|
|
CENGİZ AKTAR
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve TESEV Direktörü "Member of Faculty at Galatasaray University and Director of TESEV
Avrupa Konvansiyonu'na Katkımız Ne Olabilir?
Biliyoruz ki Türkiye'nin müstakbel AB üyeliği özellikle AB kamuoylarında tereddütle karşılanmaktadır. Bu tereddütler AB kamuoylarının genişlemeyle ilgili genel gönülsüzlükleriyle ne nitelik ne de nicelik olarak, maalesef eşdeğerde değildir. Türkiye imgesi AB kamuoylarında genişleme sürecinin ötesinde negatif yüklü bir imgedir. Her ne kadar Konvansiyon'un özü, genişlemeden ziyade genişlemiş Avrupa'nın mühendisliğini ele alacak olsa da, Konvansiyon'a katılımın ve çalışmalar sırasındaki yaklaşımların bu gerçek ışığında değerlendirilmesinde fayda vardır. Zira "Birlikte neyi nasıl yapmak istiyoruz?" sorusuna cevap arayacak olan Anayasa tartışmaları ve Konvansiyon'un irdeleyeceği teknik konuların çoğunda, boyutları, yeri ve kimliğiyle Türkiye'nin "gölgesi" eksik olmayacaktır.
Konvansiyon'un umumî görünüşüne bakılacak olursa, Üye Devletler, 2000 yılındaki Temel Haklar Şartını kaleme almış olan ilk Konvansiyon sayesinde deneyim sahibidirler. Nitekim bazıları bu Konvansiyon'a da ulusal meclislerinden aynı vekilleri yollama kararı almışlardır. Bizzat katılacak Hükûmet temsilcileri en üst düzeyde, AB kurumlarından katılım keza, en üst düzeydedir. Aday ülkeler temsilcileri kimi 1998'den diğerleri de 2000'den bu yana AB ile katılım müzakereleri yürüttüklerinden Türkiye'ye nisbeten bir hayli deneyim sahibidirler.
Konvansiyon'un başkanı, eski Fransa Cumhurbaşkanı Giscard D'ESTAING, bildiğimiz gibi Türkiye'nin adaylığına sıcak bakmayan bir şahsiyettir. Ancak aynı zamanda da AB'nin genişleme, derinleşme ve umumî olarak güçlenmesi ve giderek bir dünya gücü olması konusunda hiçbir tereddüdü olmayan bir politikacı ve devlet adamıdır. Diğer bir deyişle, Batı Avrupalı AB karşıtı politikacıların Türkiye'ye sıcak bakmamasıyla Giscard d'Estaing'nin Türkiye'ye olan tavrı aynı değildir. Nitekim, Fransa'da yayımlanan Géopolitique dergisinin Kasım 1999 sayısındaki kapsamlı ve bildiğimiz kadarıyla tek Türkiye söyleşisinde Giscard D'ESTAING, Türkiye'nin adaylığına olan belli başlı itiraz nedenini, "Avrupa değerleriyle bağdaşamaz farklılıkta olan Türkiye'nin adaylığının, zorluğu dolayısıyla AB'nin ilerlemesine sekte vuracağı" olarak açıklıyordu. Bunun böyle olmadığını, bilakis Türkiye'nin, sui generis bir Avrupa Anayasası isteminde ifadesini bulacak olan ahlakî ve hukukî ilkeler silsilesinin (ya da Kopenhag Siyasi Kriteri'nin) evrenselliğini savunarak Avrupa'yı yaratacak olan iradenin farklı ve yapıcı bir parçası olduğunu ve "doğuda" olup, Avrupalı olunabileceğini kanıtlamak Türk katılımcıların asıl işlevi olmalıdır. Bu çerçevede Türkiye'nin Konvansiyon'a etkin katılımı, üreteceği çareler, getireceği teklifler, yapacağı girişimler, Laeken Zirvesine dek Konvansiyon'a katılımı tereddüt konusu edilmiş olan bir ülke olarak, hayatî önemi haizdirler. Ancak Türkiye'nin yapacağı katkıların ciddi ve inandırıcı olması için gerçekçi ve pragmatik olmak ve konuları doğru belirlemek gerekiyor. Bu amaçla üzerilerinde uzmanlığımız ve görüşlerimiz olan ve ülkenin yapısını yakından ilgilendiren belli konularda yoğunlaşmak daha doğru olacaktır.
