Dr. BAHADIR KALEAĞASI
AB ve UNICE Nezdinde TÜSİAD ve TİSK Brüksel Temsilcisi
TÜSİAD and TİSK Representative to the EU and UNICE Brussels


AB'nin Gündemi ve Türkiye'nin Alternatifleri

José-Maria AZNAR Avrupa'nın nispeten en rahatı yerinde Başbakanı. İktidardaki ikinci başarılı dönemini tamamladıktan sonra artık aday olmayacağını açıklamış. Kendini ülkesinin ve 2001 yılının ilk yarısında Dönem Başkanı olduğu AB'nin tarihine nasıl geçeceği konusuna odaklamış. Davranışlarına özgüven ve olumlu enerji hakim. Madrid'de, Başbakanlık kurumu ve konutunun yer aldığı Monclau Sarayı'nda Türk Özel Sektör heyetini kabulünde, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda sergilediği tavır son derece destekleyici ve sağduyulu. Başbakan José-Maria AZNAR'ın bu görüşmede özellikle altını çizdiği konu ise, Türkiye açısından stratejik önemde.

AZNAR Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu UNICE ile bir toplantı yaparak, AB zirvesi hakkında istişarede bulundu. Bu toplantıda, Avrupa özel sektör grubu içinde TÜSİAD heyeti ile tekrar karşılaştığında, mesajının doğru algılanmış olduğunu gördü. Zirvede de, Başbakan Ecevİt özellikle Avrupa'nın enerji tedarik stratejileri açısından Hazar bölgesi kapsamındaki projelerin ve Türk-Yunan işbirliğinin üzerinde durdu. Böylece, Barselona'da Türkiye'nin Avrupa'nın ekonomik geleceğini ilgilendiren tartışmalarda yer alması yönünde bir ilerleme kaydedildi.
Aslında Türkiye'nin ekonomik gündem bağlamında, Orta ve Doğu Avrupalı aday ülkelere göre, daha önde, fakat hızla kaybetmekte olduğu bir konumu var. Bunu ekonomiden sorumlu AB Komiseri Pedro Solbes de zirvede yaptığı sunuşta vurguladı.
Akdenizli aday ülkeler olan Kıbrıs, Malta ve Türkiye'nin pek çok açıdan diğer adaylara göre daha iyi işleyen piyasa ekonomileri olduğunu söyledi. Pedro Solbes bununla birlikte, tüm aday ülkelerde özelleştirmenin, enerji, telekomünikasyon ve ulaştırma gibi sektörlerde geri kaldığını, üretkenliğin ve araştırma-geliştirme harcamalarının AB ülkelerinden düşük olduğunu da belirtti.

Ekonomik hedefler
AB'nin ekonomik gündemi oldukça karışık: euronun istikrarı, AB ülkeleri arasında enerji piyasalarının tamamen serbestleşmesi, bilgi toplumuna dayalı ekonomi için altyapı ve eğitim politikaları, mali piyasaların birleştirilmesi, Avrupa sivil hava sahasının genişlemesi, daha fazla istihdam, daha çok araştırma-geliştirme. Bu gündeme Lizbon Stratejisi adını veren iki yıl önceki zirvenin sonuç bildirisi Avrupa Birliği'nin temel vizyonunu olabildiğince yalın bir şekilde özetlemişti: "2010 yılına kadar, AB'nin dünyanın rekabet gücü en yüksek ekonomisi olmasını sağlamak". Fakat son yıllarda hedeflenen %3 büyüme seviyesi tutturulamadı. Bunda 11 Eylül'ün payı belirleyici etken değil üstelik. Özellikle ABD ile kıyaslandığında, bilgi toplumundan sosyal politikalara kadar bir dizi alanda AB'nin köklü atılımları başarması gerekmekte.
Hesap ortada. Eğer AB, ABD'nin son on yıldaki büyüme hızını yakalamış olsaydı, bugün toplam geliri %17 daha fazla olacaktı. Böylece işsizlik başta, bir çok sorunun çözümü kolaylaşacaktı.

AB içi uzlaşmalar
Lizbon'dan Barselona'ya geçen iki yılın bilançosu Avrupa özel sektörünü tatmin etmiyor. Hedefler doğru, uygulama yetersiz ve AB çapında aynı düzeyde değil. Ülkeler arasında farklı görüşler belirmekte. Hükümetlerin değişik yerel siyasi öncelikleri ve daha da önemlisi farklı seçim takvimleri var. AB dönem başkanlığının görevi ise, bunlar arasında uzlaşma zemini yaratmak. Tabii kendi ulusal yaklaşımlarını da ihmal etmeden.
Sonuçta Barselona Zirvesi'nden, bazı önemli kararlar ertelenirken, ileriye dönük somut adımların da atıldığı nispeten iyimser bir tablo çıktı. Örneğin, en zorlu müzakere konusu olan enerji dosyasında, şirketlerin kullanımına dönük elektrik ve havagazı piyasalarının 2004 sonuna kadar serbestleşmesi onaylandı. Bireylerin enerji tüketimi için ise karar yıl sonuna, Fransa ve Almanya'da seçimlerin sonrasına kaldı. Daha önce çekinceleri olan İngiltere ve Hollanda'nın uzlaşmasının sayesinde de, AB uydu projesi Galileo 2005 yılından önce başlatılacak. Ayrıca internet için geniş bant altyapısı, demiryolları ve havayollarında serbestleşme, Avrupa patenti ve Avrupa sağlık sigortası kartı gibi bir çok alanda uygulama takvime bağlandı.

