|
|
GÜNDEM: HÜSAMETTİN KAVİ
TÜGİAD Fahri Üyesi ve İSO Meclis Başkanı
KÜRESEL REKABET İÇİN
YENİLİK VE AR-GE
Küreselleşme denince ne anlıyoruz? Kısa bir ifadeyle dünya ekonomisinde bütünleşmenin artması ve ekonomik faaliyetlerin uluslararası boyutunun önem kazanması olgusuna küreselleşme diyoruz.
Uygar bir küreselleşme yaşayabilmek için stratejik bir yaklaşım belirlemek ve bu stratejiyi yaşama geçirmek gerekmektedir. Bu strateji, tehditleri iyi yöneterek fırsatlara dönüştürmeye yönelik olmalıdır. Küreselleşmenin getirdiklerini iyi yöneterek rekabette başarı sağlamış ülkelerin özelliklerini incelersek hemen hepsinde ortak şu özellikleri görüyoruz:
- Bu ülkeler yenilikçiliğe ve bilimsel gelişmeye büyük önem vermektedir.
- Bu ülkelerde bilgiye dayalı faaliyetlerin ekonomideki yeri ve işlevi oldukça yoğundur.
- Bilişim teknolojilerinin etkinliği büyüktür ve bu etkinlik artmaya devam etmektedir.
- Ekonomik ve teknolojik faaliyetlerin uluslararasılaşması ve dünya ekonomisi ile bütünleşmesi ileri boyuttadır.
- Büyüme oranı ve verimlilik performansları yüksektir.
- Gelişme, piyasa ekonomisi temelinde makro ve mikro ekonomik düzeyde etkin bir yönetim ortamında esnek ve planlı bir şekilde gerçekleşmektedir.
- İşlev ve görevleri net olarak tanımlanmış kurumlardan oluşan bir kurumsal altyapı ortaya çıkmakta ve işlemektedir.
Küresel rekabetin gelecekte alacağı şekli anlamak için yalnızca bugüne değil, gelecekte olabileceklere de bakmak gerekir.
Dünyada önümüzdeki 20-25 yıllık dönemde neler bekleniyor?
- Bilimsel ve teknolojik gelişme, üretimde ve bir ölçüde ekonomik ilişkilerde bugün hayal gücümüzü zorlayan sonuçlar doğuracaktır. Bilimin üretimde doğrudan etkisi artacak ve bunun olağanüstü etkileri olacaktır. Bioteknoloji ve genetikte, tarımdan insana kadar uzanan çok kapsamlı yeni dönüşüm imkanları doğacaktır. Nanoteknolojinin sağlayacağı atom ölçeğindeki üretim kapasitesi ile üretim ve yaratıcılık yeni bir boyuta sıçrayacaktır. Bu açıdan etkin olan ülke ve firmalarla olmayanlar arasındaki fark belirleyici olacaktır. Diğer taraftan fırsat eşitliği belirli düzeyde de olsa tutturulamazsa ciddi istikrarsızlıklar ortaya çıkabilecektir.
- Önümüzdeki 5 yıl içinde Çin, Hindistan, Malezya ve Singapur gibi ülkeler üretimde çok büyük bir rekabet gücü elde edecektir. 10 yıllık süre içinde ise Çin ve Hindistan dahil bir dizi ülke belirli teknoloji alanlarında önemli güç odakları olabilecektir.
Standartlar ve finans dahil olmak üzere pek çok alanda bir "kurallar altyapısı" yerleşecektir. Şirket yapılarında, hiyerarşileri ve faaliyetleri itibariyle fikri mülkiyet eksenine dayalı dönüşümler olacak, fikri mülkiyet ağırlıklı küçük şirketlerin önemi artacaktır
Bu noktada Türkiye ne yapmalıdır?
Türkiye için çıkış yolu yüksek katma değerli ve kaliteli mal ve hizmet üretiminde, dolayısıyla, yenilikçiliktedir.
