|
|
Dr. BAHADIR KALEAĞASI
TÜSİAD AB Temsilcisi / Brüksel EU Representative of TÜSİAD / Brussels
Oyun Parkında Siyaset
AB açısından Türk siyaseti olgunluk dönemine girmemiş bir görüntüye sahip. Oy oranları yüzde 20'lerin, 10'ların altında kalan siyasi partiler silsilesinin neyin mücadelesini verdiği anlaşılamıyor.
Brüksel'den bakınca Ankara pek sisli gözüküyor olsa gerek ki, AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi Türkiye ziyaretini erteledi. Halbuki 18 Temmuz 2002 tarihinde ilk defa bir Komisyon Başkanı Türkiye'ye gelecekti.
AB yetkililerinin ve bu yılın dönem başkanları İspanya ve Danimarka başbakanlarının defalarca söylediğini bu kez de Prodi Türk kamuoyu karşısında yineleyecekti: "Kopenhag siyasi kıstaslarına uyan bir Türkiye'nin AB ile müzakere yolu açıktır". Olmadı. Türkiye'ye demokratik ve ekonomik reform yolunda başarılar dileyerek ve Ankara ile mutabakat içinde Prodi geziyi erteledi.
Avrupa Parlamentosu koridorlarında karşılaştığımız İspanya'nın yeni dışişleri bakanı Ana Palacio da aynı çizgide. Kendisine daha önce selefi Piqué ve Başbakan Aznar ile yaptığımız görüşmelerde ortaya koydukları açık destekten bahsedince, aynı yaklaşımın süreceğini belirtiyor hemen.
Daha önce Avrupa Parlamenteri olarak geldiği Türkiye'ye olan sempatisini ve Türkiye'nin demokratik reform yolunda ilerleyeceğine olan umudunu vurguluyor aynı çerçevede. Danimarka Başbakanı Rasmussen de bir süre önce Brüksel'de bir özel yemek davetinde aynı düşünceleri dile getirmişti. Avrupa Birliği'nde Türkiye'ye karşı genel tavır "zor dönemden geçerken cesaretlendirici olalım ve yakından izleyelim" şeklinde.
Avrupa'nın soruları: Bu noktada, AB açısından üç önemli soru kümesi var:
Kısa vadede ülkeyi seçime götürecek bir hükümet, aynı zamanda demokratik reform paketini de TBMM'den geçirebilecek mi? Ekonominin kurumsal işleyişine yönelik yapısal reformlara rağmen, iktidarın seçim öncesinde popülist bir şekilde kamu kaynaklarını kullanma marjı var mı? En önemli kaynağı AB olan IMF kredileri destekli ekonomik istikrar programı kalıcı bir büyüme sağlayabilecek mi?
Orta vadede, seçimlerden sonra iktidara kim gelecek? Ilımlı bir merkez sol-sağ koalisyon mu? Dinci veya milliyetçi muhafazakarlar mı? Yoksa yine AB konusunda hem kendi içinde, hem de aralarında temel görüş ayrılıkları olan partilerin koalisyonu mu?
Uzun vadede, Türkiye AB ile ilişkilerinde bir duraklama dönemine mi girecek? Katılım Ortaklığı sürecini işletebilecek siyasi iradeye ve icraat gücüne sahip bir hükümet yeterli süre iktidarda kalabilecek mi? Türkiye bir demokratik rejim krizine doğru mu sürüklenmekte?
Diğer bir taraftan, analize eklenen bir dizi belirsizlik etkeni var: Kıbrıs düğümü, Irak savaşı hipotezi, Almanya seçimleri sonrasında Türkiye'ye kuşkulu yaklaşan bir Stoiber hükümeti olasılığı... Türkiye'nin Kopenhag kıstaslarına uyma yolunda bir süre gecikmesi AB açısından çok önemli bir sorun değil. Bu durumda, zaten kaybetmiş olduğu zamanı telafi edemeyen ve bunun siyasi ve ekonomik sonuçlarına maruz kalan Türkiye'nin kendisi. AB'nin asıl endişesi, Türkiye'nin adaylık sürecinde iyice tıkanması, ve kıtaya siyasi ve ekonomik istikrarsızlık yayan bir 'hasta adam' konumuna düşmesinde.