Örnek vermek gerekirse Konvansiyon'un belli başlı konularından biri, 21. yüzyıl Avrupa'sında yasama ve yürütme erklerinin hangi kurumların tasarrufunda olacağı, nasıl paylaşılacağı ve hangi atanmış veya seçilmiş sorumlular arasında paylaşılacağıdır. Bu devasa sorunsalla alakalı görüşler Maastricht'ten bu yana on yıldır dile getirilmektedir (en geliştirilmiş öneriler tabloda verilmiştir). Ancak sorunsalın özü, federalleşmek ya da ulusdevletler çerçevesinde kalmak değil federalleşmenin dozudur.
Türkiye'nin bu konuda, kendi geleceğini de ilgilendirdiğinden, söyleyecekleri var olmalıdır. Üstelik Avrupa Konvansiyonu'nda ele alınacak konuların içerikleri Türkiye'deki AB odaklı tartışmalara yeni bir ışık tutacak nitelikte olacaktır. Konvansiyon süresince bu konular etrafında yapılacak fikir alışverişleri ve çözüm önerileri kamuoyuna medya vasıtasıyla aksettirilmeli ve böylece buradaki tartışmaya taze kan taşınmalıdır. Zira Avrupa Konvansiyonu'nda ele alınacak konular Türkiye'de yavaş yavaş gündeme gelen ulusal egemenlik, egemenlik devri ve egemenlik paylaşımı tartışmasıyla doğrudan alakalı olacaktır.
Bu veriler ışığında Konvansiyon'a Türkiye'nin gerçekçi bir yaklaşımla yapacağı katkılar şu üç konu ve şu sorular etrafında yoğunlaşabilir. Konvansiyon'un dinleme, sentez ve çözüm geliştirme aşamaları elbette aşağıdaki sorular gibi onlarcasını ortaya çıkaracaksa da bu üç konu etrafında, öz açısından böylesi sorulara cevap aranacaktır.
1."Yetki alanlarının paylaşımı ve tarifi" konusunda: Üye Devletlerin ve Birlik'in birbirleriyle kesişmeyecek olan özgün yetkileri ile paylaşacakları yetkiler; Bu yetkilerin yeniden dağılımı söz konusu olduğunda uygulanacak kıstaslar; İcraatın etkinlik ve şeffaflığının garantisi, belli yetkileri Üye Devletlerin, federal kurumların veya yerel yönetimlerin kullanmasından ve belli yetkilerin ortaklaşa kullanılmasından geçiyor ise yetki dağılımı nasıl gerçekleştirilecektir?
2."AB kurumları ve ulusal kurumlararası işbirliği" konusunda: Komisyon'un otorite ve etkinliği nasıl güçlendirilebilir?; Avrupa Parlamentosu'nun yetkileri genişletilmeli midir? Konsey'in rolü ne olmalıdır? Avrupa Parlamentosu seçimleri ulusal seçim bölgeleri mi yoksa "Avrupa seçim bölgeleri" temelinde mi yapılmalıdır? Ulusal Parlamentolar güçlendirilmiş ve yeni yetkilerle donatılmış AB kurumlarında temsil edilmeli midirler ya da nasıl temsil edilmelidirler?
3."Avrupa Anayasası" konusunda: Anayasa'nın belkemiğini AB Temel Haklar Belgesi mi yoksa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi mi teşkil etmelidir?
Türkiye, tarihinde ilk kez bir AB kurumunda söz sahibi oluyor ve Konvansiyon aday Türkiye'ye, Avrupa'ya yapacağı farklı ve ciddî katkılarla kendini kanıtlama fırsatı veriyor.
Bu fırsatın bilincinde olmak ve sorumluluk anlayışıyla bunu çok iyi değerlendirilmek gerekiyor.
CENGİZ AKTAR: "HOW CAN WE CONTRIBUTE TO THE EUROPEAN CONVENTION?"
As a candidate member to the EU, Turkey bears a negative image in the minds of many EU member countries. Yet, we already know that the President of the European Convention Giscard d'Estaing does not favor Turkey's full membership to the EU. Therefore, the current Convention stands as a historic opportunity for Turkey to express herself and to contribute to the discussions. Meanwhile, Turkey should take this opportunity to prove the fact that it is possible to be in the east and be a European at the same time. However, Turkey's contributions to the Convention should be serious, credible, realistic and pragmatic, and should reflect those areas where we have an expertise and have something to say. The following three items constitute an example of those areas where we can contribute:
Sharing and defining of powers: What are the powers that the member countries should have exclusively and those that they would share with one another?
Cooperation between the EU institutions and national institutions: What should be the relation between the Commission, the European Parliament, the Council and national institutions?
The European Constitution: Should the EU Charter of Fundamental Rights or the European Convention on Human Rights constitute the basis for the constitution?
|
|