TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ İLE EKONOMİK ENTEGRASYONU EN ÜST DÜZEYDE TUTMALIDIR
CEM DUNA - Ab Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı
Cem DUNA TÜGİAD üyelerine bu kadar güncel bir konu hakkında kendisine söz verildiği için teşekkür ederek başladı.
"Ben burada TÜGİAD'ın ayrıcalıklı ve önemli bir görevi olduğunu düşünüyorum. Bana göre Türkiye'de aklı kullanabilecek ve dinamik olan tek grupsunuz.
Bugün Türkiye'de olanları küresel bir boyut içerisine oturtmamız gerekmekte.Bu bağlamda Türkiye'nin ekonomik kalkınma sürecine bakıp ikisinin nasıl üstüste örtüştüğünü görmekte fayda olacağına inanıyorum.
Dünyadaki ekonomik gelişmeler baktığımız zaman iki kelimeyle karşılaştığımızı düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi küreselleşme. Küreselleşmeyi anlayabilmek için
iletim süreçlerine bakmak gerekmektedir. İletişim süreçlerinden kastim örneğin, 1800'lü yılların başında buhar makinesi ilk olarak üretim sürecine girdiğinde;Rusya'da tan 50 yıl sonra üretim sürecine girmiş. Bunu her sektörde ayrı olarak gelişen olaylar zinciri olarak düşünmek gerekmektedir. Böylece ekonomik entegrasyonlar ortaya çıkmaktadır. Üç tane çok belirgin ekonomik entegrasyon süreci bulunmaktadır. Bunlar Avrupa Birliği, Kuzey Amerika'daki Nafta ve Asya Pasifik dediğimiz bölgedir. Ekonomik faaliyetler ve özellikle ticaret bu blokların içinde gelişmektedir. Bu bloklara özel bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır ve blokların arasında ya da dünya çapında bir hareketin fazla gelişmediğini gözlemlemekteyiz.
Dünya ticaretinin en büyük bloğu Avrupa Birliğidir. Dünya ticaretinin yüzde otuza yakını Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu rakamlar Nafta için yüzde yirmi bir ve Asya Pasifik için yüzde on sekiz dolaylarındadır. Ancak bu rakamlara baktığımızda Dünya ticaretinin en büyük bloğu olan Avrupa Birliğinin blok içi ticareti bütün ticaretinin yüzde yetmişini oluşturuyor. Amerika için bu rakam yüzde elli ve Asya pasifik içinde yüzde kırk altıdır. Esas ticaret bu blokların içinde gerçekleşmektedir. Bu gelişmelere bakıldığında önümüzdeki yıl için bu trendin giderek artacağını görmek mümkün olacaktır. Bloklar arası ticaret kontrollü bir şekilde devam edecektir ancak blok içi ticaretin çok daha hızlı gelişecektir.
Türkiye açısından baktığımızda bu süreç içersinde uluslararası sermaye hareketleri çok önemli bir unsur teşkil etmektedir. Dünyada yılda iki yüz milyar dolarlık bir dış yatırım potansiyeli bulunmaktadır. Bunun sadece yüzde on yedisi gelişmekte olan ülkelere verilmektedir.
Büyük bir kısmı 160, 170 milyar doları çok büyük pazarlarda yatırım yoluna gidiyor. Avrupa Birliğine baktığınızda en çok yabancı sermaye çeken ülkeler arasında İngiltere ve İrlanda'dır ve bunlar çok büyük pazarlardır. Bu da çok doğaldır çünkü bu pazarlar ölçek ekonomisi kurulmasına imkan veren pazarlardır, satın alma güçleri çok yüksektir ve şeffaf pazarlardır yani demokrasiyle yönetilen ülkelerdir. Dolayısıyla burada sermayenin demokrasiyi savunduğunu görmekteyiz.
Bugün böyle bir küresel gelişme olurken Türkiye'deki ekonomik kalkınma anlayışında benzer bir gelişme olduğunu görüyorsunuz. Türkiye'nin ekonomik kalkınma planına baktığımız zaman 1980 yılına kadar bir model izlenmiş ve 1980 yılından sonra ikinci bir model izlenmeye başlanmıştır. 1980 yılına kadar karma ekonomi modeli uygulanmış yani ülkenin içinde yaratılan artı değeri yeniden yatırıma sokmak ve bunu yaparken de sadece ülkenin kendi kaynaklarından yararlanması söz konusu olmuştur. Bu model cumhuriyetin ilk yıllarında mükemmel bir şekilde işlemiştir. Ancak 1950'ler geldiğinde ilk tökezlemeler başlamıştır. Ancak bir takım düzeltmelerle bu modelin 1970'li yıllara kadar sürdürülmesi mümkün olmuştur. Dış dinamikler ve enflasyon sebebiyle 1970'lerden sonra bu model sürdürülebilir bir model olmaktan çıktığını görüyoruz. 1980'lerde özellikle 24 Ocak tarihinde alınan karalara baktığınızda yep yeni bir felsefenin ortaya çıktığını görüyorsunuz. Bu kararlar neticesinde dış kaynaklar ile aynı transferlerin yaygınlaştırılması yoluna gidildi. Bunlar bir tesadüf değildir bunlar küreselleşme yolunda adım atan bir ülkenin yapması gereken politikalardır.
