HAKAN HANLI - "TEMEL iNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERiNiN 50. YILDÖNÜMÜ" "XX. yy'ın ortalarına doğru yaşanılan sıkıntılı ve yüksek bedeller ödenen (savaşlar, sömürgeler) tecrübelerden sonra, XXI. yy'a doğru global değişim sürecinde, denenmemiş yeni siyasi düsünce ve modellerden ziyade ; 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi ile AGiK sürecinde komünist blokun çökmesinin yolu açılmıs ve ekteki "Haklar Bildirgesi" kabul edilmişitir. Bu gelişim süreci içersinde, 1944 tarihinden itibaren Bretton Woods, San Francisco Konferansları, GATT ve Birleşmis Milletler sözleşmeleriyle, klasik liberalizme doğru yeni bir yöneliş gözlemlenmektedir." Klasik liberalizm, XIX. yy sonlarına doğru itibarını kaybetmeye baslamış olsa da, batı demokrasilerinde "liberal demokrasi" adı altında ve "liberal sanayacilik hareketleri" döneminde yerini almıstır. Bu düşünce yapısı, XXI. yy'da muhafazakar partiler tarafindan önemini korumaya devam etmiştir. Liberal demokrasiyi zamanın imkanları ölçüsünde yaşayabilmiş olan devletler, uyuşmazlıklarını barışçı yöntemlerle çözümleyebilmiş ve devlet egemenliğinin sınırlandırılmasına uyum sağlayabilmişlerdir. Ayrıca, devletler piyasa ekonomisi kurallarına uygun hareket ettikleri sürece, hızlı ekonomik gelişmeyi ve refahı vatandaşlarına yansıtmayı da başarabilmişlerdir. Çok uluslu karaktere sahip olan büyük sermaye ve elindeki gelişmiş teknolojiyi kullanabilme kaabiliyeti, dünya genelinde yeni bir siyasi düzene geçilmesi yönünde mesajlar vermektedir. Bu bağlamda haberleşme, ulaşım ve bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmenin yarattığı ; "global bilgi toplumu - global information society", mevcut siyasi yapılanmayı tehdit etmeye başlamıştır. Elbette ki, global degişim bünyesinde önem kazanan " insan ve doga " temaları, artık yeni bir nükleer savaş ve doğanın tahribine tahammül edemeyecektir !… Insan hak ve özgürlüklerine dayanan liberal demokrasi sisteminde ; piyasa ekonomisi, barış, küreselleşme ve değişimin zorunlu - asgari hedefleri konularında, devletlerin sahip oldukları dinazorlaşmış yapılar zorlanacak ve sonuçta bu değişim sürecine uyum sağlanacaktır… Encyclopedia Americana'da yer verildiği üzere, 1) liberalizm yaşadığımız son 3 yüzyılı içine alan, "modern zamanlar"ın en önemli ve temel siyasi doktrinini oluşturmaktadır. Bu doktrinin öncülüğünü, "Hükümet üzerine iki görüş" isimli eserinde İngiliz John LOCKE ; liberalizmin esasinda, "Insan Haklari doktrini" oldugunu ve tarihin 2)ilk liberalinin ise ; "Şeytan'a uyarak Cennet'teki yasak meyvayı yiyen ve Hz. Adem'i de o yolda tahrik eden Hz. Havva" olduğu ifade edilmektedir. Siyasi doktrinler tarihinin öncüsü kabul edilen G. Mosca, "Genel Kamu Hukuku" adlı eserinde ; "devletin menşei ve hakimiyetinin kaynağını, iki grupta değerlendirmektedir : 1. Kollektivist (devletin totaliter ve otoriter niteliğinin meşruiyeti) ve 2. Ferdiyetçi (devletin gücünü insan hak ve özgürlükleri ile sınırlamayı öngören.) Dinler tarihi açısından olaya bakıldığı zaman ; tek Tanrılı dinlerin (Hz. Ibrahim'den itibaren) kutsal kitaplarında verilen mesajlar :" Tanrı, Hz. İbrahim'e oğlu İsmail yerine kurban edilmek üzere, koç göndermek suretiyle, "insan hayatının kutsallığı ve dokunulmazlığı"'nın " emrini vermiştir. Bu bağlamda, 3) tarihteki ilk insan hakları belgesini de "On Emir" oluşturmaktadır. Peygamberler, Tanrı'nın emirlerini tebliğ ederlerken, devletin siyasi gücünü temsil eden Firavun ve Nemrud'a karşı, insanların hak ve özgürlüklerinin savunuculuğunu yapmışlardır. İslami sistem içerisinde gelişen, "Tasavvuf ve Vahdet-i Vücut" felsefesi, insanı