Barselona'da yeni başlangıç
AB Barselona'da geleceğine yönelik önemli bir hamleyi geride bıraktı. Zirve için seçilen kent ise bir rastlantı değil. Avrupa'nın en zengin ve dinamik bölgelerinden birinde. İspanya devleti içinde bir çok alanda özerklik sahibi Katalunya'nın başkenti. Tarihi, kültürel ve mimari mirasının yanı sıra, aynı zamanda bir modernizm ve yeni teknoloji merkezi. Artık Barselona'nın uluslararası kimliğine, AB ekonomisinin küresel liderlik yarışında siyasi yakıt depoladığı kent olma özelliği de dahil oldu. Üstelik bu sefer geleceğin üyelerinin de katılımıyla.
Temel demokratik standartlara yönelik reformlarını tamamlayabilen bir Türkiye, AB'nin ekonomik stratejisine artı değerleriyle katkıda bulunan güçlü bir konumu pekala elde edebilir. Ayrıca dahil olarak yararlanabileceğimiz kapsamlı politikalar var. Tabii bu gelişmeleri şimdiden yakalayabilmek koşuluyla. Bunun da ötesinde, AB Konseyi'nin Barselona zirvesinden, Türkiye'nin Avrupa'daki geleceği açısından bir başarı formülü yansıyor:
Uluslararası rekabet gücüne dayalı bir ekonomik gündem;
Özgüvenli ve sağduyulu bir siyaset;
Ülkelerarası güç dengelerinde uzlaşma noktalarını iyi hesaplayan bir AB politikası.

Alternatif tartışması
Avrupa Birliği'ne dahil olmak için yıllardır içinde bulunduğumuz sürecin doğası gereği, ister istemez bu hedef sık sık sorgulanıyor. Uluslararası ilişkilerde "yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır" demeyi gerektirecek bir kutuplaşma ortamı artık yok. Bununla birlikte, AB üyeliğinin gerektirdiği değişimlerin sancısı artıkça, karşı sesler yükseliyor, alternatif arayışları başlıyor.
Aslında buna benzer tartışmalar ve tepkiler AB adaylığı sürecinden geçen her aday ülkede yaşandı ve yaşanmakta. AB Türkiye'ye kapıyı açıyor, diğer aday ülkelerle aynı koşullara tabi tutuyor. Fakat onlara yaptığı gibi, bizi isteklice arkadan itmemesine haklı olarak tepki gösteriyoruz.
Bu İngiltere'nin başına gelenlerin yanında nispeten daha idare edilebilinir bir durum. Yeterince Avrupalı olmadığı gerekçesi ile üyeliğinin Fransa tarafından iki defa veto edilmesi, hala sızlayan yaralar bıraktı geride.
İspanya da, uzadıkça uzayan adaylık döneminde ilk başlarda isyan etti, kendisine karşı alındığını düşündüğü haksız tavırlara. İsveç, Avusturya ve Finlandiya ise, AB'nin kendilerini tam üyelik yerine Avrupa Ekonomik Alanı anlaşması ile uyutmaya çalıştığını düşünerek, kapıları zorladılar ve tam üye oldular. Şimdiki adaylar da, dişlerini sıkmakla meşguller, Brüksel'in bitmek tükenmek bilmeyen talepleri karşısında.
Sonunda, tüm ülkeler biliyor ki, herşeye rağmen bir kere tam üye olunca güç dengesi değişiyor. Diğer ülkelerle aynı yetkilerle donatılmış olarak oturunca AB'nin karar alma masalarına, Avrupa Parlamentosuna ve bürokrasisine; artık ulusal çıkarlarını sonuna kadar koruyacağın, yanlış gördüğün politikaları düzeltebileceğin etkili bir role kavuşuyorsun. Dünyanın en büyük ekonomik birliğinin karar alma mekanizmalarında, kurumsal olarak bir İngiltere, Almanya, Fransa kadar yetkili oluyorsun. AB ülkeleri bunun farkında oldukları için adaylardan üyelik koşullarına tavizsiz uyum talep ediyorlar ve aynı bilinç içinde adaylar, içeri girene kadar sabrediyor ve gerekeni yapıyorlar. Tabii ki, Türkiye'nin AB adaylığında işi kolay değil. AB standartlarında bir demokrasinin gerekli kıldığı reformlar ile, vahşi terör yıllarının toplumda yarattığı kollektif güvenlik içgüdülerini bağdaştırmak aşamalı bir süreç. Bunun da ötesinde, toplumlarda dışa açılma ve özgürlüklerin genişlemesi yönündeki değişimler, bundan siyasi, ekonomik, sosyal veya mesleki açıdan zarar göreceğini düşünen kesimlerin muhalafetine yol açıyor ister istemez.

