam sağlanabildiğinde Türkiye'de Ar-Ge yapılabileceği anlaşılıyordu. Ancak, "Uygun Ortam" ifadesinin ne anlama geldiğini zannederim hepimiz çoktan düşünmeye başladık bile.
Bu arada telaffuz edilen yeni sözcüklerden biriside Arsız Ğ Ge idi. Yani araştırma olmaksızın geliştirmenin pek tercih edilmeyeceğine yönelik düşünceye şahsen pek katılamıyorum. Zira şu an tüm Sanayi işletmeleri geliştirmeyi öncelikle düşünmek zorunda. Araştırma ise farklı bir kültür, bunun için ise önce hayal edebilecek, yaratabilecek, yeni gençler yetiştirebileceğimiz bir eğitim ortamının sağlanması lazım.
Teknoparkların, kuluçka merkezlerinin buluşçuluğun, ekonomik değer yaratma ortamının teşvik edilmesinin ne kadar büyük önem taşıdığı çok açık idi. Artık önceliklerin değiştiği, terazinin bir tarafında müşterilerimizin memnuniyeti ve ihtiyaçları yer alırken diğer tarafında da çalışanlar takımının memnuniyeti, motivasyonu ve verimliliği yer alıyordu.
50 yıl sonra artık aile şirketlerimizi kurumsal kültürle tanıştırmak ve birer birer hepsini "kurum" haline getirmekten başka çaremizin olmadığını görmek zorundayız.
Artık "Küçük Olsun Benim Olsun" anlayışını terk ederek, ölçek ekonomisini yakalamak için demokrat olmayı, katılım, paylaşım ve şeffaflığı sadece başkalarından isteyeceğimize, bizimde bu gerçeği hayata geçirmemizin şart olduğunu kabul etmeliyiz.
Şubat 2001 krizinin yarattığı ağır tahribattan çıkardığımız derslerinde ışığında, Biz "Kavi"de bir taraftan yabancı sermaye, diğer taraftan da halka arzı 3 yıldır konuşuyorduk. Yabancı sermaye konusundaki görüşmelerimiz bile sektörün önce yurt içinde bu ölçekle yoluna devam edemeyeceğini, ve bizim önce kendi içimizde bir sinerji yaratma yolunu aramamızın zorunlu olduğunu söylüyordu.
Yaklaşık 2.5 yıllık bir arayış ve uğraşıdan sonra birbirleri ile hiçbir grup bağı, aile bağı olmayan ve 30 Ğ 40 yıldır Emaye Bobin Teli üreticisi olan, birbirleri ile rekabet eden 4 şirket, Cankurtaran Holding kuruluşu Emsan, Profilo Holding kuruluşu Botel, Sarkuysan kuruluşu Bektaş ve Kavi bir araya gelerek üretim güçlerini, insan kaynaklarını, markalarını ve Pazar paylarını birleştirmeyi başardılar.
"Rekabet Kurulu" onayını müteakip
"BEMKA" doğdu. Bemka A.Ş. bugün 20.000 Ton / Yıl kapasiteli AB'deki rakipleri ölçeğinde bir kurum olarak, Ocak 2003 Ôte faaliyete geçmeye hazır. Bizler bu zor, engebeli yolda kararlılıkla yürüyerek ve en başta söylediğimiz gibi 4 şirket olarak alışkanlıklarımızdan, düne kadar ki inançlarımızdan vazgeçmeyi demokrat ve şeffaf olabilmeyi önce kendi içimizde başardık, dileriz biz örnek oluruz. Başka şirketlerde bizleri izler. Biz zoru başardık, 4 ortaklı "BEMKA" yı kurduk. Ancak şimdi daha zoru önümüzde, artık BEMKA başarmaya, gelişmeye ve büyümeye mecbur. Bizlerde Yönetim Kurulumuz ve çalışma arkadaşlarımızla beraber bu hedefi gerçekleştirmek için güçlü bir milli takım yaratmayı başaracağız ve örnek olacağız. Aile şirketlerindeki sıkıntının özünde, aile bağları ile yönetim kurulu masasının gerçeklerini birbirinden ayıramamak olduğunu aslında biliyoruz. Aile bireylerinin sahip oldukları şirketlerden çalışarak ücret almak, yönetimde olmak, kar payı almak ve hisse senedi değer artışından yararlanabilmek gibi farklı beklentileri var. Bu beklentiler özellikle halka açık olmayan şirketlerde çalışmak ve kar tevziinden pay alabilmek olarak öne çıkıyor. Ancak aile bireylerinin öncelikleri farklı olunca sıkıntılar baş gösterebiliyor. Öyle ise aile kültürü ve şirket kültürü farkını yaratmak ve süratle aile şirketlerinde kurumlaşmayı başarmak zorundayız.
