|
|
C. TANIL KÜÇÜK
İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Chairman of Board of Directors of Istanbul Chamber of Industry
Enflasyonsuz Ortamda Büyümeyi Başarabilmeliyiz
Türkiye'deki son dönem tartışmalarda bir kesim, enflasyonla mücadele ve fiyat istikrarını öne çıkararak, bu koşul sağlandıktan sonra ekonominin zaten büyüyeceğini savunuyor. Diğer yandan, bedeli enflasyon artışı olsa da büyümeye öncelik tanıyan tedbirler alınmasını öneren sesler yükseliyor. Bu talebin altında da, enflasyonla mücadele sonuçlanana kadar geçen sürede ekonomi büyümez ve durgunluk aşılamaz ise ne olur yönünde kaygılar yatıyor.
Enflasyonla mücadelenin kolay bir süreç olmadığı kuşkusuzdur. Enflasyonla mücadele, yalnızca ekonomik alanda değil, değer yargıları, alışkanlıklar ve zihniyet düzeyinde de değişiklik gerektiren zor, karmaşık ve sıkıntılı bir mücadeledir. Türkiye'nin enflasyonla mücadele girişimleri de maalesef kolay olmamış ve son defasında krizle noktalanmıştır.
Ancak, Türkiye enflasyonla mücadeleye devam etmek ve enflasyon bataklığını kurutmak zorundadır. Enflasyon bataklığı kurumadan sağlam zeminde iş yapma şansımız olmayacaktır. Enflasyon düşmeden yatırım ve üretim kabiliyetimizi geri kazanmamız ve sürdürülebilir, sağlıklı bir büyümeyi yakalamamız mümkün değildir.
Bugün Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tercih, enflasyonla mücadele ve büyüme arasında değil, aslında yapay ve hastalıklı büyüme ile sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme arasında bir tercihtir.
1990-2001 yılları arasında son derece istikrarsız bir dönem yaşayan Türkiye ekonomisi, bazı yıllar oldukça dikkate değer büyüme oranları gerçekleştirirken bu büyümelerin akabinde olağanüstü küçülmelere maruz kalmıştır.
Bu yıllarda Türkiye büyümesine büyümüştür ama enflasyonla büyümüştür. Borçla ve enflasyonla finanse edilen büyüme dönemlerini olağanüstü küçülmeler takip etmiş, bu sağlıksız ve kesintili büyümelerin bedelini bir süre sonra, tüm toplum ödemiştir. Ekonomi büyüdüğü yıllarda enflasyon yayı, daha önceki yıllara göre büyük bir sıçrama göstermemiş, ancak baskı altında sıkışan yay, iş kontrolden çıkınca fırlayıp gitmiş ve büyümeleri takip eden küçülme dönemlerinde, enflasyon rekor seviyelere ulaşmıştır. 1990-2001 dönemi, cumhuriyet tarihinde görülmedik boyutta bir iç ve dış borçlanma ile birlikte %70'in üzerinde bir ortalama fiyat artışı getirmiş ve büyük bir istikrarsızlığa yol açmıştır. Sonuçları itibariyle, bu dönemde uygulanan politikalarda bir yanlışlık olduğu açık ve seçik ortadadır.
Türkiye, periyodları giderek sıklaşan bu yapay büyüme, kriz ve küçülme çemberini kırmak, büyümeyi sağlıklı ve sürdürülebilir kılmak zorundadır. Hiç birimizin borçla büyüyerek Türkiye'nin geleceğinin daha fazla ipotek altına sokulması karşısında susmaya hakkı yoktur. Türkiye'nin tek seçeneği üreterek büyümektir.
Bu amacın gerçekleşmesinde sadece siyasetçi ve bürokratlara değil, toplumun tüm kesimlerine görev düşmektedir. Başarı tüm toplumsal tarafların katılımı, desteği ve özverisi ile gelecektir. Her ne kadar reform sürecinin merkezinde yer alsa da, Türkiye'de yalnızca, kamunun yeniden yapılanma ve reform ihtiyacı içinde olduğunu düşünmek gerçekçi bir gözlem olmayacaktır.
Enflasyonu düşürmek, sürdürülebilir ve sağlıklı büyümeyi yakalamak için, kamuyla birlikte finans sektörü ve reel sektörün de kendilerini gözden geçirmesi gerekmektedir.
Yeniden yapılanmanın en önemli aşaması olarak , öncelikle, devlet, büyük ve hantal yapısından çıkarak, daha az kaynak tüketip, daha etkin ve verimli hizmet üreten çağdaş bir işleyişe kavuşmak zorundadır. Bu çerçevede, kamu yönetiminde şeffaflık sağlanmalı, iyi yönetişim, hesap verme, hesap sorma ve denetleme fonksiyonları yaygın ve işler hale getirilerek kamuya ait kaynakların daha akılcı ve verimli kullanılması sağlanmalıdır.
Bu süreç, ekonomiyi siyasi etkilerden arındıracak ve ekonomik ve siyasi popülizmi sona erdirecek şekilde tasarlanmalıdır. Kamunun yeniden yapılanması, ekonominin gerçek aktörleri olan mali sektör ve reel sektör üzerindeki baskıyı azaltarak, rekabet gücümüze olumlu bir etki yapacaktır. Ayrıca, bu gelişme, Türkiye'nin küreselleşmenin nimetlerinden daha çok faydalanmasına da imkan tanıyacaktır.
