TUNCAY ÖZİLHAN
TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı
Chairman of the board of TÜSİAD (Turkish Industrialists and Businessmen's Association)


ENFLASYON VE BÜYÜME DİNAMİKLERİ: GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE IŞIĞINDA TÜRKİYE ANALİZİ


Şubat 2001 sonrasında belki de ilk kez, yaşanan krizlerden bir nebze ders aldık. Son iki yılda, hem özel kesim, hem de kamu kesimi yeniden yapılanma çabasına girdi. Bu dönem, mali disiplinin sağlanmaya çalışıldığı, bankacılık sektöründe uzun yılların birikimi olan sorunların çözülmesi açısından önemli adımların atıldığı ve yapısal reformların hız kazandığı bir dönem oldu. 2002'nin son çeyreğinde bu çabaların meyvelerini almaya başladık. Enflasyon 1982'den bu yana ilk defa % 30'un altına indi. İhracat, yurtdışındaki tüm olumsuz koşullara rağmen rekor artış gösterdi. Borç stokunun GSMH'ya oranı gerilemeye, ekonominin geleceğine ilişkin beklentiler iyileşmeye başladı.
Ancak, yeniden yapılanma sürecini tamamlayamadan seçim atmosferine girdik. 4 Kasım seçimlerinden tek parti iktidarı çıkması, piyasaların hükümetin henüz hiçbir icraatını görmeden olumlu tepki vermesiyle sonuçlandı. Türkiye'nin geleceği için umutlanmasını sağlayacak bir zemin doğdu.
Bu zemin, toplumun önemli bir kesiminin ciddi beklentilerle iktidara getirdiği hükümet için de paha biçilmez bir fırsattı. Ekonomiyi tümüyle sağlığına kavuşturduktan sonra, ülkeyi sürdürülebilir büyümeye taşımak için uygun bir moment yakalamıştı. Ne yazık ki hayat beklediğimiz biçimde gelişmedi. Bugün, bu büyük fırsatın her an elimizden uçup gitmesinin endişesini yaşıyoruz.
Bu fırsatın kaçırılması noktasına gelişimizin bütün sorumluluğunu hükümete yüklemek bir açıdan bakıldığında haksızlık gibi gelebilir. Hükümet daha görevi devralır almaz, tek bir icraata fırsat bulamadan, Avrupa Birliği meselesi ile uğraşmak zorunda kaldı. Ardından önüne Kıbrıs meselesi geldi. Bunlar on yılların sorunlarıydı. Dahası, bir de kapımıza savaş dayandı.
Bu süreçte, hükümetin kendi politikalarını yürürlüğe koyma bakımından elinin yeterince serbest olmadığı da ileri sürülebilir.
Bir başka açıdan baktığınızda ise hükümet olmak, iktidar olmak, işte tam da böyle dönemlerdeki icraatla ölçülecek bir olgudur. Kaptanın mahareti fırtınalı sularda ortaya çıkar.
Toplum, hükümetten tek parti iktidarının gücüyle, toplumsal uzlaşma zemininde, istikrarlı ve kararlı bir icraat beklerken, tam tersi bir manzarayla karşı karşıya kaldı: Seçimden zaferle çıkmış bir iktidarın hiç ihtiyaç duymaması gereken popülist söylem ve uygulamalar...
İstikrar programının gereklerinin kavranmamış olduğunu gösteren icraatlar...
Tenkitleri değerlendirmek yerine onlara sert tepki göstermeyi seçen bir yönetim anlayışı... Çok başlılık ve birbiriyle çelişen tutum ve beyanlar... Koordinasyonsuzluk... Parlamento içi ve dışı muhalefetle, sivil toplumla, bürokrasiyle gerekli diyaloğun kurulamaması...
Her biri henüz zihnimizde çok taze olduğu için bunlarla ilgili somut ayrıntılara girmeyeceğim. Yalnızca, Türkiye kritik bir dönemden geçerken, ihtiyacımız olanlar bunlar değil demekle yetineceğim.
Piyasalar, reel sektör ve toplumun geneli, her iddialı başlangıca umutla bakar. Geleceğe ilişkin iyimser bir bekleyiş ortaya çıkar. Ancak, bekleyişlerin bozulması kolay, tekrar iyileşmesi ise çok zordur. Geçmiş tecrübeler bunu çok açık biçimde göstermektedir.
Güçlü bir tek parti hükümeti olmak başarıyı kendi başına garantilemez. Başarıyı getirecek olan doğru politikaların, uyum içinde, net bir şekilde ve ısrarla uygulanmasıdır. Ülkemiz, içte olduğu kadar dışta da çok kritik bir dönemin içindedir. Ülkemizin dış gelişmeler karşısında en az etkilenmesi, gerektiğinde başını dik tutabilmesi açısından mali disiplin hayati önem taşımaktadır. Mali disiplindeki gevşemeler nedeniyle ekonomisi kırılganlaşan bir ekonominin dışsal şokları kaldırması mümkün değildir.
Enflasyonun kontrol altında tutulması, kamu borç stokunun azaltılması ve istikrarlı büyümeye geçişin sağlanması hala Türkiye'nin temel sorunları olmaya devam etmektedir.
Çözüm, öncelikle mali disiplinden geçmektedir. Mali disiplinden ödün verilmesi, sorunları hızla artıracak, ülkeyi yeni krizlerin eşiğine getirecektir. Ülkemizin yeni ekonomik sıkıntıları yaşamaya tahammülü yoktur.