Küreselleşme sürecinde marka olmak çok önemli bugün markayı ya yaratırsınız yada satın alırsınız. Artık markaların milliyeti yok. Üretilen yer farklı, şirketin yönetim merkezi farklı ve hisse senetleri sahipleri daha da farklı coğrafi bir bölgeden olabiliyor. Asıl olan ürün satabiliyor mu, sürekli gelişiyor mu, pazar payını artırabiliyor mu ve kar edebiliyor mu, sorularının cevabının ne olduğudur.
Kongrede öne çıkan iki kavramdan, verimliliğin ülke bazında, rekabet gücünün de şirketler bazında değerlendirilmelerinin doğru olacağını Prof. Dani RODRIK ifade etti. Prof. RODRIK'in önemle belirttiği bir diğer konuda devletin ekonomik faaliyetlerden çıktığı rekabete dayalı bir Pazar ekonomisi ortamında karar ve yürütme sürecinde "Kamu Ğ Özel Sektör" ortaklığının çok önemli bir anlamı olduğu idi.
Düşünüyorum 15 yılı aşkın bir süredir Türkiye özelleştirme yapmaya çalışıyor. Ancak sadece ve sadece siyaset ve kamu işbirliği ile bu işin başarılamayacağı ortada. Atı alan Üsküdar'ı geçti, Doğu Avrupa ülkeleri bile özelleştirmeyi bitirdi.
Biz neden başaramadık ve neden hala kaynak açığı, hala yolsuzluklar ile hala enflasyon ile mücadele ediyoruz. Gelin Kamu Ğ Özel Sektör ortaklığını süratle "Özelleştirme" sürecinde deneyelim. Özelleştirmeyi verimliliğe dayalı, üretim, istihdam ve ihracat hedeflerini öngören bir çerçevede gerçekleştirelim. Bazen satalım para alalım gerekiyor ise üstüne para verelim ancak verimlilik ve rekabet gücü kriterlerini esas alalım.
Bugün kamudan pek çok alanda hala rekabeti hiç hissetmeyen kurumlarımız var. Burada ortaya koymamız gereken önemli bir gerçek var. Düne kadar yürüttüğümüz sistem, prosedür ve ürünler ile hala kar edebiliyorsanız bilin ki yakında başınız belaya girecektir. Yapısal değişimi düşüş başladıktan sonra da başarabiliriz ancak maliyeti çok yüksek olur. Asıl olan iyi günlerde değişimi başlatabilmek ve gelişmeyi sürdürebilmektir. Doç. Dr. Ruhi
GÜRDAL'ın sunduğu Türk Sanayi'nin rekabet gücü araştırması son derece açık net bulgular ortaya koyarak tereddütlere yer bırakmıyordu. Mc. KINSEY'in ortaya koyduğu rapor her ne kadar tamamlanmamış ise de rekabet gücü arayışımızın, önündeki engeller arasında gösterilen bir konu çok çarpıcı ve düşündürücü.
Mc. KINSEY, Türk Sanayinin kendi imkanları ile geliştirebileceği rekabet gücünün önemli bir kısmının "Kayıt Dışı" ekonomiyi sürdürmekle engellendiğini ortaya koyuyordu.
Zira bizler mevcut bugünkü ekonomik ortamda "Kayıt Dışı" ekonomiyi hayatta kalabilmenin önemli bir yöntemi olarak görürken vergiyi kamunun yanlış politikalarına kaynak aktarmak gibi varsayarak, adeta kendimizi haklı ve mazur gösterebiliyoruz. Benzer bir çelişkiyi biz sanayiciler yıllarca "Faaliyet Dışı Gelir"in izahında yaşadık. Kullandığımız kaynakları kamunun borçlara kağıtlarında değerlendirerek "Faaliyet Dışı Gelir" elde ettik bunu yaparken de varlıklarımızı bu enflasyon ortamında korumanın bir yolu olarak gördük. Bu yanlış değildi. Yanlış olan bu çarpıklığın devamına göz yummaktı, savaşmamaktı. Sonunda bir gün faaliyet dışı gelir, sanayi faaliyeti geliri aştı.
Devlet yaratmadığı Katma Değerden bedeli yarın bizler tarafından ödenecek faizleri dağıttı (hala da dağıtıyor). Ancak, gerçek şu ki yıllar içinde bu faaliyet dışı gelir sanki çıkış yolu gibi geldi ve yıllar sonra gördük ki yüksek faiz, sanayiye rekabet gücünü kaybettirdi.
Daha da ötesi pek çok işletmenin yaşamı bitti. Faaliyet dışı gelirlerin ve haksız rekabetin olmadığı bir piyasa ekonomisi ortamında üretmek ve ürettiğimizi dünya pazarlarına satarak yaşayabileceğimiz gerçeğinden başka bir gerçek olmadığını anlamak zorundayız.
Bir kez daha net olarak görmek ve anlamak zorunda olduğumuz gerçek şu ki; devlette, kurumlarda ve bireylerde tüm kaynakların kullanımda verimliliği artırmak zorundayız.
