Bedi OKYAY : Güzel eski günler... İş dünyasında 2. kuşak olarak tanımlanan bizlere babalarımızın "BİZİM ZAMANIMIZDA" diye başladıkları kinaye yüklü eleştiri oklarına hepiniz hedef olmuşsunuzdur. Ekonominin daraldığı, üretmenin ve satmanın hele sattıktan sonra tahsil etmenin problem değil, bela olduğu günümüzden "ONLARIN ZAMANINA, yani 60'lı, 70'li yıllara şöyle bir göz atalım isterseniz. Devletin manda ve himayesinde ithal ikamesi adı altında alınan teşviklerle üretilen mallara gümrük korumaları, enflasyon altında faizlerle sağlanan krediler, ucuz KİT ürünleri tahsisleri, rekabetsiz ortamda kalite sorgulaması olmayan satış avantajları ile donatılmış o "GÜZEL ESKİ GÜNLER" i kim aramaz ki? Maliyet analizleri olmadan fiyatın iki dudak arasında belirlendiği, tüketicinin ricacı olarak sıraya girip satın aldığı ürün pazarları nasıl "SİZİN ZAMANINIZ" olmasın ki? Türk'ün Türk'e propagandasının yapılıp herkesin bir diğerini kaf dağına çıkarttığı O GÜNLERDE bilinen tek para birimi anlı şanlı Türk Lirası idi. Türk Lirası ile düzenlenmiş şirket ciroları keyifle incelenir herkes cirosu kadar, yani büyük konuşurdu. "GÜZEL ESKİ GÜNLER" de şirket sermayesi olarak belirtilen ve bilançolarda gösterilen rakamlar hiçbir zaman şirket kasasına nakit olarak girmezdi. Firma kuruluşu için yasal zorunluluk olan %25 stopaj meblağ bile genellikle bankalardan alınan kredilerle yerine getirilir, şirket faaliyeti için gerekli para ya bankalardan düşük faizli kredilerle ya da piyasadan vadeli mal alış şeklinde sağlanıp ticaret enflasyona karşı oynanırdı. Normalde büyük yanlışlıklarla yapılan yatırımlar ucuz kredilerle yapıldığı için enflasyon sayesinde hiç üretim veya satış yapılmamış olmasına rağmen, sabit değerleri TL bazında değerlenmesi sonucu kimse batmazdı. Büyük Türk Büyükleri katıldıkları toplantı ve panellerde devletin yetersiz desteğine rağmen nasıl da mucizeler yarattıklarını böbürlenerek anlatırlardı. %10 öz kaynak %90 devlet destekli yatırımlarda %10 yatırımcı payının ödenmemesi için yatırım miktarları şişirilir, kimse cebinden beş kuruş çıkmasına tahammül edemezdi. Bugün Türkiye ekonomisinin içine düştüğü zor durumun sorumlusu olarak gösterilen KİT'ler, o dönem ucuz girdi malları temin ettiği için baş tacı edilirdi. Ne oldu ise Turgut ÖZAL diye bir faninin Türkiye'yi dışa açmasıyla oldu. Büyük Türk İşadamı birdenbire üretilen mallarda kalite diye bir tanımın olduğunu, içerde peynir ekmek gibi satılan malların dışarıda yanında bedava peynir de verseniz satılamadığını, rekabetin zorluğunu, dolara çevrilen ciroların meğerse ne de ufak olduğunu geç de olsa farketti. Türkiye çapında boyunun global ölçekte pigme kadar küçüldüğünü gördü. Yurtdışındaki şirket evliliklerinde dolar cinsinden telaffuz edilen miktarların nerede ise Türkiye bütçesine eşit olduğu, yıllarca ucuz işgücü avantajımız diye avunduğumuz emek piyasamızda verimlilik hesapları ile ne büyük yanılgı içinde olduğumuz apaçık ortaya çıktı. Birinci kuşak Türk işadamının uyum sorunu yaşadığı tam bu zamanlarda, imdada iyi yetişmiş ikinci kuşak gençler yetişti. Tüm sorunlar ve problemler bu gençlere ciro edilip arka planda eleştiri oklarını göndermekten geri kalmayanlar için "BİZİM ZAMANIMIZDA" diye başlayan nutuklarda ben hiç yukarıda yazdıklarımı dinlemedim. Ya siz? Elegans'a mail |