Günümüz koşullarında düşük katma değerli geleneksel sektörlerde rekabet gücü sağlayan önemli faktörler ölçek ekonomileri ve kurumsallaşmadır. Ölçek ekonomilerini yakalamanın yolu ise şirket birleşmelerinden geçmektedir.
Mevcut mal ve hizmet üretimlerinde kalite arttırıcı, maliyet düşürücü teknolojiler uygulamaya konmalı; yeni iş olanakları yaratacak katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimleri için yatırımlar yapılmalıdır.
Ar-ge ve yeniliğin önemi nereden kaynaklanmaktadır? Arge yapmamanın maliyeti nedir?
Ar-ge yapmamanın maliyeti, değerli bir sanayicimizin ifadesiyle, şirket değerinin %51'idir.
Yenilikçilik kapasitesindeki yetersizlikler uluslararası ortaklıkları da olumsuz etkileyebilecektir. Ortaklık, ancak, taraflar birbirine yakın özellikler taşıyorsa, her iki taraf için de yararlı bir "alış-veriş" olabilir. Bu da her iki tarafın özümseme kapasitesinin (absorptive capacity) yüksek olması anlamına gelmektedir ki bir işletmenin özümseme kapasitesini arttıran en önemli etkinlik ar-ge faaliyetleridir.
Dünyadaki gelişmeleri izlemek ve dünya pazarlarında boşluk bulunan alanları belirlemek - yani teknoloji istihbaratı- geriye doğru mühendislik (reverse engineering) ile ürün ve proses geliştirmeye kadar rekabet gücünün artırılması ile ilgili bir dizi alanda yeni imkanlar doğuracaktır.
Teknolojimizde büyük ölçüde dışa bağımlı olduğumuz acı bir gerçektir. Sanayimizin daima en yeni teknolojileri ithal ederek, o teknolojileri geliştirenlerle rekabet etmeye çalışması ümitsiz bir mücadeledir. İthal edilen ve "en ileri" olarak nitelenen bir teknoloji, üzerine "bilgi katma değeri" ilave edilemediği için bir süre sonra rekabet gücünün eksikliği olarak ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle Türkiye, başka ülkelerin teknolojik gelişmelerini finanse etmekte, bunun karşılığında parasıyla -ve çoğu zaman dış borç ile- rekabet yetmezliği ve onun türevlerini ithal etmektedir.
Elbette, yenilikçilik; uzun, riskli ve maliyetli bir süreçtir. Başarısızlık olasılığı yüksektir. Ancak başarı sonucunda ulaşılacak nokta vaatlerle doludur.
Ülkemizde hangi teknolojilere yatırım yapılacağı, paydaşların bir araya geleceği platformlarda tartışılmalıdır. Zaten kıt olan kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanabilmenin yolu, paydaşların bir araya geleceği ağ yapılanmalarından geçmektedir. TÜBİTAK koordinasyonunda yürütülmekte olan Türkiye Vizyon 2023 Projesi böylesi bir platformun hayata geçirilmesi için iyi bir fırsattır. Proje boyunca elde edilen deneyimler ve kurulan ilişkilerin sürdürülmesi başarının kalıcılığı açısından önemlidir.
Ülkenin bilim ve teknoloji politikaları, paydaşların tümünün temsil edildiği, kararların ulusal uzgörüye dayalı olarak ve uzlaşılarak alındığı bir ortamda belirlenmelidir. Uygulanması ise bir devlet politikası niteliğinde olmalı ve anlık siyasi etkileşimlerden uzak tutulmalıdır.
Bir başka deyişle, Türkiye'de kurumları ve mekanizmaları iyi işleyen bir ulusal yenilik sistemine ihtiyaç vardır.
Bu durumda ülkemiz ne yapmalıdır:
- Bilim ve teknoloji yüksek kurulu daha etkin hale gelmeli, yılda bir toplanmaktan çıkıp, daha sık toplanmalı, stratejik hedefler belirlemeli ve bu kararları belli aralarla izlemelidir.