Bu nedenle; Hükümetin, mali disiplini bozacak, enflasyonla mücadeleyi aksatacak adımlardan özenle kaçınması gerektiğini, toplumun çıkarının burada olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Ayrıca, alınan kararların kendisi kadar, kararların hangi şeffaflıkla alındığı, ne kadar ikna edici olduğu ya da kamuoyuna hangi açıklıkla anlatıldığı da önemlidir. Hükümetin piyasalarla iletişime önem vermesi, bürokrasiyle, sivil toplumla, muhalefetle işbirliğini güçlendirmesi şarttır.
Açıklık politikasının gereğinden söz ederken Hükümetin yaklaşan savaşla ilgili kararsız ve kapalı tutumuna da değinmeden geçemeyeceğim.
Savaşı kimse istemez. Savaş, getireceği yıkımın ölçüsü asla önceden kestirilemeyecek bir afettir. Sorunların barışçı yoldan çözümünü aramak elbette birinci öncelik olmalıdır.
Ancak, dünya dengeleri içinde tek başınıza bu çözümü üretemeyeceğiniz bir noktaya geldiğinizde, yapılacak şey, zararı en aza indirecek, kayıplarınızın telafisini en yüksek düzeye çekecek önlemleri alarak, desteğinizi gerçekçi bir düzeyde tutarak, müttefiklerinizin yanında yer almaktır. Türkiye, demokratik bir ülke olarak, hiçbir zaman totaliter bir rejimin yanında yer almamalıdır.
AB'nin konuyla ilgili tutumu yakından ve dikkatle izlenirse, meşruiyetle ilgili hissedilen sıkıntılar da büyük ölçüde ortadan kalkar. Ayrıca toplum, gelişmeleri ve bunun gereklerini anlayacak olgunluğa sahiptir. Yeter ki anlatmasını bilin.
Kararsızlık, bizi, kurulacak yeni dengelerin dışında bırakabilir. Yalnız kalmış bir Türkiye, geleceği olmayan bir Türkiye'dir. Avrupa Birliği için mücadele etmek, Kıbrıs'ta kalıcı ve adil bir çözüme kavuşmak için varımızı yoğumuzu ortaya koymak da işte bu nedenle zorunludur.
Hükümet bu karmaşık sorunlarda açık ve kesin tutumlar benimsemeyi kendisi ve iktidarının geleceği için riskli görüyorsa, ödeyeceği bedelin hesabını yapıyorsa, o zaman toplum olarak şunu sormak hakkımızdır: Bu toplum, istikrar programını ve yapısal reformları, ağır bir bedel ödeyeceğini bile bile desteklemedi mi? Daha hiçbir icraatını görmeden piyasalar hükümete kredi açtığında, bilerek bir riski üstlenmedi mi? Kıbrıs'ta çözüm için sesini yükseltenler hükümetten daha az mı risk alıyorlar?
Yapılanların ve yapılmayanların bedelini de kazancını da toplumca adil olarak paylaşacağız. Ancak tarih önünde sorumluluk her durumda hükümete ait olacak. Sık sık, sağlıklı büyümenin yollarını tartışmak için biraraya geliyoruz.
Ancak, artık sokaktaki insan dahil hepimizin çok iyi bildiği gibi, Türkiye, yalnızca jeolojik olarak değil, ekonomik ve jeopolitik olarak da bir fay hattının üzerinde.
Geleceğimizi inşa ederken, sağlam bir zemine basmak, temellerimizi sağlam atmak ve çağın gereklerine uygun bir şekilde yapıyı yükseltmek zorundayız. Bu yüzden, yaşadıklarımıza geniş bir perspektiften bakmalı, eleştirel olmalı ve eleştirilerden yararlanmalıyız.
Dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu konjonktür bize hata yapma lüksü bırakmıyor. Geçmişteki hatalarımızdan yeteri kadar ders aldığımızı ve kriz yönetimi konusunda güçlü bir birikim oluşturduğumuzu tüm dünyaya göstermek zorundayız. Türkiye ekonomisinin bundan böyle oturacağı büyüme yolu, mutlaka krizlere dayanıklı bir yol olmalı.
Değerli hocalarımız, Doç. Dr. Kamil YILMAZ, Doç. Dr. Cevdet AKÇAY ve Doç. Dr. Emre ALPER, bu yolun haritasını sağlıklı bir biçimde çizebilmek için geride bırakmamız gereken bir tartışma konusuna ışık tutacak "Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri: Gelişmekte Olan Ülke Işığında Türkiye Analizi" raporu gerçekleştirdiler. Bu çalışma bize enflasyonla mücadele etmeden, enflasyonu kalıcı bir şeklide tek haneli rakamlara indirmeden, büyüme potansiyelimizi artırmamızın mümkün olmadığını, hem Türkiye'nin hem de diğer ülkelerin verileriyle net olarak kanıtlıyor. Bu mücadelenin başarısı ise, yapısal reformların geri dönüşler olmadan tamamlanmasından, kamu maliyesindeki disiplinin korunmasından, yatırım ortamının iyileştirilmesinden ve bu alanlarda elde edilen kazanımları garanti altına alacak bir siyasi sistemin inşa edilmesinden geçmektedir.
Un var, şeker var, süt var. Ocağı yakıp işe koyulalım artık... Öyle bir ortamdan geçiyoruz ki, ancak, kararlılık, açıklık ve işbirliği içinde, birlik ve beraberliğimizi koruyarak ülkeyi düze çıkarabiliriz. Şu an için ortalık biraz karanlık gibi gözükse de, unutmayalım ki, en karanlık an, güneşin doğmasından önceki andır.