Kitle partisi yok
Avrupa penceresinden Türkiye'ye bakıldığında, garip bir siyasi tablo belirmekte. Batı demokrasilerinde siyasi mücadelenin ve siyasi parti olmanın anlamı en az yüzde otuzlara ve kırklara varan bir seçmen kitlesi desteğidir, gerisi hikayedir. Bu konumda en az iki-üç parti olur, bir de bazen iki-üç kadar küçük siyasi oluşum güçlenmeye çabalar. Dolayısıyla, oy oranları yüzde yirmilerin hatta yüzde onların altında bir siyasi partiler silsilesinin neyin mücadelesini verdiği, bu bakış açısında kolay anlaşılamamakta.
Türkiye de geçmişte nispeten daha etkin işleyen bir sisteme sahipti. Siyasi partilerin kapatıldığı bir askeri rejim döneminin bozduğu organizma, henüz doğal yapısına tekrar kavuşamadı. Halk nezdinde hala dört ana siyasi akım var. Eski dönemlere referans vererek tanımlarsak: CHP, DP, MSP ve MHP. Buna henüz rüştünü ispatlayamamış olan HADEP de zamanla eklenebilir.
Bugün merkez sağda ANAP, DYP ve DTP, merkez solda CHP, DSP, "yeni oluşum" ve SHP, dinsel muhafazakar çizgide AKP ve SP veya milliyetçi muhafazakar kanatta MHP ve BBP gibi partilerin arasında mutlaka önemli farklılıklar vardır. Lider kadrolarının bir araya gelmesini zorlaştıran bir takım olaylar yaşanmıştır. Fakat siyasi parti olgusu kıraathane arkadaşlığı veya hemşeri dayanışma dernekçiliği değil ki. Devlet yönetimi ve toplum projesi temelinde ortak paydalara dayalı geniş kadro hareketlerinin, seçmenin kitlesel desteği ile iktidara talip olma mekanizması söz konusu olan.
Olgunlaşamayan siyaset
Siyasi partilerin bünyesinde bazı açılardan farklı yaklaşımlara sahip veya kişisel ihtilafların ayırdığı grupların olması doğal.
Örneğin Alman sosyal demokratları, Fransız merkez sağı, İngiliz İşçi Partisi, İspanyol sağı ve Yunan sosyalistler gibi yüzde kırklara oynayan büyük partilerin içindeki bazı karşıtlıklar, Türkiye'de aynı kökenli partileri ayıran farklılıklardan çok daha derin olabilmekte. Buna kişiler arası husumetler de dahil. Fakat bu durumdan her grubun kendi partisini kurması sonucu doğmuyor.
Tabii Türkiye'deki siyasi yelpazenin aşırı bölünmüşlüğü sorununun önemli bir boyutu siyasi partiler ve seçim yasasına dayanmakta.
Parti içi demokrasi eksikliği bir taraftan, seçmenlerin genel eğilimlerini yansıtamayan bir seçim sistemi diğer taraftan, Türkiye'de demokratik rejimin gelişmesine engel oluşturan siyasi yapı kendini koruyor.
Bu nedenlerle, AB'nin bakış açısında Türk siyaseti henüz olgunluk dönemine girmemiş bir görüntüye sahip. Adeta çocuklar için bir oyun bahçesi görüntüsü hakim. Kaydıraktan her kayan, hemen doğrulup tekrar koşuyor merdivene. Salıncakta bir ileri, bir geri sallanıyor bazıları. Tahterevallide biri iniyor aşağı, diğeri çıkıyor yukarı.
Sık sık mızıkçılık yüzünden hır çıkıyor, çocuklar yıllardır büyümüyor.
DR. BAHADIR KALEAĞASI: "POLITICS IN KINDERGARTEN"
Turkish politics does not seem to have reached its maturity from the EU perspective. It is difficult to understand what is being endeavoured by political parties that represent less than 10-20% of votes.
Recent developments in Turkish politics have led to some concerns on the EU side. First of all, no single political party represents more than 20 % of votes in Turkey. Secondly, political parties themselves lack democracy with respect to their internal structures. The existing election system in the country does not allow the actual preference of the electorate to be represented at the parliament. In addition, almost every single group opts for a political party. Thus, there are numerous political parties in Turkey, the largest representing a maximum of 10-20% of votes.
On the other hand, a delay in Turkey's fulfilling the Copenhagen criteria would not constitute a major problem for the EU. It would be Turkey to face the results of such a delay. Yet, the EU is concerned that Turkey's lack of progress in the candidacy process would result in a "sick man" spreading political and economic instability to the continent.
|
|