- Orta-uzun vadede yönelinmesi gereken teknolojileri belirleyecek katılımcılık ve çok taraflılık esaslı bir platform oluşturulmalı ve ilgili tüm politikalar bu platformda şekillenmelidir. Türkiye Vizyon 2023 Projesinin bu ihtiyacı karşılaması ümit edilmektedir. Üniversiteler bu platformun vazgeçilemez bir parçasıdır. YÖK bu süreçte etkin olarak yer almalıdır.
- Piyasa ekonomisinin etkin işleyişi için çerçeve koşullar oluşturulmalıdır. Kaynak dağılımında, kritik fiziksel altyapılar yanında eğitim yatırımlarına öncelik verilmelidir.
- İnsan kaynağı faktörü yenilikçilik için kritik başarı faktörüdür. Dünya küreselleşirken yenilik sistemlerinin "ulusal" kalmasının ana nedeni, diğer alanlardaki bütünleşme eğilimlerine rağmen eğitim sistemlerinin ulusal niteliklerini korumakta olmasıdır. Ulusal yenilik sistemi ve teknolojik hedef ve önceliklerle uyumlu eğitim ve istihdam politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması, yetenekli işgücü yetiştirmeye yönelik mesleki ve teknik eğitim programlarının tasarlanması gibi konular Türkiye'nin gündeminde olmakla birlikte gelişmeler tatmin edici olmaktan uzaktır. Araştırmacı personel sayısı, üniversitelerin üretkenliği, şirketlerde istihdam edilen ar-ge personeli Türkiye'yi ulaşmak istediği yere götüremeyecek kadar düşük düzeydedir. Temel eğitimi Türkiye'de alan ve faaliyetlerini yurt dışında sürdürmekte olan bilim insanlarımızı buna iten en önemli sebep, ülkemizde ortam ve fırsatların istenilen düzeyde olmamasıdır. İlköğretimden üniversite eğitimi ve örgün eğitime kadar tüm eğitim sisteminin bir bütün olarak ele alınması ve yenilikçilik için gerekli yetenekler ve kapasite perspektifinden sorgulanması gerekmektedir. Yetişmiş bilim insanlarının sayısını artırabilmek için eğitim sistemimizin çocuklarımızın ve gençlerimizin merak duygusunu geliştirici, araştırmaya yönlendirici şekilde gözden geçirilmesi en önemli şarttır. 1990'lardan itibaren yönetici yetiştirmeye kayan mühendislik eğitimi teknik adam yetiştirmeye yönelecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. İrlanda bugünkü konumuna eğitime ayırdığı ciddi kaynağın meyvelerini toplayarak gelmiştir.
- Savunma Sanayi yapısı itibariyle ulusal teknolojiye dayalı ve de gizliliğin öneminin yüksek olduğu bir sanayi dalıdır. Savunma sanayiinde teknoloji denildiğinde, yeni teknolojilerin ve ürünlerin geliştirilmesini sağlayan tasarım ve üretim teknolojilerinin tümü ile ar-ge çalışmaları anlaşılmalıdır. Lisans yoluyla yapılan teknoloji transferleri, kuruluşların ar-ge birimleri tarafından özümsenerek yeni teknolojilerin üretilmesine, yeni tasarımların yapılmasına olanak vermiyor ise, satın alınan teknolojinin rekabet üstünlüğü sağladığından söz edilemez. Savunma sanayisinde olan teknolojik gelişmeler ona altyapıyı teşkil eden sivil sanayii de etkileyecek ve onu da geliştirecek, bunun yanında teknolojisi güçlü bir sivil sanayinin olduğu ülke de savunma sanayii de güçlenecektir. Bu iki yönlü ve asla gözden kaçırılmaması gereken bir iletişimdir.
- Coğrafi ve demografik unsurlara göre bölgesel rekabetçi üstünlükler haritası oluşturmalı.
- Eğitim ve sanayi stratejisi ilişkileri kurulmalı ve etkin hale getirilmelidir.