Zira, küreselleşmenin imkanlarından yararlanma becerisi, ülkelerin demokrasi düzeylerine ve denetim sistemlerinin kalitesine bağlı hale gelmiştir.
Türkiye ekonomisinin gidişatını etkileyecek bir diğer yeniden yapılanma alanı da mali sektördür. Türkiye'deki ekonomik kriz kendini öncelikle mali sektörde hissettirdiği için çözüm süreci de mali sektör üzerine yoğunlaşmış ve krizi takip eden bir yıl mali sektörün rehabilitasyonu beklentisi ile geçirilmiştir.
Ne yazık ki mevcut durumda, bu sürenin verimli değerlendirildiğini söylemek mümkün değildir. Kaybedilen her günün aleyhimize işlediği bu kritik dönemde, bankacılık sektörü, yeterince samimi davranmazken, ekonomi yönetimi ve BDDK da çözüm sürecini hızlandıracak iradeyi göstermemektedir. Bu durum bize, bankacılık sektöründe başarılı bir yeniden yapılanma için, yasal düzenlemelerin yanında mali sektörün de kendi iç değerlendirmesini yaparak yeni bir anlayışı benimsemesi gerektiğini göstermektedir. Türkiye'nin gerçek anlamda bankacılık yapacak ve küresel rekabet koşullarında ayakta kalabilecek bankalara ihtiyacı vardır.
Kamu kesiminin üzerine düşen reformları gerçekleştirmesi ve mali sektörün yeniden yapılanması dolaylı olarak reel sektörün rekabet gücünü artıracaktır. Ancak rekabet gücünü artıracak atılımları gerçekleştirmek esas olarak reel sektörün sorumluluğudur ve Türkiye burada da bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç duymaktadır. Sanayimizin geçirmesi gereken yapısal değişimlerin başında, öncelikle, yalnızca geleneksel sektörlerde geleneksel iş yapma biçimlerimizi devam ettirerek rekabet gücümüzü artıramayacağımız gerçeğinin kabul edilmesi ve sonra da bu gerçeğin gerektirdiği adımların atılması gelmektedir.
Sanayimiz, geleceğe dönük olarak, küresel pazarlarda alıcı bulabilecek rekabet gücüne sahip, yüksek katma değerli mal ve hizmet üretimini hedeflemelidir. Bunun için mal ve hizmet üretimlerinde kalite artırıcı maliyet düşürücü teknolojiler uygulamaya konmalı; yeni iş olanakları yaratacak, katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimleri için yatırımlar yapılmalıdır.
Günümüz koşullarında, düşük katma değerli geleneksel sektörlerde rekabet gücü sağlayan en önemli faktörlerden birisi ise ölçek ekonomisidir.
Bunu yakalamanın önemli bir yolu şirket birleşmelerinden geçmektedir. Ölçek ekonomisini yakalamanın yanı sıra şirketlerin, mevcut aile yapısından çıkarak kurumsal yapılarında yenilenmeye gitmeleri de gerekmektedir.
Yarattıkları tüm problemlere karşın, kriz süreçleri, sistemlerin kendilerini yenileyerek daha sağlıklı bir işleyişe kavuşmalarının hazırlayıcısı da olabilmektedir. Koşulların iyi değerlendirilmesi durumunda, kriz tehdit olmaktan çıkacak ve sistemin restorasyonuna yönelik bir fırsata dönüşebilecektir. Bu aşamada krizin ve krizi ortaya çıkaran koşulların iyi analiz edilmesi ve olası çözüm yöntemlerinin de bu doğrultuda geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu süreçte yeni hatalar yapılmadığı takdirde, şimdiye kadar gerçekleştirilen yeniden yapılanma gayretleri, önümüzdeki dönemde olumlu sonuçlarını göstermeye başlayacaktır. Görmezlikten gelerek idare etmek yerine, gerçeklerle yüzleşerek, sorunlarımızın bilincine varmak, tanımlamak ve üzerinde konuşur hale gelmek bile umutlu olmamız için yeterlidir. Ağır bedeller ödense de Türkiye tüm taraflarıyla kendini yenilemeyi ve krizden daha güçlü çıkmayı başaracaktır.
C. TANIL KÜÇÜK : "WE SHOULD MANAGE TO GROW IN AN INFLATION-FREE ENVIRONMENT"
It is an obvious fact that fighting inflation is by no means an easy enterprise. However, Turkey is obliged to continue this fight and eradicate inflation. Making a choice between inflation-reducing policies and policies of growth (as advocated by some) should be out of question for the real choice for Turkey is in fact between an artificial and diseased growth and a sound and sustainable one. The economic policies implemented especially during the 1990s caused an unprecedented level of internal and foreign borrowing, more than 70% of an average price increase as well as considerable instability esp. during the recent economic dire straits. Therefore, Turkey is need of breaking the cycle of artificial growth, crisis and subsequent contraction and of making growth sound and sustainable. Within this framework, public administration should involve more transparency, good governance, accountability and control mechanisms while more rational use of public resources should be ensured. In the meantime, certain sectors such as banking and the real sector should revise themselves and carry out radical reforms. After all, crises are not only hard times for a nation, but they also bring about opportunities to improve and restore the existing systems.
|
|