Bugünde bu politikalar sürdürülmelidir eski felsefeye dönüldüğü takdirde çok ciddi sorunlarla karşılaşılacaktır. Türkiye'nin burada yapması gereken Avrupa Birliği ile ekonomik entegrasyonunu en yüksek düzeyde tutmasıdır.
Türkiye'nin 1959'dan bu yana gelen Avrupa Birliği ilişkilerine baktığınız zaman bu ilişkinin siyasi olarak ortaya çıktığını görüyorsunuz. Türkiye ile Avrupa Birliğinin kavramsal İlişkisine baktığınız zaman bunun yok denecek kadar az olduğunu görüyorsunuz.
Bundan sonra Türkiye için geçiş dönemi dediğimiz ikinci bir dönem başlıyor. Burada Türkiye kademeli olarak bir takım sorumluluklar üstleniyor. Nihai bir dönem ulaşabilmek için Türkiye'nin de tedrici bir biçimde gümrüklerini indirip Avrupa Birliğinde ekonomik entegrasyon süreci içine girmesi bekleniyor. 1995 yılında Gümrük Birliği kararı alınması da tesadüf değildir bu sürenin sonu olduğu için bu karar alınmıştır.
Ancak Türkiye Avrupa ile bütünleşmenin ekonomi de bir darbe olacağını düşündüğü için bunu da yapmıyor.
Türkiye'de Avrupa Birliğine karşı üç yaklaşım vardır. Bunlardan bir tanesi ret cephesi diyebileceğimiz bir yaklaşımdır ve sağ veya sol ideolojik nedenlerden kaynaklanmaktadır.
İkincisi ise legalist yaklaşımdır. Bu da Türkiye ile Avrupa Birliği arasında anlaşmalar vardır ve bu anlaşmalar neyi gerektiriyorsa onlar yapılmalıdır düşüncesini içerir. Özellikle bürokrasinin bazı kesimlerini içeren bir yaklaşım türüdür.
Üçüncü yaklaşım ise adım adım yaklaşımcılıktır. Bu yaklaşımda düşünen insanlar da bu şekilde olmuyor ise Avrupa Birliği ile ileri derecede ilişki kurmayı ve entegrasyonu en uç noktada sağlamayı hedefliyorlar.
CEM DUNA: "TURKEY SHOULD PURSUE CLOSE ECONOMIC INTEGRATION WITH THE EU"
Turkey' s economic development process should be considered within a global framework. In order to understand globalization we should consider the transmission of production technologies, which leads to economic intergration. The European Union, the NAFTA and the Asia Pacific are the major regions of economic integration.
With a share of almost 30%, the EU has the largest share in the world trade. This is followed by 21% for NAFTA and around 18% foe Asia Pacific. The share of intra-regional trade is 70% in the EU, 50% in the NAFTA and 46% in Asia Pacific. In the future, inter-regional trade will maintain its current pace, whereas intra-regional trade will grow dramatically.
International capital flows are utmost importance for Turkey, considering that there is an annual global foreign investment potential of 200 bilion USDand that only 17% this is being allocated to developing countries. This shows that internatioanl capital favours democratic regimes.
Between 1923 and 1980, Turkey applied a closed economy model High Inflation and external dynamics gradually forced the implementation of a totally new model. The measures taken on 24 January 1980 which suggested the use of foreign funds for economic development were a necessary step toward globalization.
These policies should continue to be implemented today. Reverting back to the old policies will lead to serious problems. Turkey should keep its integration with the European Unionm at the highest possible level.
During the transition period Turkey is undertaking certain responsibilities stage by stage. In order to reduce its customs duties gradually and enter the economic integration process with the EU.
One of three approaches of Turkey towards the EU can be called the "rejection approach" which items from ideological reasons. The second one, mostly adopted by bureacrats, is the "legalist approach" which emphasizes the existing international agreements between Turkey and the EU. The third approach might be called the "step-bystep approach" which advocates integration with the EU to the highest possible extent.
Elegans'a mail
|