Devlette verimliliği sağladığımızda özel sektörde performansa dayalı, bir ucunda Havuç (Teşvik) öbür ucunda Sopa (Ceza)'ya dayalı bir sistemi yürütme görevi gene devletin en önemli görevi olacaktır diyor Prof. Dani RODRIK. Kongrenin kapanış oturumunda konuşan Tuncay ÖZİLHAN, Prof. Dani RODRIK ve Bülent ECZACIBAŞI'nın ortaya koyduğu pek çok ortak husus vardı. Sanayi ve Ticaret Bakanı Sn. Ali COŞKUN'da ortaya konulan bu gerçeklerin hükümetimiz tarafından doğru algılandığını ve hayata geçirileceğinin mesajlarını veriyordu.
Türkiye enflasyondan kurtulmak zorunda. Katılacağımız her türlü maliyet enflasyonla yaşamanın maliyeti ile mukayese dahi edilemez. Türkiye'nin yeni bir vizyonu, hedefleri içeren stratejik bir plana ihtiyacı var. ‚erçeve tarifi yapılacak olan bu plan orta ve uzun vadeli bir perspektifi öngörecek olup, yol boyu alternatif senaryolarla desteklenmelidir. Türkiye'nin bugün farklı bir anlayışı yansıtacak, rekabet gücü geliştirmeyi öngören, sağlıklı bir teşvik sistemine ihtiyacı var.
Türkiye'de bugünkü nüfus yoğunluklarındaki farklılıkları, nüfus artışı oranlarını, gelişmişlik farklılıklarını, gelir dağılımındaki bölgesel farklılıkları ve bölgelerin kaynaklar itibari ile rekabetçi üstünlüklerini değerlendirecek, sektör ve bölge bazında, merkezi ve yerel otoritenin beraberce uygulayacağı yeni bir teşvik modeline ihtiyacı olduğu apaçık ortada. Bu gerçeğin kimler tarafından nasıl görüleceği ve ne zaman hayata geçirileceğini bekleyecek miyiz, yoksa bunun görülmesini ve değerlendirilmesini sağlamalı mıyız, karar bizlerin.
Herhalde daha pek çok konu dikkatimizden kaçtı. Ancak İSO Kongre notlarını basılı hale getirdiğinde çok daha detaylı bir inceleme ve tespit imkanını hep beraber bulacağız.
Demokrasi ve Pazar Ekonomisi sürecinde Türkiye için Kopenhag sonrası yeni bir süreç başlamıştır. Katılımcılık, paylaşım, şeffaflık artık lafın ötesine hayata geçirilmeyi beklemektedir.
Siyasi güç, parlamento çoğunluğu çok önemlidir: Ancak bu güç tarih boyunca başarının garantisi olamadı, başarı hükümetlerin hedefleri saptarken ve bunları uygulamaya koyarken Sivil Toplumu da bu sürece ortak edebilmesinde yatmaktadır. Zira sosyal mutabakat ve sorumluluğun paylaşılabilmesi gerçeği demokrasinin yeni ekseni Kamu Ğ Özel Sektör Ğ Sivil Toplum ortaklığını, zenginliğin yeni boyutu olarak bizlere hatırlatıyor.
Daha çokça konuşacağız, "Sanayi Kongresi" ve "Sürdürülebilir Rekabet Gücü" arayışında yolculuğumuz devam edecek.
Neden İstanbul Sanayi Odası'nın 50. yılında bu tartışmayı yapıyoruz, neden bu güne kadar bekledik, keşke daha önce bu konuları tartışabilse idik diye düşünebiliriz. Ancak unutulmamalı ki, asıl olan ihtiyaçtır ve bu ihtiyaç yani Sürdürülebilir Rekabet Gücü arayışı 2002 yılının sonunda bir anlam ifade etmektedir.
SEARCH FOR COMPETITIVE POWER IN INDUSTRY
Istanbul Chamber of Industry is celebrating its 50th anniversary this year. The Chamber held a seminar on "Sustainable Competitive Power" between December 10-11, 2002. During the seminar, Prof. Dany RODRIK of the Harvard University gave a lecture as the keynote speaker.
Globalization, relations with the European Union, importance of Research & Development, and the need for a paradigm shift to cope with the competitive environment were some of the topics discussed during the seminar. It was also mentioned that without institutionalization and economies of scale, enterprises cannot survive in today's competitive markets. Public-private sector partnership is another important concept we should consider especially with regard to privatization.
Turkey, on the other hand, needs a strategic plan consisting of a new vision and new objectives. Such a plan shall constitute a framework for medium and long term and be supported by alternative scenarios.
After Copenhagen, we have entered a new era vis-â-vis democratization and market economy. Participation, communication and transparency should no longer remain in words but rather become reality.
Political power and parliamentary majority are, of course, important. Yet, a powerful government would need civil society partnership in order to be successful.
|
|