THE DYNAMICS OF GROWTH AND INFLATION: AN ANALYSIS OF TURKEY AS A DEVELOPING COUNTRY


Turkey has experienced the results of political instability, lack of structural reforms and financial discipline in the form of consecutive crises and unemployment. After February 2001, we learned some lessons from the past; both the public and the private sectors have started to restructure. This period has been marked by the solution of problems in the banking sector and an acceleration of structural reforms. Inflation has decreased to under 30% for the first time since 1982; exports have increase at record levels and the debt stock to GDP ratio has been decreasing.
This environment was an invaluable opportunity for the government in that it had the potential to create sustainable growth. However, while society expected the government to govern in a stable and determined manner as the single party in parliament, this was not the case. Being a strong single party does not ensure success; implementing the right policies in a harmonious, clear and determined manner does.
Bringing inflation under control, decreasing the public debt stock and ensuring sustainable growth continue to be the basic problems Turkey is faced with. The solution lies in financial discipline. It is necessary to remind the government that it should carefully avoid steps that can damage financial discipline and hamper the fight against inflation. It is vital that the government communicates with the markets and strengthens its cooperation with the bureaucracy, civil society and opposition. The government has adopted a hesitant and closed approach about the impending war. As a democratic country, Turkey should never side with a totalitarian power. The problems of legitimacy can be solved to a great extent by following closely the European Union's approach to this issue. Indecisiveness may result in Turkey being left outside the newly established balances.


# # # # # # # #