AB seçeneği
Her ülkenin önünde, her zaman bir çok seçenek vardır. Önemli olan, AB üyeliği gibi tarihsel açıdan devrim niteliğindeki bir süreci soğukanlılıkla, ülkemizin, halkımızın ve çocuklarımızın somut çıkarları, refahı, güvenliği ve bunlardan bağımsız olmayan onuru çerçevesinde, her boyutuyla incelemek ve tartışmak. AB'nin, Türkiye'yi her açıdan çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkaracak bir seçenek olduğuna işaret eden görüşler bu açıdan çok önemli:
Küresel düzende, AB dışında Türkiye'nin dahil olabileceği bir ekonomik kalkınma alanı maalesef yok. AB Türkiye'nin bir numaralı ticaret, yatırım, teknoloji ve turist kaynağı.
Bölge ülkelerin pazar derinliği ve mali gücü çok zayıf ve zaten hepsinin en önemli ekonomik partneri AB. Türkiye'ye bakış açılarını ise, AB'ye açılan bir pencere olma niteliğimiz belirliyor. AB ile sorunlu bir Türkiye'nin değeri, Balkanlardan Orta Asya'ya üçüncü ülkelerin gözünde azalıyor.
ABD için Türkiye önemli bir siyasi müttefik ve bölgesinde istikrar kaynağı. Bu nedenle Washington'nun bakış açısında Türkiye AB'ye üye olmalı. Zaten, ABD ile AB aralarındaki ticari sorunlara rağmen, birbirlerinin en önemli ekonomik ve siyasi ortağı olarak uzun vadede bir Transatlantik ekonomik alan oluşturma yönününde ilerliyorlar. ABD, Rusya, Türki cumhuriyetler ve diğer üçüncü ülkelerle Türkiye'nin daha ayrıcalıklı ilişkiler geliştirmesi, her koşulda son derece gerekli. Böylece Türkiye'nin Avrupa'daki konumu güçlenir. Tüm AB ülkelerinin bu yönde bir politikası var. Örneğin İngiltere ve Fransa eski sömürgeleri, İspanya Latin Amerika ve Almanya Orta Avrupa ile öncelikli ilişkiler içinde. Gerçekçi olarak değerlendirildiğinde, ekonomik ve siyasal açıdan bütünleşen bir Avrupa'nın dışında kalmak, AB ile olan mevcut sorunlarımıza bir çözüm getirmeyeceği gibi, fiilen Türkiye'yi Avrupa'nın arka bahçesi konumuna sürükler. Ülkemizin kaderine sahip çıkmak için, AB üyesi olarak karar alma mekanizmalarında yer almamız gerekiyor. Buna karşın, ABD ile ne kadar yakın ilişki içinde olursak olalım, sonuçta fiilen bizim dışımızdaki kararlarına tabi olmak zorunda kalabileceğimiz bir süper güçtür sözkonusu olan.
AB üyeliği, ulusal güvenlik açısından demokrasinin cumhuriyetin, laikliğin ve toprak bütünlüğünün güvencesi. Kopenhag kıstaslarına uyan bir Türkiye, AB'den önce kendi insanlarına layık bir ülke olacak.
AB üyeliği yolumuzu açan ortak üyelik başvurusunda ülkenin ilk demokratik değişimle iktidara gelen başbakanı Adnan Menderes'in, sonucunda aktedilen anlaşmada Cumhuriyetin kurucu kahramanlarından İsmet İnönü'nün imzası var. Avrupa rotası bir Cumhuriyet ülküsüdür.
AB içinde Türkiye'nin üyelik sürecini frenlemek isteyen kesimler hep olacak ve zaman zaman baskın çıkacaklar. Ulusal çıkarlarımız doğrultusunda hareket etmek, Türkiye karşıtlarının bizim içine düşeceğimizi umdukları tuzaklara düşmemek ve yılmamak 21. yüzyılın önümüze koyduğu ilk önemli sınav ve aynı zamanda fırsattır.


Dr. BAHADIR KALEAĞASI: "EU'S AGENDA AND TURKEY'S ALTERNATIVE"

TThe economic agenda of the EU involves many themes such as the stability of Euro, liberalization of energy markets, infrastructural and educational efforts for the information society, consolidating the financial markets, expansion of the European civil airspace, more employment and more R&D. All of these areas serve the generic EU objective of being the world's most competitive economy until 2010. However, the EU faces challenges in fulfilling this and other objectives for it is difficult to have all members meet on a common denominator on all issues. Meanwhile, on the Turkish front, certain communities try to come up with alternatives to the EU for Turkey. However, there are many obvious reasons as to why EU is the best solution for us. Among these reasons are: The EU is the number one source of trade, investment, technology and tourist for Turkey. Turkey would lose prestige in the eyes of the Balkan and Central Asian countries if she had persistent problems with the EU. Our membership is also supported by the US. EU membership has always been an important target for our country since the early years of the Republic. And finally, taking a u-turn on the road to membership would make Turkey the backyard of Europe.
# # # # # # # #