en çok yücelten, eşsiz bir ferdiyetçilik ifadesini yansıtmaktadır. J. Locke'un teorisini dayandırdığı "tabii hukuk", bu emirlerin ifadesinden farklı değildir, sadece bu hususu, modern zamanların en önemli siyasi doktrini haline getirmiştir. Liberalizm, bu bağlamda, öncelikle Anglo-Sakson daha sonra ise, Anglo-Amerikan siyasi doktrini ve modeli haline gelmistir. J. LOCKE da eserini, 1215 tarihli Magna-Carta' dan 1688 evrimine geçiste, Ingiliz demokratikleşme sürecine, meşruiyet teşkil etmesi ve evrensel bir nitelik arz etmesi için kaleme almıştır. Bununla birlikte liberalizm ; klasik, yeni neo) ve modern olarak literatüre yansımıştır. Klasik liberalizm, "insan hak ve özgürlükleri" nde, özgürlüğü negatif (siyasi gücün bu alana müdahale etmemesi ve sadece güvenceyi sağlaması) olarak tanımlamaktadır. Yeni ve Modern Liberalizm ise, özgürlükleri pozitif (kamu düzeni ve yararı gereği, devletin bu alanı düzenlemesi) olarak değerlendirmektedirler. Bu bağlamda, devletlerin biraraya gelerek oluşturdukları, Birleşmiş Milletler'in (BM-UN) İnsan Hakları Komisyonu tarafindan hazırlanan bir bildirge, 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu tarafindan " İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) - Universal Declaration of Human Rights " olarak kabul edilmiş ; yukarıda bahsetmiş olduğumuz süreç içersinde ve Fransız Devrimi'nden günümüze kadar savunulan, klasik insan hakları ile çağdaş anayasalarda yaygın bir şekilde yerini alan toplumsal ve ekonomik haklarla birarada ve bütünlük arzeden, insan hak ve özgürlüklerinin ancak, toplumsal ve ekonomik haklar temelinde gerçekleşebileceği görüşü de evrenselleşmiştir. Birleşmiş Milletler İHEB'nin 1. Başlık/1 md.sinde amaçlar ve prensipler bölümünün 3. bendi gereğince; "Uluslararası ekonomik, sosyal, entellektüel, insani konuların değerlendirilmesinde ve sorunların barışçıl çözümünde ; insan hakları ve temel özgürlükler alanına, ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetilmeksizin saygi duyulmasi ve gelistirilip özendirilmeleri konusunda uluslararası işbirliğinin gerçekleştirilmesidir". Türkiye, 30 maddeden oluşan bu belgeyi 6 Nisan 1949 tarihinde onaylamış ve belgenin yayımından sonra eğitim kurumlarında öğretilmesini de öngörmüştür. İnsan hakları ve özgürlüklerini düzenleyerek güvence altına almayı hedefleyen bu belgenin tavsiye niteliği olmasının dışında, bağlayıcılığı ve yaptırım mekanizması sözkonusu değildir. Birleşmiş Milletler İHEB'ne paralel olarak, Avrupa Konseyi'nin amaçları arasında yer verilen "insan haklarının ve temel özgürlüklerin geliştirilmesi ve korunması" prensibi bünyesinde, 4 Kasım 1950 tarihinde üye ülkeler tarafindan imzalanarak 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe konulmuş olan ; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS, Convention for the protection of Human Rights & Fundemental Freedoms) kapsam itibariyle geniş olmamakla birlikte, ileri seviyede bir hukuki belge niteliği ile, bağlayıcılık ve yaptırım mekanizması öngörülmüş olması açısından önemlidir. İHAS'deki bu mekanizma ise şöyle işlemektedir ; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin yanısıra, sadece bu amaca yönelik olarak kurulmuş olan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Divanı, sözleşmeye taraf ülkelerden birinin belirtilen insan hak ve özgürlüklerine olan aykırılıkları, devletler ve kişiler tarafindan Komisyon'a sunulan dilekçeler ile işleme konulduktan sonra, Divan tarafindan değerlendirilir ve karara bağlanır. Uluslararası sözleşmelere paralel olarak, 1993 tarihinde AB tarafindan Viyana'da düzenlenen "Dünya Insan Hakları