Şirket-üniversite-kamu işbirliği ağlar çerçevesinde geliştirilmelidir. İso-Üsib net benzeri ağlar yaygınlaşmalıdır.
- Toplumda bilim, teknoloji ve araştırmaya yönelmeyi sağlayacak bilinç uyandırılmalıdır. Burada özellikle sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir.
- Politikalar, dünyadaki teknolojik gelişmelerin itici gücü olan Kobi'lerin şartları ve ihtiyaçları göz önünde tutularak oluşturulmalıdır.
- Ar-ge destekleri etkin ve uygulanabilir hale gelmelidir.
- Ulusal bütçeye ar-ge için özel bölüm konulmalıdır.
- Risk sermayesi yatırım ortaklıklarının yaygınlaştırılması,
- Teknoloji bölgeleri uygulama yönetmeliği bir an önce yürürlüğe girmelidir.
- Avrupa Birliği 6. Çerçeve programından maksimum faydanın sağlanabilmesi için gerekli çalışmalar bir an önce başlamalıdır.
Önümüzde yapılması gereken çok şey, elimizde ise kısıtlı zaman vardır. Hepimizin çok çalışması gerekmektedir.
Küresel alanda rekabet edebilmek için bir çok çözüm üretmek mümkündür. Bu çözümler ülkemizin ihtiyaçlarına uygun, fırsatların değerlendirilmesi ve tehditlere karşı önlemlerin alınmasına yönelik olmalı ve ilgili tüm tarafların katılımıyla oluşturulmalıdır.
Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, Thomas FRIEDMAN'ın "küreselleşmenin geleceği" adlı kitabında çok net bir şekilde ortaya konmaktadır. FRIEDMAN, küreselleşmeyi açıklarken Lexus ve zeytin ağacı metaforlarını kullanmaktadır. Japonlar'ın Amerikan lüks otomobil piyasasına hakim olabilmelerini sağlayan Lexus marka otomobiller hayatı idame ettirme, gelişme, refaha kavuşma ve modernleşmeyi simgelerken zeytin ağacı da gelişmenin üstüne oturduğu sosyo-kültürel köklere işaret etmektedir.
FRIEDMAN, Lexus ve zeytin ağacı sembolleriyle bir başka önemli gerçeğe işaret ediyor:
"Bugün ekonomik olarak refaha kavuşmak isteyen her toplum, hiç durmadan daha yeni bir Lexus yaratmanın ve onu küresel pazara sürmenin yollarını aramak zorunda. Ama kimse, bu küresel ekonomiye katılmanın bir ülkeyi sağlıklı kılmak için yeterli olduğu hayaline kapılmamalı. Eğer bu katılım o ülkenin kimliği pahasına gerçekleşirse, eğer bireyler zeytin ağaçlarının köklerinin bu küreselleşme sistemi tarafından ezildiği ya da yok edildiği duygusuna kapılırlarsa, bu kökler başkaldıracaktır. Ayağa kalkacak ve süreci işlemez hale getireceklerdir.
Bir sistem olarak küreselleşmenin kalıcı olup olmayacağı, kısmen, hepimizin bu dengeyi kurmadaki başarısına bağlı olacak. Lexus'u olmayan bir ülke hiçbir zaman büyüyemeyecek, çok ileriye gidemeyecek. Sağlıklı zeytin ağaçları olmayan bir ülke dünyaya bütünüyle açılmak için kendini hiçbir zaman yeterince sağlam, yeterince güvende hissedemeyecek. Ama bu ikisi arasında bir denge kurmak kesintisiz bir mücadeledir."
Türkiye, yaşadığı tüm ekonomik olumsuzluklara rağmen, genç nüfusu ve yetenekli girişimcileriyle çok kısa sürede dünya rekabet liginin üst sıralarına tırmanma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyelin harekete geçirilmesi ise ele geçen fırsatların akıllıca değerlendirilmesiyle ve zeytin ağaçları canlı tutularak Lexus'lar üretme azminin kaybedilmemesi ile yakından ilişkilidir.
|
|