Konferansi" nda, insan haklarınn ferdiyetçiliği ve evrenselliği bir kez daha teyid edilmiştir. Bu bağlamda AB, insan haklarına verdiği önemi 28 & 29 Haziran 1991 Lüksemburg Zirvesi'nde değerlendirmeye almış ve bu değerleri zirve toplantılarının mütemmüm cüz'ü haline getirmiştir ve AGENDA 2000 bünyesinde öngörülen genişleme sürecinde '97 Lüksemburg Zirvesi'nde insan haklarına verilen önem dile getirilmis ve '98 Cardiff ve '98 Viyana Zirveleri'ne de (özellikle Irkçılığa -racism- ve yabancı düşmanlığına-xenophobia- karşı mücadele olarak) yansımıştır. Bu süreçte, İnsan hakları alanı, TR'nin son yıllarda en çok eleştiriye maruz kaldığı alanı oluşturmuş ve "bu alanda kötü performansa sahip olan bu ülkenin AB'ye katılamayacagı" mesajı verilmiştir. Oysa ki TR, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni 10 Mart 1954 tarihinde onaylamış ve TC Anayasal sistemine, bu uluslararası sözleşmeyi, TC mer'i kanunları gibi dahil etmiş ve hatta Anayasa' ya aykırılıklarının iddia edilemeyeceği belirtilerek, ayrıcalik tanımıştır (TC '82 Anayasası 90 md). Birçok Avrupa ülkesinde ise, uluslararasI anlaŞmalara nazaran mİllİ kanunlara öncelik tanınmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (1960-97) raporu bünyesinde sunulan asağıdaki tablo incelendiği takdirde, TR'ye yapılan eleştirilerin haksız olduğu görülecektir.
Kaynak :Insan Hakları Adalet Divanı Kalemi / O. Öymen-TR'nin gücü, s.342/1998 Son yıllarda bazı uluslararası örgütler Türk vatandaşlarının şikayetlerini örgütlü biçimde komisyona ulaştırmak için çaba gösteriyorlar. Bunun da etkisiyle komisyona başvuran Türk vatandaşlarının sayısında artış var. Örnek olarak 1997 yılındaki başvurular ile o yıl veya daha önceki yıllardaki başvurular hakkında 1997' de yapılan işlemler karşılaştırmalı olarak aşağıda sunulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Sekreterliği' nin yaptığı basın açıklamasına göre 1997 yılı içinde Komisyon çeşitli ülkelerle ilgili olarak, önceki yıllarda yapılan toplam 3619 başvuruyu incelemiş, bunlardan 490' ı incelenebilir bulunmuş, 468 başvuru hakkında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi veya İnsan Hakları Divanı tarafından gerekli kararın verilmesi için rapor hazırlanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu' nun bazı ülkelerle ilgili işlemleri (1997)
Kaynak: Presse release of the Secretary to the European Commission of Human Rights. TR'deki insan hakları hususu eleştirilirken, AIHM'nin kararlarından ziyade, TR'deki İnsan Hakları Derneği' nin raporlarının esas alınmasındaki yanlışlık da ortadadır. Uluslararası Ceza Kanunları' nın temel prensibi olan, "Bağımsız mahkemeler tarafından suçluluğu kesinleşene kadar, herkesin masum sayılacaği" ilkesi de, burada ihlal edilmektedir. Şöyle ki ; AB Parlamentosu yayınladığı bildiriler ile, yargıyı olumsuz etkilemekle birlikte, hem Cumhuriyet Savcısı gibi delil toplama hem de hakim gibi karar vermek suretiyle, TR'deki yargı sistemini zedelemekte ve küçük düşürmektedir. Bu raporlar Avrupa Konseyi tarafindan AB üyesi ülkeler hakkında da hazırlanmaktadır ve daha kapsamlıları da mevcuttur (özellikle İngiltere, Fransa, İtalya, vd…AK raporları). AB'deki insan hakları dernek ve birlikleri tarafından hazırlanan raporlardaki insan hakları ihlallerinin bu bağlamda, Birlik üyesi ülkelerde de fazlası ile mevcut olduğu hatırlatmak gerekiyor (Belçika'daki Cezaevleri ve İnsan Hakları Raporu / Av. Hakan HANLI, 10 Ekim 1996). Yapılan tüm bu karşılaştırmalarda, ortaya çıkan avantajlı durumlar yanında, eksikliklerin (halen 11 ihlal, düşünce suçları, ölüm cezası, devlet güvenlik mahkemelerinin statüsü vb… alanların sözkonusu) olduğu bir gerçektir ve birinin diğerinden mükemmel olmadığı da açıktır. XXI. yüzyıla doğru, evrensel değerlerin önem kazandığı günümüzde, insan unsuruna doğal yapısı gereği, verilmesi gereken önem ve ihtimam konusunda, devletlerin sorumlu mekanizmalarında yeralan ve öncülük eden kişiler ; önyargılı ve tutucu saplantılarını bir kenara bırakarak, dünyanın gelişimini yeniden ve doğru biçimde değerlendirmek durumundadırlar. Bu gelişimi değiştirmemiz, eşyanın tabiatina aykırılık teşkil edeceğinden, uyum sağlayıp, katkıda bulunmamız, gereksiz zaman ve enerji kaybını önleyecektir. SPOT: - Liberalizm modern zamanların en önemli ve temel siyasi doktrinidir - Tarihin ilk liberali Hz. Havva' dır - Tarihteki ilk insan hakları belgesi On Emir - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye' de mer'i kanundur - AB Parlamentosu bildirileri Türkiye' deki yargı sistemini zedelemekte HAKAN HANLI: "THE 50th ANNIVERSARY OF BASIC HUMAN RIGHTS AND FREEDOMS" International capital and its capacity to use advanced technology are paving the way for a new political arrangement in the world. In this, the global information society created by the rapid developments in communication, transportation and information technologies has started to threaten the existing political structure. The archaic structures of states will eventually fall down in areas such as, the market economy, peace, globalization and the necessary minimum goals of the transformation. Consequently, the liberal democratic system based on human rights and freedom will have to adjust itself to this change. Liberalism is the single most important and basic political doctrine of the "modern times" covering the past three centuries. Classical liberalism defines "freedom" in a negative way (that it should not be interfered by political power, but merely secured bt it) However, modern liberalism considers freedom to be a positive concept (that the state should organize this area for the sake of public order and benefit) Accordingly, "The Universal Decleration of Human Rights" was accepted by the United Nations on December 10, 1948. Turkey signed the document on April 6, 1949. Following the international agreements, durng teh World Human Rights Conference held by the EU in Vienna in 1993, the individualism and the universalism of human rights were approved of once again. The importance of human rights were approved of once again. The importance of human rights was emphasized at the '97 Luxembourg, the '98 Cardiff and the '98 Vienna Summits as well. During these processes, Turkey was often criticized on human rights, and because she was claimed to have exhibited a notoriously bad performance threof, it was implied that she "would not be admitted in the EU". It is an obvious mistake that the reports of the Human Rights Asssociation in Turkey were taken as a basis when the issue of human rights was being criticized. The basic principle of International Criminal Laws is, "Everyone is innocent until proven guilty by independent courts". This principle is being violated by the EU: the EU Parliament is negatively affecting the courts by the declerations it is publishing, and it is damaging the turkish legal system by both collecting evidence as ifit were the Prosecutor and reaching a deceision as if it were the judge. On the other hand, negative points on the issue of human rights in Turkey do exist. Persons holding responsible positions should do away with their prejudices and obsessions, and should seriously reconsider the transformation that the world is undergoing. Elegans'a mail |